Garibin Gurbeti

Bir avuç gönül eri, bir düzine meçhul kudsîlerdir garipler. Ah edip inleyen, sinesini yakıp sızlayan, gönül verdiği yüce hakikatlerden ötürü dövülüp kovulan, her gün yığın yığın gailelerle burun buruna gelen, her dem ayrı bir ölümle tehdit edilen, her an horlanıp hakîr görülen muzdariplerdir garipler.” M. Fethullah Gülen.

Bu kıymetli cümleleri okuduğumda çocuk yaştaydım. Hakikati kavrayamayacak kadar küçük olduğum bir yaşta… Sebebini bilmiyorum, ama bu sözler içime işlemişti. Karşılaştığım her olumsuz olayda kendimi hep garip hissettim. Muhterem müellif yazısının devamında, garibin yerinden yurdundan ayrı kalan değil, çevresi tarafından anlaşılamayan bir kişi olduğuna dikkat çekiyordu. diyordu. Ne gariptir ki şimdi hem yerinden yurdundan edilen hem de hareketleri garipsenen birer garip oluverdik binlercemiz.

Benim hikâyem de kızımın bebekliğinde başladı. Çok hızlı yol alan bir araçta giderken aniden durmak gibiydi. Bir gerilim filmi seyretmeye benziyordu. Hani beklenmedik bir gelişme olur, başroldeki oyuncu ailesine, “Çabuk toplanın, burayı terk ediyoruz. Hemen güvenli bir yer bulmamız gerekiyor.” der ya, tıpkı onun gibi… Bir anda yeryüzündeki herkes ortadan yok oluyor, eşiniz ve çocuklarınızla baş başa kalıyorsunuz. Eşiniz işinden olmanın şaşkınlığı içinde, size nasıl bakacağının endişesi ve çaresizliği ile kıvranıyor. Hem eşinize hem de çocuklarınıza bir sığınak olmak zorunda kalıyorsunuz…

Çalışıp aileme bakmak zorundaydım. Şükür ki çaldığım ilk kapıdan boynu bükük döndürmedi Rabbim. Asgarinin de altında bir ücretle işe başladım. Bebeğimi babasının güvenli kollarına teslim edip çıktım her gün kapıdan. Altı gün, günde 10 saat… Bir erkek için en zor şeylerden birinin, evine ekmek getiren eşinin yerine iki çocuğa bakıp ev işlerini idare etmesi gerektiğini sindirebilmek olduğunu anladım. Zile bastığımda üzerinde mutfak önlüğü ve kucağında kızımla kapıyı açan eşimi görünce çok garip şeyler hissettim. Ayakta kalabilmek için çok gayret ettik, ama bizden daha garip olanları düşündükçe yutkunup sabrettik.

Elinize geçen parayla nasıl idare edeceğinizi şaşırıyorsunuz, çünkü kazancınız ancak acil ihtiyaçlara yetiyor. Güvenip yardım eder diye umduklarınız, kapıyı yüzünüze kapatıyor.

Bir gün oğlum okuldan geldi ve kitap için para istediklerini söyledi. Sınıf öğretmeni ile görüştüm; başımızdan geçenleri çekinerek anlattım, zira an meselesiydi karşımdakinin beni etiketlemesi. “Ben sizi biliyorum, yapılan suçlamalara inanmıyorum, lütfen üzülmeyin. Oğlunuzun yıl sonuna kadar masraflarını ben karşılayacağım. Lütfen bunu düşünmeyin.” diyen öğretmenin âlicenaplığı beni çok etkilemişti.

Zamanla uykularımız kaçmaya başladı. Aldığımız haberler yüreklerimizi dağladı. Bir gün “Olmuyor bu böyle.” dedik, zira boynumuza yaftayı çoktan takmışlardı. Bu yafta ile görünen tek ufuk hicretti.

 Uçsuz bucaksız ve vuslatı belli olmayan bir ayrılık… Çevresi tarafından yadırganan garipten, yerinden yurdundan koparılan garibe doğru evrildik… Anlayamadılar şu sözleri söyleyenler: “Madem suçunuz yok, gidin teslim olun, bu ülkede adalet var.” “Aslında siz iyisiniz, biz sizi biliyoruz, ama siz yine de artık bizimle görüşmeyin.”

Meriç’in serin sularına attık bir gece kendimizi. Evladımın –8 derecede ıslanıp donmak üzere buz kesen bedeniyle, “Anne çok üşüyorum!” diye kulağıma fısıldayışı ve o minik ellerinin kasılıp kalması dışında Meriç hayat oldu, umut oldu bize. Bu kez gurbetin garipliği çöktü bütün ağırlığı ile. İlk durağımızda, bizim gibi yurtsuz kalanları gören oğlumun, “Anne, yalnız değilmişiz. Onlar da bizim gibi gelmiş.” deyişi, yaşadıklarının bir özetiydi aslında.

Gurbet… Bir yılı aşkındır iliklerime kadar hissettiğim gurbet. Kaybettiğim sevdiklerimin cenazesine bile gidemediğim gurbet. Görüşebildiğim nadir dostlarımın da bir kısmını yitirdiğim gurbet, ama bana kardeşten öte dostlar kazandıran gurbet, bir bardak sıcak çay için gözyaşı döküp aynı bardağı kardeşlerimle paylaştığım gurbet, Yunan komşularımın kardeş olduklarını fark etmemi sağlayan gurbet. Hüzünlü gurbet…

Gurbetin bana kattığı en güzel şey, bu dünyada yaşayan insanların kıymetini anlamam oldu. Artık eskisi kadar garip hissetmiyorum kendimi. Dillerini ve hayat tarzlarını öğrenmeye çalıştığım arkadaşlarımın samimiyetlerini görünce şimdiye dek neden buralara gelmemişim diye hayıflanıyorum. Tarhana çorbasının tarifini anlatmanın bile bu kadar haz vereceğini söyleselerdi bana inanmazdım, ama şimdi içilen bir bardak çayın bile ne kadar kıymetli olduğunu anlıyorum.

Meğer dünya sadece bizden ibaret değilmiş. Sinemizi açabildiğimiz kadar açmanın değeri çok fazlaymış. Burada selam verdiğim, tanıştığım her yeni çehre, bana nefes oluyor. Çok değil, bir yıl kadar önce işten dönerken dua ediyordum, “Allahım, ne olur kimse ile karşılaşmak zorunda kalmayayım, ne olur karşılaştıklarım bana bir şey sormasın.” diye. Hatta bazen yolumu değiştirdiğim oluyordu. Kısacası öz vatanımda garip hissediyordum kendimi. Üvey evlatmışım gibi sanki…

 Korkuyordum insanlardan, birileri ile tanışmaktan, çünkü her yeni tanışma, yeni sorular demekti. Bazen çevremdekiler zulümleri savunurken, inandığım değerlere hakaret ederken sessizliğimi koruyamamaktan korkuyor ve zaman zaman sessiz çığlıklar atıyordum.

Oysa şimdi can atıyorum her gün yeni biri ile tanışmak için. Hatta eskiden kızdığım bazı insanlara üzülüyorum. Bilmedikleri için böyle yaptıklarını fark ediyorum. Kaç masum ceza evinde, kaç bebek dört duvar arasında büyüyor? Kaç baba, evini nasıl geçindireceğini düşünüyor? Kaç anne, babalarının yüzünü unuturlar endişesi ile elinde kalan üç beş yıpranmış fotoğrafla çocuklarını avutuyor? Bilmiyorlar… Çünkü birileri, onların bilmemesi için ellerinden geleni yapıyor. Hepsinin etrafı görünmez yılanlarla çevrili. Dillerinden zehirler akıyor.

Şimdi memleketimde ne çok garip var! Evlatlar garip, analar garip, babalar garip, duvarlar garip, zindanlar garip… En garip olan ise garipliğin farkına varılmayışı.

Zaman zaman kendime soruyorum: “Yurdunda gurbeti yaşamayı mı, yoksa gurbette yurdunun hayalini kurmayı mı tercih edersin?” Sonra yeni bir soru geliyor aklıma: “Peki, yurdun neresi?” Sen nerede isen yurdun da orası aslında… Yüreğinin huzur bulduğu, kendini güvende hissettiğin, insan olduğunu anladığın, can güvenliğinden endişe etmediğin, haksızlığa uğradığında kendini özgürce savunabileceğin yer senin yurdun. Kendini garip hissetmediğin, güzel günlerin hayalini kurabildiğin, evlatlarının gözlerine baktığında ümit ışıltılarını görebildiğin, inancını rahatça yaşayabildiğin, tercihlerin sebebiyle ötekileştirilmediğin, yeni şeyler denemek istediğinde yadırganmadığın, etiketlenmediğin ve kimliğini gizlemek zorunda kalmadığın yer yurdun… Çocuğuna “Sakın kimseye söyleme, olur mu yavrum.” diye tembihlemek zorunda kalmadığın yer senin asıl yurdun.

Ben de artık yurdumdayım. Evlatlarımla ve eşimle yeni yurdumuzdayız. Her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Yeni bir dil konuşmaya başladım, bisiklete binmeyi öğrendim. Yeni bir hayata yelken açtık. Rabbim utandırmasın, kimseyi boynu bükük, yurtsuz yuvasız bırakmasın.

Bu da bir zamanlar anlayamadığım garipliğimin hikâyesi…

Bu yazıyı paylaş