Zulmün Sessiz Ortakları

Ülkelerin tarihinde sessiz bir çığlık gibi günler vardır. Toplumun cinnet geçirip akıl sağlığını yitirdiği günler… Hazreti İsa’ya (aleyhisselâm) bedel işlemediği suç kalmamış olan şaki Barabbas’ı tercih eden köhne zihniyetin, uğradığı topraklarda halkı yeniden zulme ortak ettiği günler…

Zulmü yapan, organize eden ve bundan tarifsiz zevk alan, daha önemlisi bu zulümden nemalanan zihniyet, gücünü menfaati için yapmayacağı ve tapmayacağı şey olmayan sefih bir topluluktan alır. Onlar bir taraftan sefihliği kabul ederler ve onursuzca yaşarlar, diğer taraftan ya zulmü alkışlayarak ya da sessiz kalarak tiranların günahlarına ortak olurlar. İşte şu âyet yüzyıllar ötesinden bu tür toplumların küflenmiş hayat anlayışlarının “tomografisini” çeker: “(Firavun) halkını küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan iyice çıkmış bir toplum idi.” (Zuhruf, 43/54).

Ele geçirdikleri devlet imkânlarını muhaliflerini sindirmede bir kılıç gibi kullanan dikta yönetimler hukuku çiğner, çevresindeki menfaatçi dalkavuklarla bir oligarşi kurar, dürüst ve erdemli insanları susturursa, açıkça söylemese bile halkını hiçe saymış demektir. Halk da fâsık ise; hak, hukuk ve erdem onlar için önemsiz olduğundan sürü gibi ona uyarlar. Zulme ve şahsiyetsizliğe boyun eğip ses çıkarmaz, hakkı tutup kaldıran bir ses yükselirse, onu sustururlar. İşte bunlar zilleti kabul ettiklerinden, hiç sayılmaya müstahak olmuşlardır.[1]

Bu zillete mârûz kalan silik ve gününü kurtarma gayretinden başka ilkesi olmayan, onurlarını üç beş kuruşa satmış topluluğun kahredici suskunluğu, acıtan körlüğü, elem verici sağırlığı sebebiyle “gasplar da, gelip tepeye konmalar da, mala-mülke el koymalar da, alın teriyle kazanılan mala mülke kıyımcı insanlar tayin etmeler de tarih boyu hiç eksik olmamış. Mesela, Amnofis döneminde, Beni İsrail’e karşı Mısır’da aynı şeyler yapılmış; erkekler öldürülmüş, kadınlar bırakılmış, çocuklar bile boğulmuş. Mezalim, yine diz boyu değil belki gırtlakta devam edip gitmiş. Onlar öldürülünce mallarına, mülklerine kayyımlar tayin edilmiş, el konulmuş. Demek ki, kayyım tayini adı altında gasp etme Firavun’a ve firavunluğa ait bir hususiyet!”[2]

Asr-ı Saadet

Mekke’de hakkın mücadelesi verilmeye başladığında, temelleri putlar üzerine atılmış, karkası kaba kuvvetle yapılmış, duvarları riya taşları ile örülmüş, çatısı menfaat kiremitleri ile döşenmiş küfür binası şiddetli bir depreme mârûz kalmış gibi çatırdamaya başlamıştı… Kurdukları menfaat şebekesinin yıkılacağını anlayan bu zihniyet, hakkın kavgasını verenleri fıtratlarında olan yıkma, yıldırma ve yok etme gayretine girmişler ve neredeyse gün aşırı Dâr-ün Nedve’de toplanarak plan üstüne plan yapmaya başlamışlardı. O karanlık kuruldan bir gün işkence kararı çıkıyor, bir süre geçtikten sonra boykotta karar kılıyorlar, daha sonraki aşamada ise Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) suikasta kadar işi götürüyorlardı.

Mekke umumî bir suskunluğa bürünmüş, kabilelerin bir kısmı sessiz kalarak, bir kısmı yapılan hain planlara katılarak zulme şerik olmuşlardı. Din, Mekke granitlerinde rüşeym veremeyince Medine’de bulduğu kitlesel destek sayesinde dal budak salmıştı, Allah’ın inayetiyle.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) umumî hicretin 10. yılında Veda Haccı için geldiğinde, Mekke’ye yakın Zî Tuva’da gecelediği sırada, Hazreti Üsame (radıyallâhu anh) nerede konaklayacağını sormuştu. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) dudaklarından hıçkırıklı bir ağıt gibi şunlar dökülmüştü: “Akil bize kalacak ev mi bıraktı ki?” Kötülük ittifakı, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) dâhil olmak üzere hicret etmek zorunda kalanların geride bıraktıkları mal varlıklarını yağmalamış ve haramiler gibi aralarında taksim etmişti. Hatta bunların bir kısmını Şam’da satmak üzere bir kervan oluşturmuşlardı. Bedir harbinin kıvılcımını ateşleyen, işte bu gasp edilmiş, yağmalanmış ve zimmete geçirilmiş mallardı.

Nazi Dönemi

Zulüm, diktatörlük gömleğini giyip 20. yüzyılda Nazi rejimi olarak ortaya çıkmıştı. Devleti ele geçiren firavun kılıklı zalimler ve “meleleri”, halkı ırkçılık şarabıyla sarhoş ve vatan millet edebiyatı ile hipnoz ettikten sonra bütün kötülükleri normalleştirmişlerdi.

Yapılan propaganda ve eğitim modeli ile tek irade, tek ses ve tek düşünce; okullar, radyolar, sinema filmleri, hatta kiliseler aracılığıyla kamusal akla taşınmış oldu. Dolayısıyla Hitler rejimi, diğer faşist ülkeler gibi, yetkinin yukarıdan aşağı doğru kurulu olduğu bir sistem kurmuş, insanları âdeta köleleştirmiş, anlık hareket eden, günü kurtaran ve sorgusuz itaat eden bir halk psikolojisi oluşturmuştur.

Irkçılıkla zehirlenen Hitler Gençliği üyesi bir genç o günkü ruh hâletiyle ilgili şunları anlatıyor:

O zamanın izcilerinden, şimdi lise müdürü olan biri, ‘Hitler Gençliği konvoyu ile Yahudi dükkânlarının önünden geçmek, antisemitist şarkılar söylemek ve Yahudiler defolun diye bağırmak harika bir duyguydu’. O zaman haykırarak söylenilen şarkılar arasında şu da vardı: ‘Bıçağı kaldırımda bileyin ve o bıçakla Yahudilerin boynunu kesin.’ Yahudiler gözyaşlarına boğulduklarında, korku içinde dükkânlarını kapattıklarında hissettiğimiz coşku inanılmazdı. Biri bize onlara vurmamızı söyleseydi bunu hemen yapardık. Kendimizi yalnızca üstün görmüyor, aynı zamanda buna hakkımız olduğunu düşünüyorduk. İçimizde en saldırgan olanlar, Yahudilerle kişisel bir tanışıklığı olmayıp sadece derste ya da propaganda üzerinden duyduklarıyla hareket edenlerdi.”[3]

Faşizmin canavarı, Almanya’nın bütün sokaklarında kan akıtmıştı. İşin en korkunç boyutu ise daha düne kadar komşu, arkadaş, dost ve akraba olan Almanların, yapılan katliamı sevinç gösterileri ile alkışlamaları ve zulme gözlerini kapatarak destek olmuş olmalarıydı.[4]

6–7 Eylül Olayları

Zulme sağır kalarak insanlığı eksilten, vicdanı sükût etmiş toplumdan cesaret alan organize tiranlık, 1955’te Türkiye’de ortaya çıkmış ve kendinden olmayanı bir gecede düşman ilan edip tarihin gördüğü ender trajedilerden birini yaşatmıştı. 6–7 Eylül Olayları olarak tarihe geçen iki gecede, Anadolu’nun kadim sakinleri olan Rumlara ait ev ve dükkânlar yağmalanmıştı. Hadiselerin yürekleri en çok yaralayan kısmı ise yıllarca birlikte komşu olarak yaşayanların bu yağmaya katılmalarıydı.

Bu gayr-i insanî olayların şahitlerinden biri anlatıyor: “Anneme, Müslüman kadınlar gibi görünsün diye beyaz başörtüsü taktık. Pencereye bir bayrak uydurduk. Kapıya oturdum. Kalabalık bir grup önümden aktı. Kiminin elinde bir top kumaş, kiminde bir makine parçası vardı. Bütün cadde eşya doldu. Sadece Rum evlerini değil, tüm gayrimüslimlerinkini yağmaladılar. Yedikule Caddesi üzerindeki bir kiliseyi ateşe verdiler. Kıvılcımlar bizim evin üstüne düşüyordu. Caddede üç kişi durdu. Bizim eve bakıyorlardı. Yanlarına gittim, ‘Bu evin sahibi Ermeni. Şimdi Florya’da yazlıkta. Aşağıda ben varım, hatırlatırım.’ dedim. Annem Müslüman bir kadın gibi kahve pişirdi. İçtik birlikte… Yağma saatler sürdü. Gece yarısına kadar kapıdan ayrılmadım. Sonraki gün dükkânıma gittim. Kepenkler kırılmış, dükkâna girilmişti. Benim dükkâna komşum Laz Mehmet girmiş. Sabahları birlikte çay içerdik. Çok ağırıma gitti.”[5]

Ve Günümüz…

Akın İpek, 6–7 Eylül Olayları ile ilgili attığı bir mesajda, hırsızlığın iftihar kaynağı olduğu bir ülke hâline gelindiğine dikkat çekmişti.[6] 1955’te yaşanan vahim olaylara benzer şekilde, İpek ailesi gibi hayra adanmış yüzlerce ailenin bütün mal varlığına devlet maskesi takmış bir çete el koymuş ve aralarında taksim etmiştir.

Şu örnek ise Firavun şürekâsının cahiliye tiranlarının, Nazi artıklarının bu zamanda hortlayıp siyaset gömleğini giyerek zulümlerine devam ettiklerine başka bir delil gibidir:

Gökhan Akdemir, Tarsus (Mersin) bölgesinde pastaneleri ve gübre fabrikası bulunan bir iş adamıydı. 10 Mayıs 2016’da polis evini bastı ve çocuklarının gözü önünde yere yatırılıp vücuduna silah dayandı. Akdemir’in sahibi olduğu çok sayıda gayrimenkule el konuldu ve hesapları bloke edildi. Sahibi olduğu gübre fabrikası iflas ettirildi ve çalışanları işsiz kaldı.

Süreçte Mersin Çamlıyayla’daki üç katlı evi yağmalandı. Akdemir yağma olayını şöyle anlattı: “Yağma güpegündüz olmuş. Bir araba ve iki pikap evin önüne yanaşmış. Bütün eşyaları yüklemişler. Evin iç kapılarına, mutfak ve banyo dolaplarına kadar ne varsa sökmüşler. Evde hiçbir şey kalmamış. Alt katı toplantılar için ayrıca döşemiştim. Orada ne var ne yok onlar da yağmalanmış. Muhtemelen bunların malları helal diye yağmalamışlardır. Komşuların sessizliği de utanç verici. Güpegündüz evin yağmalandığını görüyorlar, korkudan sesleri çıkmıyor. Sonra bana akrabalar üzerinden haber gönderdiler de öyle öğrenebildim yağmayı. Komşularım beni severdi, sevilen insandım, ama seslerini çıkartamamışlar başımıza iş gelir korkusuyla. Plakaları bile söyleyemiyorlar.”[7]

Er Geç Bu Zulüm Bitecek

Er geç bu zülüm bitecek. Geriye mazlumların unutmayacağı “dostların sessizliği” ve yine yeniden aşkla şevkle hizmetlere devam edenlerin geleceğe yürüme azimleri kalacak.

Bir tarafta tarihteki misallerini aratmayacak, yürekleri kanatan, insanî değerleri hiçe sayan bir zulüm, diğer tarafta bu zulme sessiz kalarak ortak olan, hatta meşru gören inanılmaz büyüklükte bir kitle… Daha düne kadar arkadaşı, akrabası, komşusu ve tanıdığı olan insanlara muktedirlerin dili ile “terörist”, daha ötesinde “katli vacip” diyen ve bir gecede bütün insanlık değerlerini ayaklarının altına alan bir kalabalık ve bunlara sessizlikleri ile destek verenler…

İşte bu kalabalığı “cehalet, zaruret ve iftirak” şeytan üçgenine hapseden devrin tiranları ile mücadeleyi, ilim, uzmanlık ve ittifak rehberliğinde omuz omuza verenler kazanacaktır.

Her kesimden mağdur insanların ortak acılar yörüngesinde bir araya gelmesi ve çağları delen bu reçete sayesinde insanlık ruhunun heykelini yeniden dikmesi ve vicdan mayalı yepyeni bir medeniyet kurmaları ümit ve duasıyla…

Dipnotlar

[1] Bkz. Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm’in Açıklamalı Meali, İstanbul: define Yayınları, 2007, s. 521.

[2] M. Fethullah Gülen, “Of Bile Demediler, Of Bile Demeyeceğiz!”, Bamteli, 6 Mart 2016, www.herkul.org/bamteli/bamteli-off-bile-demediler-off-bile-demeyecegiz/

[3] Benjamin Ortmeyer, Hitler Karanlığında Okul Yılları: Analizler, Belgeler, Raporlar, çev. Derya Kaya, Doa Atayman, Z. Ece Kaya, Frankfurt am Main: Protagoras Academicus, 2010, s. 109.

[4] “Reichspogromnacht: 9./10.11.1938”, www.lpb-bw.de/reichspogromnacht

[5] Dilek Güven, “6–7 Eylül Olayları”, Radikal, 6 Eylül 2005.

[6] twitter.com/akinipek01/status/1534494511157628930

[7] Cevheri Güven, “Cemaat soruşturmalarında yargılanan iş adamının evini yağmaladılar”, boldmedya.com/2020/06/12/cemaat-sorusturmalarinda-yargilanan-isadaminin-evi-yagmalandi/

Bu yazıyı paylaş