Bir ülke hayal edin. Yüzlerce farklı toplumun bir arada yaşadığı, olağanüstü bir reform ve yeniden inşa sürecinde olan bir ülke. Bir yandan ülkeye akın akın insanlar girerken, öbür yandan başka bir yurda kafile kafile seyahatler var. Bütün bunlar yaşanırken temizlik, sağlık, ulaşım ve iaşenin taksimi gibi temel hizmetlerin hiçbiri aksamıyor. Herkesin ihtiyacı tam karşılanıyor. Görünürde hiçbir iletişim ağı olmasa da her iş uyumla, dengeli ve adaletli bir şekilde yaptırılıyor. Bu kadar hareket, değişim ve dönüşüm içinde dahi hiçbir yerde bir israf emaresi görünmüyor.
Bütün bunları bazı kanunların veya nasıl ortaya çıktığı bilinmeyen bir anayasanın yönettiğini ya da her şeyin kendi kendine olduğunu düşünür müsünüz? Yoksa bu harika idare, sevk ve düzeni; milyonlarca farklı sebebin, tesadüf eseri bir araya gelmesiyle “oluşan” zincirleme sonuçlarla mı izah edersiniz? Böyle bir yere “sahipsiz” der misiniz?
Demek ki bu ülkedeki her hadise, her an her şeyi gören, her muhatabın talebini duyan, her işi kusursuz ve en adil şekilde yapan biri tarafından sevk ve idare ediliyor. Öyle olmasaydı her yer baştan sona bir savaş meydanı olacak, kimsenin yardımına koşulmayacak, her taraftan çığlıklar yükselecek, karışık ve başıboş şehirler bir çöplüğe ya da kabristana dönecekti.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Eskişehir hapishanesinde kendisine uzaktan uzağa görünen bu hakikati, devamlı tahrip ve tamir içinde çalkalanan, ölüm ve hayat içinde yuvarlanan bir saray ve bir şehir örneğiyle izah eder.[1]
Bu değişim ve dönüşüm meydanında, mikro âlemden makro âleme baktığımız her yerde, yıkım ile yapımın birbirini tamamladığı, senkronize bir icraat görülür. Kâinat; yıldızların, canlıların ve hücrelerin doğduğu ve vakti gelince öldüğü, sürekli bir yaratılışın olduğu, muazzam bir ülke, şehir veya saray gibidir. Gelin isterseniz, maddî âlemin yaratılmasından başlayıp yıldızlara, bahara ve insan hücresine uzanan bir seyahatle bazı misallere yakından bakalım.
Büyük Patlama
Bilim dünyasının kabul ettiği, kozmik fon radyasyonu ve helyum hidrit iyonunun bulunması gibi bugün pek çok delille ispat edilen görüşe göre, 13,8 milyar yıl önce, zaman ve mekân, Büyük Patlama ile yaratılmıştır ve o ilk andan itibaren kâinat bir balon gibi genişlemeye ve soğumaya devam etmektedir. Bu patlamanın ilk anlarında akıl almaz sıcaklık ve yoğunlukta önce proton, nötron ve kuark gibi atomaltı parçacıklar, üçüncü dakikada ilk atomlar ve sonrasında da nükleer füzyon vesilesiyle hidrojen, helyum ve lityum elementleri yaratılmıştır.[2]
Bombalanan bir kulübeden ihtişamlı bir gökdelen çıkmasını beklemeyiz. Patlamalar, düzensizliğe sebep olur, var olanı tahrip eder. Ancak “Büyük Patlama” o kadar düzenlidir ki ünlü fizikçi Stephen Hawking, Büyük Patlamadan bir saniye sonraki genişleme hızı, akıl almaz oranda küçük bir miktarda daha az olsaydı, kâinat şimdiki boyutuna ulaşmadan çökmüş olurdu demekte ve bu çok hassas ayarı itiraf etmektedir.[3] Büyük Patlama, dar insan aklına “patlama” gibi gözüken, ama aslında zamansız Zât’ın (celle celâluhu) sonsuz ilim, mükemmel emir, mutlak kudret ve her şeyi kuşatan iradesiyle yarattığı, eşsiz bir mucizesi, akılları hayrette bırakan İlahî bir icraatı ve hadsiz hikmetlerle süslenmiş bir sanatıdır.
Güneş’in Enerjisi Nereden Geliyor?
Üstad Bediüzzaman, Rabbimizin muhteşem kâinat sarayının çatısını, muazzam bir düzen ve denge içinde vazife gören, sayılamayacak kadar çok “elektrik lambası” ile süslendirdiğine dikkat çeker. Bu o kadar harika bir düzen ve dengedir ki başta Güneş olmak üzere, yerküreden binlerce, hatta milyonlarca defa daha büyük olan gökteki o lambalar, sürekli yandıkları hâlde dengelerini bozmuyor, patlamıyor ve yangın çıkarmıyorlar. Sürekli yanan bu lambaların yakıtları nereden geliyor? Neden yakıtları tükenmiyor? Küçük bir lambanın bile uzun olmayan bir ömrü vardır. Güneş’i kömürsüz yakan, söndürmeyen sonsuz celal sahibi Rabbimizin hikmetine ve kudretine şahit olup “Sübhânallah!”, “Mâşaallah!”, “Bârekâllah!”, “Lâ ilâhe illâ Hû.” dememek mümkün müdür?[4]
Güneş, dünyadaki hayatın devamına vesile olan enerjiyi sağlayan bir jeneratör gibi sürekli çalıştırılmaktadır. Güneş enerjisi, çekirdeğinde gerçekleştirilen nükleer füzyonla yaratılır. Güneş’teki füzyon, hidrojen çekirdeklerinin birleştirilerek helyuma dönüştürülmesi ve bu sırada görülen kütle kaybının karşılığı olarak enerjinin yaratılması hadisesidir. PP (proton-proton) zincir reaksiyonu olarak bilinen bu süreç, muazzam miktarda enerji yayar. Bu şekilde Güneş çekirdeğinde her saniye, yaklaşık 620 milyon metrik ton hidrojen kaynaştırılır. PP zincirleme reaksiyonu, Güneşimiz büyüklüğündeki diğer yıldızlarda da meydana gelir ve onlara sürekli enerji ve ısı sağlar. Bu yıldızlardaki sıcaklık yaklaşık 4 milyon santigrat derecedir.[5]
Güneş’in çekirdeğinde bu füzyon reaksiyonunun olabilmesi için dünyadaki şartlara kıyasla yaklaşık 250 milyar atmosfer basıncı ve 15,7 milyon santigrat derece gibi çok yüksek sıcaklık gereklidir. Aslında, Güneş’te üretilen enerjinin %99’u, Güneş’in yarıçapının %24’ü içinde gerçekleşir. Güneş’in geri kalanı, çekirdekten ardışık katmanlar yoluyla aktarılan enerji tarafından ısıtılır; sonunda bu enerji, fotosfere ulaşır ve ışın veya parçacık olarak uzaya saçılır.
Güneş’te, saniyede 4,26 milyon metrik tonluk bir kütle-enerji dönüşüm oranında enerji yayılır ve bu da 384,6 septilyon W (3.846×1026 Watt) değerindedir. Başka bir deyişle, bu saniyede yaklaşık 9×1010 megaton TNT’ye veya şimdiye kadar yapılmış en güçlü 1.820.000.000 adet termonükleer bombanın patlamasıyla açığa çıkan enerjiye eşittir. Yani Güneş’in merkezinde her saniye yaklaşık iki milyar nükleer bomba patlıyor diyebiliriz.[6] Bir başka benzetmeye göre, birkaç saniyede Güneş, insanlık tarihinde kullanılandan daha fazla enerji üretir.[7]
Güneş, aslında ortalama büyüklükte bir yıldızdır. Kırmızı bir dev olan İkizlerevi yıldızı (Betelgeuse), Güneş’ten yaklaşık 700 kat daha büyük ve yaklaşık 14.000 kat daha parlaktır. Bilinen en büyük yıldız, kırmızı bir süper dev olan Stephenson 2–18, hacimce Güneş’ten 10 milyar kat daha büyüktür.[8] Kâinatta yaklaşık iki trilyon galaksi olduğu ve Samanyolu gibi bir galakside bulunan yaklaşık 100 milyar yıldızda bu şekilde ısı ve ışık enerjisi üretildiği düşünüldüğünde, bu semavî lamba ve sobaların ne kadar ihtişamlı oldukları, ne harika bir düzen içinde vazife yaptıkları ve tükenmez bir kaynakla yakıldıkları anlaşılacaktır.
Lambamız olan Güneş’te sadece hidrojen gibi basit bir yakıttan, milyarlarca yıldır akıl almaz bir enerji açığa çıkarılıyor. Güneş’te yaratılan enerjinin yeryüzündeki milyonlarca çeşit canlının hayatını sürdürebilmesi için vesile olması; Rabbimizin sonsuz kudret, hikmet, rahmet, kerem ve ihsanını gösteren muazzam bir delildir. Dünyanın bu enerjiden en uygun konumda, ihtiyacı olduğu kadar istifade ettirilmesi de ne kadar ibret vericidir! Yıldızlar, mükemmel bir intizam içinde sevk ve idare edilmekte, gökyüzü perdesinde, her gece bu enerji santrallerinden yaklaşık 6000 tanesi çıplak gözle görünebilir hâle gelmekte ve insanı tefekküre sevk eden manzaralar gösterilmektedir.
Bahar ile Yeniden Diriltilen Tabiat
Sonbaharda yapraklarını döken ağaçların ve sararan bitkilerin, her bahar yeniden filizlenmesi, kuruyan dallara, yeşil yapraklar ve rengarenk meyvelerle yeniden hayat gömleği giydirilmesi, Rabbimizin eşsiz sanatını yansıtan göz alıcı misallerdir. Âdeta çiçek açan her bir ağaç, “Bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor!” (Rum, 30/50) âyetinin bir resmidir. Tabiat sergi salonunda her sene yenilenerek teşhir edilen bu şaheser tablolar, dünya kışından sonra âhiret baharının geleceğinin delili ve bütün kâinatta görünen rahmet hakikatinin en şirin tecellileridir.
Her Saniye Yenilenen Vücudumuz
İnsan vücudu da her an yeniden inşa edilen bir saray gibidir. Yapılan bir araştırmaya göre, vücudumuzda her gün 330 milyar hücrenin yeri değiştirilmektedir.[9] Hücre Mucizesi adlı kitabında Michael Denton, neredeyse sonsuz büyüklükte bir kozmosta ve neredeyse sonsuz küçüklükte bir atomaltı parçacıklar dünyasında, hadsiz derecede girift, ama düzenli yapısı sebebiyle hücreyi “üçüncü sonsuzluk” olarak nitelendirmektedir.[10] Vücudumuzda her saniye, yaklaşık 3,8 milyon hücre imha edilmekte ve yenileri yaratılmaktadır.
Kâinatın var ediliş anından başlayarak yıldızlara, yeryüzüne ve hücrelerimize uzanan bu tefekkür yolculuğu, her an her yerde devam eden bir yaratılış hakikatini ders veriyor. Şahit olduğumuz bütün bu İlahî icraatlar, tahrip ve tamirler; zahiren tahrip gibi görünen ölümün de bir yokluk olmadığa işaret ediyor. Kalbleri selim olanlar ve akılları büzüşmeyenler; imanın nuru ve şuuruyla nazar ederek gezdikleri bu büyüleyici sergide, imanlarını tazeliyor ve “Bu muhteşem saray Sahipsiz olamaz!” diye ilan ediyorlar.
Dipnotlar
[1] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 383.
[2] Nuh Aydın, “Büyük Patlamanın Düşündürdükleri”, Çağlayan, Eylül 2020.
[3] Stephen Hawking, Roger Penrose, The Nature of Space and Time, New Jersey: Princeton University Press, 1996, s. 89.
[4] Nursî, a.g.e. s. 390.
[5] “Solar Energy”, education.nationalgeographic.org/resource/solar-energy
[6] Fraser Cain, “How does the sun produce energy?”, phys.org/news/2015-12-sun-energy.html
[7] “How much energy does the sun produce?”, www.solarreviews.com/blog/how-much-energy-does-the-sun-produce
[8] “Star Facts”, www.star-facts.com/stephenson-2-18/
[9] Ron Sender, Ron Milo, “The distribution of cellular turnover in the human body”, Nat Med, 2021, 27, s. 45–48.
[10] Michael Denton, The Miracle of the Cell, Seattle: Discovery Institute Press, 2020, s. 16.