Bizimle aynı kaynaktan beslenmeyen, aynı memeden süt emmeyen ve geçmişten gelen aynı değerleri paylaşmayanların, ızdıraplarımızı anlamaları mümkün olmadığı gibi genel tavırlarımız karşısında kendilerini hayretten alamayacakları da açıktır.. açıktır; zira bugünü ve yarını sadece fizikî çerçevesi ile değerlendirip hayatı da münhasıran cismânî yanlarıyla ele alanlara göre, bedenin o sığ ve muvakkat zevk u sefâsından başka bir şeyin duyulup hissedilmesi mümkün değildir; mümkün değildir ve bu çarpık telâkkiye göre, cismâniyet ve bedenin dışında kalan konular üzerinde durmaya bile değmez.. ne dünümüzün ne de uzak yarınlarımızın herhangi bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Geçmiş de, gelecek de hâli kaybetmiş toplumların teselli sığınağıdır. Varsa da bugün-yoksa da bugün; gerisi ömrü berbat etmektir. Evet, kendini böyle dar bir perspektife hapsetmiş bir zihniyetin “Benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız!”[1] ufkuyla alâkalı mülâhazaları anlaması çok zordur. Oysaki bu beyanın sahibi Söz Sultanı, neye ağladığını çok iyi bildiği gibi, ebet için yaratılan ve donanımı ile ebede namzet bulunan, iç dünyası itibarıyla da, iman, marifet, muhabbet ve zevk-i ruhânî dışında hiçbir şeyle tatmin olmayan olgun ruhlar da neye ağladıklarını ve neyin arkasında olduklarını çok iyi bilmektedirler.. ve bunlar için de, oturup ağlamayı gerektiren dünya kadar sebep var.
Evet, bugün hemen herkesi derinden alâkadar eden inanma ve huzura erme ya da kendini inançsızlığa salıp ızdıraplar içinde kalma davasının yanında, çözüm bekleyen yığın yığın içtimâî, iktisâdî, siyâsî ve kültürel problemler var.. toplum hayatında pek çok huzursuzluğun kaynağı sayılan hakkaniyetsizlikler, adaletsizlikler var.. insanî değerler açısından ve insaf esaslarına göre yeniden gözden geçirilip paylaştırılması gerekli olan haklar var.. sonsuzla alâkalı ümitlerimiz, emellerimiz ve bu ümitlerimizi, emellerimizi gerçekleştirme mevzuunda aşılmaz gibi görünen kaba kuvvet tahşidâtı ve antidemokratik engeller var… Hâlâ pek çok meselede hisler akla, mantığa hükmetmekte ve nizamlar, intizamlar kuvvetin ölçü tanımazlığına emanet.. ve hâlâ, dünyanın pek çok yerinde yanlış kabul edilen şeyler veya insanî kusurlar kanla, gözyaşı ile yıkanmakta.. zaman zaman insanların iradeleri de, düşünceleri de hiçe sayılarak yığınlar zorla Cennete götürülmeye çalışılmakta, ya da hoyratça Cehenneme itilmek istenmekte.. her gün yeni yeni kamplar oluşturulmakta, her takım kendi mantık ve kendi doğrularının kavgasını vermekte ve her düşünce kendine göre bir hayat tarzı resmetmekte.. dahası herkes bu dar resme uydurulmaya çalışılmakta ve öyle yaşamaya zorlanmakta.. hâlâ yüzlerce yerde, ferdî şuur ezilmekte, içtimâî irade felç edilmekte ve vicdanın gözlerine kezzap dökülmekte…
Oysaki, ferdî ve içtimâî bunalımlardan sıyrılmanın ve toplumları kıvrandıran değişik tazyikleri hafifletmenin en kestirme yolu onların vicdanlarına müdahaleden vazgeçip onlara kendi şuurları ve iradeleri ile var olma esaslarının gösterilmesidir. Evet, kitlelerin insan olarak kalmaları ve insanî değerlere yönlendirilmeleri, toplumda vicdan mekanizmasının canlı tutulmasına, irade ve şuurun saygı görmesine bağlıdır. Fert, kendi şuur ve iradesi ile var olduğu ve başkalarını da kurtarabilecek kıvama erdiği ölçüde gerçek vatandaş sayılabilir. Fertleri bu ölçüde donanıma sahip olmayan toplumlarda içtimâî, iktisâdî, siyâsî veya idârî problemlerden sıyrılmak mümkün değildir. Evet, parçaları yetersiz, tutarsız ve lehimle bir araya getirilmiş yığınlara millet denilemeyeceği gibi millet görünümündeki bu şirâzesiz eczânın herhangi bir istikbal vadetmesi de söz konusu değildir. Milletçe kurtulabilmemiz için, fert fert kurtarıcı bir ruhla tam bir metafizik gerilime geçmemiz şarttır. Millî talihimizin ikbal yıldızı, başkalarını kurtarmak için kenetlenmiş ellerin semaya kalktığı noktada içlerimize inşirah veren bir sürprizle belirecektir.
Ruhlarımızda, inancın o kendine has derinliklerini duymamız; ibadetlerimizde iradelerimizin ter, ızdırap ve sancısını yaşamamız; hareketlerimizde ahlâkî olmamız; his, irade, şuur ve gönül hayatımız itibarıyla yeniden dirilmemiz, dirilip her şeyi kalbin kadirşinaslığı ile tartıp değerlendirmemiz bizleri arzu edilen kıvama taşıyacak esasların özetini teşkil etmektedir. İşte bu esaslarla biz, enginleşip ferdiyet sınırlarını aşan bir duyma, bir dileme ve dilediği şeylerin şuurunda olma, hatta bunun bir adım daha ötesinde her şeyi sonsuzla irtibatlandırıp semavî kriterlerle değerlendirme sayesinde tam açılıma geçecek ve insan olmanın bütün avantajlarını paylaşarak “ahsen-i takvim”e mazhariyetimizi bir kere daha seslendirmiş olacağız. Zannediyorum bu temel espriyi kavrayabilmiş bahtiyarlar, başkalarını kurtarmaya namzet olmaları ölçüsünde, kendi geleceklerini de teminat altına almış olacaklardır.
Evet, bir kere daha hatırlatmalıyım ki, toplumu kurtarma hedefine göre plânlanamamış ferdî kurtarma projeleri neticesiz ve akîm kalacağı gibi fertlerin irade, şuur ve gönüllerinde öldürdüğümüz değerleri toplumda var etmemiz de mümkün olmayacaktır. Evet, kurtarıcılık hedeflenmeden kurtulma plân ve projeleri birer kuruntu, ferdî dirilişi baltalayarak milletçe bir yere varılabileceği zannı da bir avuntudur.
Bu itibarla biz, evvelâ kendi el ve ayaklarımızın bize ait olduğunu şahsî şuur ve iradelerimizde belirleyip, sonra da başkalarıyla el ele tutuşarak mâşerî şuur ve irade ile bütün problemlerimizi çözebileceğimize inanıyoruz. İşte bu şekilde davranma sayesinde, bir taraftan hep başkalarına hayat iksiri sunarken, diğer yandan da ferdî hayatımızın verimliliğini koruyarak, hatta artırarak maddî-mânevî yükselişimize süreklilik kazandıracağımız kanaatindeyiz. Evet, biz inanıyoruz ki; bir düşünce, bir plân ve bir gayret ne kadar diğergâmlık ifade ediyor ve ne kadar başkalarını tutup kaldırmaya mâtuf ise, o ölçüde tutarlı ve istikbal vadedicidir; zira insanları yaşatan kurtarma mefkûresidir; öldüren veya felç eden de menfaat tutkusudur. Ömürlerini şahsî çıkar uğrunda tüketen insanlar her zaman kirli politikalar içinde olmasalar da bir gün mutlaka kirlenmeleri kaçınılmazdır. Hayatlarını başkalarına diriliş üflemekle canlı tutanlar ise, herkesin yapraklar gibi hazanla savrulduğu yerlerde bile gezer, çevrelerine hayat iksiri sunarlar.. ve işte bunlar, her zaman dünya ve ukbâyı içine alacak olan çok yönlü bir maratonun “rıdvan”a namzet kahramanlarıdırlar.
Başkalarının varlık ve bekâsını, sırf kendi çıkarlarının kaynağı olması itibarıyla kabullenmiş görünen “kirli politikacı”nın ne dostluğuna güvenilebilir ne de düşmanlığından emin olunabilir. O, oturur-kalkar sadece çıkarlarını düşünür. Onun için el öper-etek öper ve hiç olmayacak insanlar karşısında bile hep serfürû eder.. çıkarları onu gerektiriyorsa, gücü yettiklerini ezer-geçer; baş edemeyeceği kimseler için de sürekli komplolar plânlar durur.. kuvvetli olduğu zaman hep amansız davranır; zayıf düştüğü dönemlerde de iğrenç bir mutabasbıs kesilir.. o, başkalarına karşı hep samimiyetsiz olduğu gibi, çok defa kendi oyunlarına yenik düşerek kendi kötü akıbetini de hazırlamış olur. Ona sorarsanız, aklı sıra, âlemi aldattığına, herkesi idare ettiğine ve yolunca davrandığına inanır. Oysaki zavallı, hep gülünç duruma düşmekte ve yarınlarına ait itibarını delik-deşik etmektedir. İnsanların bazılarında böyle ruhu yitirilmiş bir aldatan zeka, aslında çok ciddî bir zaaf ve onulması güç bir ruhî rahatsızlıktır. Böyle bir zaaf ve rahatsızlıkla mâlûl kimseler, kalıcı ve başkalarına yararlı herhangi bir işleri ve hizmetleri olmasa da, bazen idareli ve kurnaz davranarak, bahar-yaz, sonbahar-kış hemen her mevsimde bir kısım primler elde edebilirler.. edebilirler ama, gelecekleri adına da ne itibar ne kredi; yeniden kendilerini bir tabasbus içinde ve el-etek öpme kuyruğunda bulurlar.
Buna karşılık bir hizmet erinin davranışlarının temelini, uzun bir hazırlık ve fikir çilesinden sonra, onun vicdanından kaynaklanan hak arayışı hedefli bir merhamet çağrısı teşkil eder. İşte bu çağrı, hemen her zaman ferdî sorumluluğun çok üstünde ve içtimâî vazife şuurunun sınırlarını zorlayacak kadar aşkın ihlâs derinlikli bir çağrı ve tam bir gönül adamı işidir. Bu gönül adamı, her hayırlı işin önünde, her işinde kendi çizgisinde; bütün davranışlarında dupduru ve berrak; çevresinde olup bitenler ne denli amansız olursa olsun, hiçbir zaman bulanmayacak kadar kendi temelinden kaynaklı ve yol-yön değiştirmeyecek kadar da kararlı; iç ve dış duyguları itibarıyla Hakk’ı görüp Hakk’ı duymaya, Hakk’ı bilip Hakk’la olmaya kilitlenmiş ve halkla beraberliği de, böyle bir temâşâ noktasından duyup değerlendirme kıvamında tam bir uhrevî-dünyevîdir.. evet, böyle bir dünyevîliğin her menfezinden âhiretin şâhikalarını müşahede etmek mümkün olabileceği gibi, onun yaşadığı hayat da hemen her varyantıyla ona bir âhiret koyu âsûdeliğini tattıracak kadar berrak ve engindir. Öyle ki bu saflardan saf açık gönül, başkalarının bilmem ne kadar sene sonra kavuşmayı düşledikleri bir mutlu sona daha şimdiden ulaşmış, Hak beraberliğine ermiş ve Mele-i Âlâ’nın sakinleriyle diz dize, omuz omuza gelmiş sayılır ki, bu da onun hep kazançta olduğunu gösterir. Evet bu gönül adamı hep içten ve derin; hep büyük projeler peşinde, yüceliklere namzet.. ve oturup kalkıp merhamet düşünmekte, merhamet konuşmakta ve sürekli kendini merhametle ifade edebilme fırsatlarını kollamaktadır.. herhangi bir ayırım yapmadan hemen herkesi bir ebedî mutluluğa kavuşturma konusunda o kadar yürekten ve coşkundur ki; böyle bir mefkûreyi gerçekleştirme mevzuunda, dünyevî menfaat, çıkar veya makam, mansıp mülâhazaları bir yana o, mânevî hazları ve ötelerle alâkalı füyuzât hisleri adına da hep fedakârca ve hep aşkın yaşar. Hem kendi ruh dünyasında hem de toplumla münasebetlerinde, hem kendi iç âlemini tahlilde hem de çevresindekileri görüp gözetmede sürekli bir Yüce Güç’ün huzurunda bulunma ruh hâli sergiler ve herkesin ölüp gittiği yerlerde o üst üste dirilişler gerçekleştirir.
O, nefsinin istemediğini başkaları için de istememenin çok ötesinde kendine hoş gelen her şeyden başkalarının yararlanabilmesi için çırpınır durur, hatta bu uğurda ölür ölür dirilir.. ve ufkunun enginliği ile bir yandan zalimlerin kalbinde bile merhamet duygusunu harekete geçirmeyi başarırken, diğer yandan da mazlumların yanında bulunmayı Hak’la beraberliğin en önemli bir vesilesi sayar ve hep onlara bir nokta-i istinat olur.
Yaşatma tutkusu, kahramanımızın davranışlarını belirleyen önemli bir faktördür. Böyle bir misyona ehliyet arayışı onun her zamanki kaygısı.. en yüksek hırslardan daha yüksek bir hırsla Hak hoşnutluğunun arkasında olması ise onun en bâriz vasfıdır. O ölüp ölüp dirilirken bile, diriltme şuurunun hazzı ile ne bir acı duyar ne de herhangi bir sarsıntı yaşar. Elde ettiği başarılarını Hak inayetinin bir tezahürü kabul eder ve her gün birkaç defa kendini sıfırlar.. dahası, vesile olduğu işlere arzuları, hisleri karışmış olabileceği mülâhazasıyla tir tir titrer ve “Bana Seni gerek Seni!” der inler.
Yıllar var ki biz, işte bu kutlu ellerin, altı üstüne gelmiş ve “harap eller, yıkılmış hânümanlar, kimsesiz çöller” sözcükleriyle resmedebileceğimiz bir âlemi yepyeni bir dünyaya çevirecekleri günü hep bekleyip durduk. Bu iman, bu ümit ve bu azimle daha yıllarca beklemeye de kararlıyız. Her zaman temiz gönülleri merhametle donatan Rahmeti Sonsuz, birkaç neslin soluklayıp durduğu o ümitle şahlanmış gönüllerimizi dilerim inkisara uğratmasın..!
[1] Buhârî, küsûf 2; Müslim, küsûf 1.