Yönetimden Yönetişime

ABD’de 2020 yılının kasım ayında yapılan seçimin ardından Ocak 2021 tarihinde yeni başkan zorlu bir süreç sonunda nihayet koltuğuna oturdu. Seçimi kazanan yeni başkanın Kongre’den de onay alması gerekiyordu. Görüşmeler devam ederken birden binlerce Trump taraftarı Kongre’yi bastı, beş kişi öldü, pek çok kişi yaralandı. Baskını yapan kitle, sosyal medya üzerinden örgütlendi. Hatta Trump başlangıçta destek mesajı atmıştı. Kargaşanın ardından Twitter, Trump’ın hesabını, “halkı isyana teşvik etmesi, şiddet ve nefret dili kullanması” sebebiyle kapattı. Dünyada devlet idaresi ve siyasette Twitter’i en yoğun kullanan liderler arasında bulunan Trump’ın doksan milyona yakın takipçisi vardı.

Gelişmeler ezberlerimizi bozacak mahiyette. Normal şartlarda kamu düzenini korumak, kanunların ve kuralların uygulanmasını takip etmek, kuralların ihlali hâlinde failleri engellemek ve yakalamak, fiilleri kısıtlamak, kısaca devleti idare etmek, devlet namına kamu görevlilerinin işidir. Burada durum sanki tam tersine çevrildi. Ticarî bir şirket, ABD gibi bir süper gücün en tepesindeki temsilcisinin, görevini icrada en çok kullandığı bir mecrayı, kendi inisiyatifiyle engelledi.

Sosyal Medyanın Gücü

Sosyal medyanın gücünü bir kez daha derinlemesine fark ettik. Artık herkesin cebindeki cihazlar sayesinde dakikalar içerisinde kitlelerin toplanıp yıkıcı sele dönüşebileceğini gördük. Her nesne veya olay gibi sosyal medya da iki yönlüdür. İyiye de kullanılabilir, kötüye de. Fakat üzerinde derinlemesine düşünülmesi gereken nokta şudur: Hangi yönde kullanılırsa kullanılsın hız ve etki alanı akıllara durgunluk verecek seviyededir. Üstelik bunun ivmesi ve ağırlığı giderek artmaktadır. Bu yüzden insanlık, sosyal medyanın kötüye kullanılmasını, mümkün olan en kısa sürede engelleyebilecek mekanizmalar geliştirmek zorundadır.

Diğer taraftan “ifade hürriyeti”, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayalı toplum idaresinin temel taşıdır. Günümüzde duygu ve düşüncelerin en kolay, en yaygın ve en ucuz ifade vasıtası, sosyal medya mecralarıdır. Trump’a yapılan ifade hürriyetinin kısıtlanmasıdır. Hukuken kısıtlama sadece zorunlu hâllerde ve meşru amaç için yapılabilir. “Nefret söylemini engelleme” de genel kabule göre meşru amaçlar arasında görülmektedir.

Pekâlâ, sosyal medyada nefret söylemi bizzat devlet görevlileri tarafından yapılırsa bunu engellemek kimin görevidir? Eski devirlerde olsaydı, “İlgili şirket, görevli resmî kuruma başvursun, nefret söyleminde bulunanın hakkı kısıtlansın.” denebilirdi. Fakat bugünkü iletişim hızında bunun işe yaramayacağı açıktır.

Yönetimin Yönetişime[1] Evrilmesi

Bu durumda kullanışlı bir çözüm üretilmelidir. Şirketin kendi inisiyatifi ile kullanıcının hesabını engellemesi bu kapsamda değerlendirilebilir mi? Doğrusu hemen “Evet.” cevabı vermek kolay değil. Sorun, özel kişilerin ve şirketlerin kolayca keyfiliğe kaçma veya savrulma ihtimalidir. Adı üstünde, özel şirketler kâr amacını önceleyen, kendilerine özgü ve özel ticarî politikalar takip eden kuruluşlar. Kural olarak kamu hizmeti sunma mükellefiyetleri yoktur; şirket idaresi ve politikaları halka açık olmak zorunda değildir; herkese eşit davranma, ayrımcılık yapmama gibi bağlayıcı sınırları yoktur. Bunlar olsa bile, kamu idarelerinde olduğu gibi şeffaf, bariz ve katı değildir.

Bununla beraber gelinen noktada özel kişilerin ve şirketlerin, toplum idaresinde giderek artan oranda rol üstlendikleri de muhakkaktır. Başka bir tabirle, eski devirlerin yaygın anlayışı olan devleti kutsama; devletin âlî menfaatleri için kişilerin, hatta toplulukların haklarının ihlal edilebilmesi; hikmet-i hükûmet; devletin “baba” rolünde görülmesi gibi anlayışlar tamamıyla değişmiş ve geçerliliğini yitirmiş durumdadır.

Bilakis her bir ferdin, etrafında olup bitenlerden haberdar olması, yaşadığı toplumdaki, hatta bütün dünyadaki gelişmeleri takip etmesi, fikrini beyan etmesi, pasif değil aktif katılımcı olması, kısaca yönetime bilfiil katkıda bulunması artık bir hak ve beklentiden öte neredeyse bir vazife ve sorumluluk hâline geldi. Üstelik bu eğilim giderek artmaktadır. Hiç şüphesiz, iletişim ve etkileşim imkânlarının fevkalade hızlanması ve ucuzlaması bu eğilimdeki en önemli faktördür.

Yönetişimde Şûrâ veya Demokrasinin Rolü

Yönetişimde en önemli unsur, konu hakkında bilgi sahibi olan hemen herkesin fikrini ortaya koyma imkânına, hatta sorumluluğuna sahip olmasıdır. Nitekim demokrasinin özü de budur.

İslam medeniyeti bakımından Uhud Savaşı vesilesiyle nâzil olan Âl-i İmran sûresinin 159. âyeti bu hususta en temel küllî kaidelerdendir: “… yapacağın işler hakkında onların görüşlerini al, ama karar verince artık Allah’a dayan…”

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu konuya ilişkin, Seyyid Kutub’un yorumuna da atıfta bulunarak yaptığı değerlendirme üzerinde önemle durulmalıdır:

Allah Resûlü (aleyhissalâtü vesselam), Uhud Savaşı öncesi ashabı ile meşveret eder; kendi görüşü, Medine’de kalıp müdafaa harbi yapma istikametindedir. Ancak, yapılan istişare sonucu, Medine’nin dışına çıkılarak taarruz harbi yapılmasına karar verilir. Bu karar gereği Nebiler Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem) Uhud’a gider. Bu noktada Seyyid Kutub’un şu enfes yorumu çok yerindedir: ‘Allah Resûlü Uhud’a çıkarken orada 70 kişinin şehit verilmesi değil; Medine’de taş taşın üstünde kalmayacağını bilseydi, meşveretin hakkını vermek için yine çıkacaktı.’”[2]

İsviçre Tecrübesi

Devlet idaresinde yönetişim yönüyle İsviçre, dikkat çeken erken örneklerden sayılabilir. Zaten İsviçre, bütün dünyada, “doğrudan demokrasi”nin uygulandığı ender ülkelerden biri olarak kabul edilir.

Normalde “devlet başkanı” denilince insanın aklına kral, çar, şah, padişah gibi atadan evlada geçen saltanat veya belirli bir süre için seçimle iş başına gelme prensibi gelir. Devlet gücünü ele geçirince de bırakması kolay değildir. İnsan “güç zehirlenmesi” denilen maraza müptela olursa, başta çok iyi niyetli ve mütevazı da olsa zamanla âdeta mutasyona uğrayıp kanlı bir diktatöre dönüşme ihtimali yüksektir. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.

İşte halkı ve devleti bu tehlikeden korumak için eskiden beri hem öğretide hem uygulamada üzerinde çok durulmuş, farklı modeller geliştirilmiştir. Mesela hepimizin bildiği “kuvvetler ayrılığı” prensibi bunlardan biridir.

Aynı kapsamda devlet gücünün dağılımı ve kullanılması konusunda İsviçre’nin yaklaşık iki asırlık tecrübesi de çok dikkat çekicidir. Devlet gücü mümkün olduğu kadar küçük parçalara ayrılarak geniş alana ve tabana yayılmıştır. Yürütme erki ve devlet başkanlığı görevi, yedi kişiden oluşan Federal Hükûmet’te toplanmıştır. “Devlet başkanı” denebilecek kişi, sadece temsil görevini yürütmek üzere, konseyi oluşturan yedi kişi içinden bir yıllığına seçilir. Resmi unvanı da “İsviçre Konfederasyon Başkanı”dır.[3]1848’den bu yana her yıl İsviçre’yi ayrı bir Başkan temsil etmektedir.

Çiçek Açan Fertlerin Ortak Aklı

Gelinen bu noktada Hocaefendi’nin kavramlaştırdığı “ferdin çiçek açması” ve “çiçek açan fertlerin ortak akılla hareket etmesi” çok önemlidir.[4] İnsanlığın bugüne değin birikmiş tecrübesine göre, demokrasi geri dönüşü olmayan bir yoldur. Daima geliştirilecek ve ilerleyecektir.[5]

Artık bütün kamu hizmetlerinin ve devlet idaresinin, toplumun ihtiyaçlarına dair her konunun devlet ve resmî kurumlar tarafından düşünülmesi ve karşılanması yerine, sivil toplumun, gönüllü kuruluşların, inisiyatiflerin, anlık olaylara göre gelişen ve şekillenen grupların, özel şirketlerin ve müteşebbislerin öne çıktığı ve rol üstlendiği bir çağa girmiş durumdayız.

Elbette bu safhada, toplumun idaresine katılırken kargaşaya ve kaosa sebep olmamak için makul dengenin bulunması ve korunması çok önemlidir. Buna ilişkin kavramlar ve müesseseler de zaman içinde şekillenecektir. Bize düşen yaşadığımız çağı iyi okuyabilmek, yaşanan hâdiselerden dersler çıkarabilmek; aynı zamanda ferdî olarak çiçek açarak insanlığın müşterek yararı için ortak akılla topluma katkı sunabilmektir.

Yoldaki İşaretler

Küreselleşme ve iletişim çağı sayesinde âdeta zaman ve mekân büzüşmüş durumdadır. Bütün dünya üzerinde farklı milletlerden, ırklardan, sosyal veya dinî gruplardan pek çok insan, aynı anda etkileşim hâlindedir. Böylesine hızlandırılmış, mütecanis bir yapıya en uygun idare, “katılımcı demokratik yönetim”dir. Bu istikamette geleceğe emin adımlarla yürüyebilmek için Hocaefendi’nin Le Monde gazetesine 2019 yılında yazdığı makale, önemli yol işaretleri içermektedir:[6]

“Vatandaşlar hak ve özgürlükleri etrafında bir araya gelebilmeli ve bu hakları ihlal edenlere karşı demokratik yollarla karşı çıkabilmelidir.”

“Zulme karşı kendini ifade etmek, demokratik bir hak, bir vatandaşlık görevi ve inananlar için dinî bir vecibedir.”

“İslam’da insan hakları, demokrasi ve sosyal katılım gibi konularda dünya Müslümanlarına yeni açılımlar sunulması önemlidir.”

“Devlet bizatihi maksat değil, insanların her iki cihanda mutluluğa ulaşması için yardımcı bir araçtır.”

“Dünyanın değişik yerlerine dağılan Hizmet gönüllülerine düşen görev, topluma entegre olarak yasalara uygun bir şekilde yaşamak, sosyal problemlerin çözümüne katkı yapmak ve İslam’ın radikal yorumlarının Avrupa’da yayılmasına karşı müspet hareketle mücadele etmektir.”

“Hükûmetin yetki ihlallerine karşı birer denge unsuru olarak sivil toplum ve hür medya da anayasada korunmalıdır.”

“Kanaat önderleri; demokratik değerleri, söylemleri ve hareketleriyle vurgulamalıdır.”

Yol kazasına uğramamak ve salimen seyre devam edebilmek için yoldaki işaretler önemlidir.

Dipnotlar

[1] Yönetişim: “Resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımı.” (TDK Güncel Türkçe Sözlük).

[2] M. Fethullah Gülen, “Ortak Akıl ve İmam-ı Azam Hazretlerinin Hakperestliği”, www.herkul.org/herkul-nagme/275-nagme-ortak-akil-ve-imami-azam-ebu-hanife-hazretlerinin-hakperestligi/

[3] “İsviçre”, tr.wikipedia.org/wiki/İsviçre; “İsviçre Konfederasyonu başkanı”, tr.wikipedia.org/wiki/İsviçre Konfederasyonu başkanı

[4] M. Fethullah Gülen, “Bireyin Çiçek Açması”, fgulen.com/tr/turk-basininda-fethullah-gulen/fethullah-gulenle-gazete-roportajlari/yeniyuzyilda-nevval-sevindi-ile/7881-Yeni-Yuzyil-Bireyin-Cicek-Acmasi

[5] Faruk Mercan, Demokrasiden Geriye Dönüş Yok – Dünden Bugüne Fethullah Gülen’in Düşünce İstikameti, New York: Blue Dome, 2016, s. 245.

[6] Fethullah Gülen : « L’échec de l’expérience démocratique turque n’est pas dû à l’adhésion aux valeurs islamiques mais à leur trahison », www.lemonde.fr/idees/article/2019/02/25/fethullah-gulen-l-echec-de-l-experience-democratique-turque-n-est-pas-du-a-l-adhesion-aux-valeurs-islamiques-mais-a-leur-trahison_5427773_3232.html; “Fethullah Gülen, Le Monde’a yazdı: Türk demokrasisi İslami değerlere uyulduğu için değil, o değerlere ihanet edildiği için başarısız oldu”, fgulen.com/tr/basindan-tr/haberler/fethullah-gulen-le-mondea-yazdi-turk-demokrasisi-islami-degerlere-uyuldugu-icin-degil-o-degerlere-ihanet-edildigi-icin-basarisiz-oldu

Bu yazıyı paylaş