Dil ve Kültür Etkileşimi

Sınıfa giren hoca, kapıyı kapattıktan sonra “Nǐ hǎo.” deyip kafasını hafifçe aşağıya eğerek sınıfı selamlar. Ardından anlaşılmayan bu dilde birkaç cümle daha söyler ve birkaç kişiye söz vermek ister. Yanlış bir sınıfa gelmiş olabileceğinin tedirginliği ile öğrenciler, etrafına bakınmaya başlar, ama sınıf da hoca da sınıf arkadaşları da olması gerektiği yerdedir. Kendilerini bir fıkranın içindeymiş gibi hisseden öğrenciler, hocanın bu Çince ifadelerle ne demek istediğini anlamaya çalışır. Sınıftakiler hocanın bir şeyler anlatmayı hedeflediğini fark eder ve âdeta fıkranın sonunu beklerler.

Hoca, sınıfı üçerli gruplara ayırır. Onlardan duydukları kelimelerin ne anlama geldiğini yazmalarını ister. Herkes hazır olduğunda, gruplar tahminlerini söyler. Daha sonra hoca, “Sizi bu dili anlamaya motive eden neydi?” diye sorar. Kimi başarı faktörü, kimi eğlenceli olması kimi de öğrenme isteği diye cevap verir. Hocanın ikinci sorusu ise, “Kelimelerin hangi anlamlara geldiğini nasıl idrak etmeye çalıştınız?” olur. İnce bir ses, “Mimik ve jestlerinizden… Mesela ‘Nǐ hǎo.’derken kafanızı aşağıya eğerek bize ‘Merhaba.’ demek istediğinizi anladım.” der. Diğer bir öğrenci, “Etraftaki eşyaları göstererek kelimeyi yavaşça ve vurgulayarak tekrar ettiğiniz için anladım.” diye tahminini dile getirir.

Kısa bir süreliğine dahi olsa muhatabı anlayamamak, acaba insanda hangi duyguları uyandırır? Kısacık dakikalar, anlaşılmadığımız takdirde yerini saatlere bırakabilir. “Kelimelerin olmadığı bir dünyada yaşasaydık, insanlar, beyinlerinden, ruhlarından, kalblerinden süzülüp gelen duygu ve düşünceleri birbirlerine nasıl aktarırlardı kim bilir? Kelimesiz, sözsüz, yazısız, kısacası dilsiz bir dünya… Hayali bile sıkıntı veren, renksiz bir dünya. Hayata renk katan dil, her toplumun ruhunun aynasıdır. Bir toplumun kültür seviyesini ve dünya görüşünü tespit etmek isteyenlerin o toplumun kullandığı dili incelemeleri yeterlidir. Mesela dil bilimciler, Kızılderili kabilesi Siouxlar’ın dilinde galiz bir küfür ifadesi bulmakta zorlanmıştır. ‘Beyaz adam’ın yüzünü kızartacak bir tablo!”[1] Bir dilde kullanılan kelimeler, o toplumun kültürel değerleriyle ilişkilidir. İçinde barındırdıkları anlam ve incelikler, kültürün dildeki yansımalarıdır. Mesela bir Arap, güneşten korunmak için güneşliğe (şems+iye = güneş+lik) ihtiyaç duyarken, bir Alman da yağmurdan korunmak için yağmurluğa (Regenschirm = yağmur+luk) muhtaçtır.[2]

“Kültür” kelimesinin kökeni hakkında farklı görüşler mevcuttur. Çoğu dil bilimci, “tarım”la ilgili kök anlamı üzerinde hemfikirdir. Bu kelimenin Latinceden ve daha çok toprak kültürü anlamında kullanılan edere-cultura tabirinden geldiği ileri sürülmektedir. 15. yüzyılın başlarında İngilizceye culture olarak geçmiştir ve 16. yüzyıldan itibaren kelimenin anlamı, insan gelişimini de içine alacak şekilde genişlemiştir.[3]

Sadece kelimeler midir kültürle etkileşime giren? Mutfakta kullanılan baharatlardan tutun da özel günlerde veya düğünlerde giyilen kıyafetlerde bile bu tesiri görmek mümkündür. Hatta renklere bile yansır anlamı. Mesela birçok kültürde; cenaze merasimlerinde siyah renkte elbiseler giyilirken, Hintlilerin beyaz rengi tercih ettikleri görülür.

Kültür, farklı bakış açılarını içerdiğinden soyut bir anlam kazanır. Bu kavramla alakalı iki ana model vardır.

Buz Dağı Modeli

Bir buz dağı, okyanusta yüzen büyük bir buz kütlesidir. Karşıdan bakıldığında büyük bir kısmı suyun içinde gizli olmak üzere, sadece küçük bir bölümü görünmektedir. Bu bize kültürle alakalı sadece birkaç yönün görülebilir olduğunu, kültürün tamamını anlamak için hemen fark edilmeyen ve daha soyut olan kısmın gerekli olduğunu gösterir.[4] Yani ilk bakışta bir insanın kıyafeti, görünüşü ve etrafındakilere karşı tutumu görülür. İşte bu kısım, insanın görünen küçük bir bölümüdür. Buz dağının görünen kısmı, insanın davranışlarını, iletişimini ve sosyalliğini temsil ederken buz dağının altındaki kısım; normlar, değerler, duygular, kurallar ve inanca tekabül eder. Mesela Almanların dakik olma özelliği buz dağının görünen kısmıysa, görünmeyen kısımda, kurallara disiplinli bir şekilde riayet etme alışkanlıkları vardır.

Soğan Modeli

Bu model, kültürlerin farklılıklarının nasıl düzenlenebileceğini gösterir ve kültürün farklı uygulamalarını ayrıntılı bir şekilde kavramamızı sağlar. Soğanın iç kısımlarına gittikçe kavramlar, gözlemciler için daha az görülebilir hâle gelir.

Soğanın en dış kabuğu kıyafetler, resimler veya renkler gibi gözle görülür sembollere tekabül eder. Bir alt katmanında kahramanlar ya da davranışlarıyla örnek teşkil eden kişiler yer alır. Soğanın katmanlarını biraz daha araladığımızda karşımıza gelenekler ya da toplumda aktif şekilde uygulanan alışkanlıklar ve merasimler (selamlaşma gibi) çıkar. Mesela bir üniversite kürsüsünde bir Amerikalı, “Sayın bayanlar ve baylar!” diye kısa bir selamdan sonra konuşmaya başlayabilir, ama bir Zanzibarlı, önce Allah’ı anıp sonra huzurdakilere itibar sırasıyla selam verdikten sonra konuşmasına başlar.

Geleneklere misal olarak evlilik ve cenaze törenlerini verebiliriz. Kültürün en iç kısımda ise değerler ve inanç vardır. Bu bölüm, diğer katmanlarla örtülmüş olduğundan kolayca gözlemlenemez.[5]

Elbette bu modellerin, kültür kavramını kusursuz şekilde yansıtmasını bekleyemeyiz. Bu modelleri, soyut bir kavramı anlamak için vesile olarak ele alabiliriz.

Her milletin hayatında kültür çok ehemmiyet arz eder, çünkü bu mefhum, onun geçmiş ve geleceği arasında köprü vazifesi yapar. Geçmişteki bu ruh köküne sımsıkı sarılıp ufuklara yelken açmasına aracılık eder. Hele günümüzde teknoloji ve iletişimin hızla hayatımıza girmesiyle uzakları yakın edivermiştir. Kültürlerarası iletişim vesilesiyle farklı kültürlere mensup insanlar arasında etkileşim ve anlam aktarımı gerçekleşir. Kültür farklılıklarının da gözetilmesini içeren kültürlerarası iletişim, farklı kültürlere mensup insanları anlama ve kendimizi anlatma konusunda yardımcı olur. Aslında kültürlerarası iletişimin ana teması hoşgörü, anlayış ve diyalogdur.[6] Hollandalı sosyal psikolog Dr. Geert Hofstede, verdiği bir konferansta, çocuk ve gençlerin ön yargılarını aşabilmeleri ya da bu ön yargıların hiç oluşmaması için kültürlerarası eğitim programlarının önem arz ettiğini dile getirmiştir.[7]

Dil, kültürlerarası iletişimde çok önemli bir unsurdur. Dil bize başka bir kültürün kilidini açan anahtardır. Bu süreçte insan âşina olmadığı bir durumla karşılaştığında hoşgörü imdada yetişir. Böylelikle kişinin farklı bakış açılarından değerlendirme yapabilme yeteneği gelişir. Bunun için de kişinin öğrenmeye açık olması elzemdir.

Kendi kültürümüzü, sadece kendi coğrafyamız açısından değil, bizimle medenî dünya arasında kalıcı ve sağlam bir köprü teşkil etmesi zaviyesinden de iyi yorumlama, dikkatli değerlendirme ve düşünce hayatımızda, açılma türünden yeni bir kültür zamanına ortam hazırlama mecburiyetindeyiz. Değişik bir ifadeyle, milletimiz adına daha sağlam, daha tutarlı, daha kalıcı bir kültür anlayışının inşası için –geleceğin önceliği mahfuz– dün, bugün ve yarına ait değerleri birbirine feda etmeme, temâdî ve inkişafa aynı ölçüde saygılı kalmak ‘zorunda’yız.”[8] Bu mefkûre ile kendi değerlerine sahip çıkanlar, yürüdükleri yolda basit engellere takılıp kalmayacaktır.

Dipnotlar

[1] Yusuf Alan, “Dil ve Kültür”, Sızıntı, Haziran, 1993.

[2] “Dil ve Kültür”, turkdili.gen.tr/dil-ve-kueltuer.html

[3] Esin Sultan Oğuz, “Toplum Bilimlerinde Kültür Kavramı”, Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 28, Sayı: 2, Aralık, 2011.

[4] “Intercultural Link, an AFS Learning Program”, toolkit.afs.org/about/icl-program/

[5] A.g.e.

[6] İlker Özdemir, “Kültürlerarası İletişimin Önemi”, Cyprus International University, Folklor/Edebiyat, Cilt: 17, Sayı: 66, 2011/2.

[7] “Önyargısız bir dünya için kültürlerarası eğitim çok önemli”, egitimtercihi.com/gundem/6661-onyargisiz-bir-dunya-icinkulturlerarasi-egitim-programlari-cok-onemli

[8] M. Fethullah Gülen, “Kültür Mirasımızın Temel Kaynakları-1”, Yeni Ümit, Ekim-Aralık 1999, Cilt: 6, Sayı: 46.

Bu yazıyı paylaş