Aşağıdaki mülâhazalarla, rızâ adına duygu ve düşüncenin beslenebileceğini, bu çetin yolun bir kısım sertliklerinin kırılabileceğini, cismânî ve dünyevî tepkilerin de bir ölçüde ta’dîl edilebileceğini düşünüyoruz:
* Hakk’ın takdir ve tecellileri karşısında insan bir figürdür; o, üzerine aldığı rolün şekil ve keyfiyetine karışamaz..
* Başa gelen her şey, şart-ı âdî plânında insanın eğilimlerine göre tesbit edilmiştir. Ve bunu değiştirmeye de Yaratan’dan başka kimsenin gücü yetmez..
* İnsan her şeyiyle Allah’ın mülkü ve kölesidir; köle, efendisinin tasarruflarına müdahale edemez..
* Eğer insan, gerçekten Allah’ı seviyorsa, O’ndan gelen gülü de, dikeni de hoş görmelidir.
* İnsan başına gelen şeylerin neticelerini pek kestiremez; oysaki bunların içinde dünya kadar maslahatlar da olabilir.
وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ “Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız ama, o sizin hakkınızda hayırlıdır.. ve yine olur ki siz bir şeyi seversiniz ama, o sizin için şerdir; siz bilmezsiniz, her şeyi Allah bilir.”[1] fermân-ı sübhânîsi bunu tasrih etmektedir.
* Müslüman, Allah’a teslim olmuş kimse demektir.. bu itibarla da onun, Cenâb-ı Hakk’ın icraatına karşı hoşnutsuzluğu kat’iyen söz konusu olamaz.
* Her şeyden evvel mü’min bir hüsn-ü zan insanıdır; insanlara karşı hüsn-ü zanla emredilen birinin, Rabbisinin muâmelelerine karşı sû-i zan ifade eden hoşnutsuzluğu nasıl söz konusu olabilir ki.?
* Kaderden gelen hadiseler karşısında, iyi görmek, iyi düşünmek ve hüsn-ü te’vilde bulunmak, her şeye rağmen insanın içini huzur ve inşiraha gark eder.
* Dünyada, yerine getirme mecburiyetinde olduğumuz sorumluluklar veya maruz kaldığımız hususlar, öteler hesabına şekillenmemiz için birer esas ise, cebrî eğitim ve öğretim gibi, insanın bunları severek yerine getirmesi gerekmez mi?.
* Kulun, Rabbisinden gelen şeylere karşı rızâ göstermesi, Rabbisinin de ondan razı olması demektir.
* Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetine karşı rahatsızlık duymanın, gam, keder ve dağınıklığa sebebiyet vermesine karşılık, hep rızâ yörüngeli yaşamak ise, hislerimiz açısından cehennem içinde dahi olsak bize, cennetlerin neşvesini yaşatır.
* Rızânın gerektirdiği yerlerde, sebepleriyle hep onu arama, ilâhî teyidâtın reddedilmeyen davetiyesidir.
* İnsanlara karşı kalb bulanıklığı ve gıll ü gış eğer bir sû-i edepse, bunun, Allah’ın icraatına karşı duyulup hissedilmesinin nasıl affedilmez bir günah olduğunu ifadeye saygımız müsaade etmeyecektir.
* Bir insan için kader ve Hakk’ın tecellilerine rızâ, en önemli bir saadet vesilesidir. Konuyla alâkalı Hz. Sâdık u Masduk’un
مِنْ سَعَادَةِ ابْنِ آدَمَ رِضَاهُ بِمَا قَضَى اللهُ، وَمِنْ شِقْوَةِ ابْنِ آدَمَ سَخَطُهُ بِمَا قَضَى اللهُ “Âdemoğlunun en ehemmiyetli saadet kaynaklarından biri, hiç şüphesiz Allah’ın kazasına razı olması.. ve onun en önemli talihsizliği de Allah’ın takdirlerini öfkeyle karşılamasıdır.”[2] şeklindeki mübarek sözleri de bu hususu tenvir etmektedir.
* Bir insanda Allah’ın icraatına karşı hoşnutluk hissi, onun kalbini lâhûtî esintilerle doldurur; hoşnutsuzluk duygusu ise, şeytânî vehimlerle.
* Hayatlarını rızâ yörüngeli yaşayanlar, ömürlerini âdetâ bir şükür dantelâsı hâline getirirler; hep hoşnutsuzluk homurdanıp duranlar ise, bu nankörlük değirmeniyle, en müsbet, en olumlu işlerini bile ezer, öğütür ve bitirirler…
* Hakk’ın icraatına karşı adem-i rızâ ve öfke, şeytanın insana nüfûz yollarının en müessiridir. Böyle bir ruh hâleti içinde bulunup da şeytana yenik düşmeyen çok az insan vardır.
* Hakk’ın seninle olan muâmelesini gönül rızâsıyla karşılaman, seninle gök sâkinlerinin ortak paydasıdır.. ve bu da, şeref olarak sana yeter.
* Râzı olan, hüdâ’ya; olmayan da, hevâya uymuş demektir.
* Allah’ın, hakkımızdaki hükümlerine razı olmak, O’nun istediklerini, şahsî arzu ve isteklerimizin önüne geçirme mânâsına gelir. Bilmem ki, aksi mülâhazaları hatırlatan madalyonun öbür yüzünü ifadeye gerek var mı?
* Bütün ibadet ve tâat, rızâ meşcereliğinin meyveleri; bütün ma’siyetler de, rızâdan mahrumiyetin..
* Rızâ, insanı, Rabbiyle iç cedelleşmeden kurtarır. Böyle bir cedelleşmenin nasıl bir sû-i edep olduğunu söylemeyi isrâf-ı kelâm sayarız..
* Hakk’a karşı rızâ duygusu عَدْلٌ فِيَّ قَضَاؤُكَ “Hakkımdaki her hükmün ayn-ı adâlettir.”[3] düsturuna saygı ve inancın ifadesidir..
* Yeryüzünde ilk ma’siyet, şeytanın, kendi hakkındaki takdire rızâ göstermemesiyle başlamıştır.
* Bir insan için rızâdan daha büyük bir pâye yoktur; eğer olsaydı Allah, cennet ötesi âlemlerde sevdiklerini onunla pâyelendirirdi.. oysaki, ötelerde sonu olmayan en son nimet [4] وَرِضْوَانٌ مِنَ اللهِ أَكْبَرُ fehvâsınca Hakk’ın hoşnutluğudur..
* Rızâ, dînin temeli sayılan en önemli esaslar üzerine bina edilmiştir. O, tevekküle dayanmakta ve onun hakikati, yakînle kanatlanmakta ve onun özü, muhabbetle ebediyete mazhar olmakta ve onun mâyesi, sadâkatin şâhidi, şükrün de fiilî beyânıdır.
* Rızâ bir hamlede insanı evc-i kemâlâta çıkaran öyle büyülü bir asansördür ki, ona binebilenler, hedeflerine zamanüstü bir hızla ulaşırlar.
* Muhabbet, ihlâs, inâbe, evbe, rızâ yamaçlarının çiçekleridirler. Hak rızâsına kilitlenememiş gönüllerde bu vasıfları aramak ise beyhûdedir.
Zâhirî duygularla îfâ edilen amellerin mükâfatları, kat kat da olsa, kemmiyetin dar kalıplarıyla ifade edildiğinden az sayılır. Rızâ ve rızâ buudlu kalbî amellerin sevapları ise, kalbin enginliğiyle mebsûten mütenâsip (doğru orantılı) ve tasavvurlar üstüdür.
Rızâ, Hak katında en büyük bir mertebedir ve onun en seviyelisi de en büyüklerin ortak vasfıdır. Hz. Rûh-u Seyyidi’l-Enâm’dan diğer peygamberlere, onlardan da diğer bütün asfiyâ ve evliyâya uzanan çizgide, ihlâs, yakîn, tevekkül, teslimiyet ve tefvîzde finale kalmış devâsâ kametlerin, ona ulaşabilmek için soluk soluğa yarış yaptıkları mübarek bir hedeftir. Bu hedefe ulaşma uğrunda nelere katlanılmış, ne tahammülfersâ şeyler göğüslenmiş ve ne kandan irinden deryâlar geçilmiştir.
İşte rızâya kilitli bir çilekeşin iniltileri:
اَي جَفَايِ تُـو زِدَوْلَت خُوْبتَر
وَانْتِـقَـامِ تُـو زِجَـانْ مَحْبُوبْتَرْ
عَاشِقَم بَرْقَهرُ وُ بَر لُطْفَشْ بَجِد
بُو العَجَب مَن عَاشِقِ هَرْ اِينْ دُوضِد
وَالله اَرْ زِينْ خَار دَرْ بُسْتَان رَوَم
هَمْچُو بُلْبُل زِينْ سَبَبْ نَالاَنْ شَوَمْ
اِينْ عَجَبْ بُلبُل كِه بُكَشَايَدْ دَهَانْ
تَـاخُورَدْ او خَـارْ رَا بَا گُلِسْتَان
“Ey sevgili, senin cevr u cefân devletli olmaktan daha güzeldir. Senin intikamın candan daha sevgilidir. Ben cidden O’nun kahrına da lütfuna da âşığım. Ne gariptir ki ben zıtların âşığıyım. Allah’a kasem olsun ki, bu hâr-ı belâdan bostân-ı safâya gidersem, hep bülbül gibi inleyici olacağım. Gariptir; bülbül ağzını açtığında hem hâr hem de gülistan söyler.” (Mesnevî)
Bu sahada hoş bir söz de Hurûfî şair Nesîmî’den:
Bir cefâkeş âşıkem ey yâr senden dönmezem
Hançer ile yüreğimi yar senden dönmezem
Ger Zekeriya tek beni baştan ayağa yarsalar
Başıma koy erre Neccâr senden dönmezem
Ger beni yandırsalar, toprağımı savursalar
Külüm oddan çağırsalar Settâr senden dönmezem.
Evet, rızâ makamı, cem u fark üstü bir makamdır ve o makamın solukları da: [5] ضَرْبُ الْحَبِيبِ زَبِيبٌ “Lütfun da hoş kahrın da hoş.” sözleridir.
اَللَّهُمَّ إِلَى مَا تُحِبُّ وَتَرْضَى وَصَلَّى اللهُ عَلَى سَيِّدِنَا وَسَيِّدِ الْمَرْضِيِّينَ وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْمُخْلَصِينَ
Dipnotlar
1. Bakara sûresi, 2/216.
2. Tirmizî, kader 15; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/168.
3. Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/391, 452; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 1/223.
4. “Hepsinden âlâsı ise Hakk’ın kendilerinden razı olmasıdır.” (Tevbe sûresi, 9/72)
5. Sevgilinin vurup dövmesi size üzüm şırası içirmek demektir.