Şehrin Öteki Ucu

Derken şehrin öte başından bir adam koşarak geldi ve dedi ki: ‘Ne yapıyorsun Musa? Yetkililer idam istemi ile senin hakkında karar vermek üzere toplantı hâlindeler. Beni dinlersen derhal şehri terk et! Ben, hakikaten senin iyiliğini isteyen biriyim!’” (Kasas, 28/20).

Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve dedi ki: ‘Ey kavmim! Bu elçilere uyunuz! Sizden bir ücret istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun!’” (Yâsîn, 36/20–21).

Bu âyet-i kerimelerde geçen “aksa’l-medîne” (şehrin öteki ucu) tabirine, meal ve tefsirlerde “şehrin en uzak yeri”, “şehrin öbür ucu”, “şehrin ileri gelenlerinin yaşadığı yer” gibi anlamlar verilmiştir.[1] Yukarıda zikredilen âyetlere bakıldığında, bu insanların mümtaz, sözü dinlenir ve seviyeleri yüksek insanlar oldukları anlaşılır.

Kur’ân, yaşanası hayatları gözümüzün önüne ibret levhaları olarak serer. Kur’ân’ın bize hikâye ettiği bu kıssalar, yaşanmış hadiselerdir.  Bu gerçek hikâyelere müdakkik bir nazarla bakılabilirse o kahraman kadın ve erkekler sinema şeridi gibi gözümüzün önünden geçer, geçerken de bizlere bazı hakikatleri fısıldar. Yapılması gereken, kıssaları okurken günümüzdeki hadiselerle irtibatlar kurup o mübarek şahsiyetleri tanıyıp ibret almaktır.

Hazreti Musa (aleyhisselâm) ve Mümin-i Âl-i Firavun

“Kıssalar” anlamına gelen Kasas sûresinde, İsrailoğulları ve Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) hayat hikâyeleri anlatılır. Hazreti Musa’nın bir bebek iken saraya teşrifinden Mısır’dan mucizevi ayrılışına kadar hayat serencamını bu sûrede adım adım takip edebiliriz.

Sûrenin 20. âyetine geldiğimizde bizi bir zat karşılar. Kur’ân bize bu kahramanı; feraseti, zamanı ve mekânı iyi okumuş olması ile anlatır. Elif gibi dimdik duran bu zat, bir rivayete göre,[2] Hazreti Asiye’nin ağabeyi ve Firavun ordularının başkomutanı olan Mümin-i âl-i Firavun’dur.[3] Sarayda olup bitenleri görür ve kendini de riske atarak şehrin öbür ucundan koşup Hazreti Musa’yı uyarmaya gelir. Kur’ân’da söyledikleri bellidir, ama görünen o ki Hazreti Musa’ya daha çok şeyler anlatmış olsa gerek. Âyetteki siyak ve sibaka bakıldığında, âdeta “Git buralardan Musa, durumlar karışık. Sen bize lazımsın. Allah Kerim’dir; zamanı gelince dönersin.” dediğini duyar gibi olursunuz. Aynı zat, yıllar sonra yaptığı civanmertliği ile yine tarihin seyrinin değişmesine vesile olur. Tam da kendi ismine uygun bir yerde, Mümin sûresinde, sapasağlam imanıyla karşımızda dimdik durur, en sıkıntılı zamanda yerinden fırlar ve Hazreti Musa’ya sahip çıkar: “… Ne o, siz bir insan ‘Rabbim Allah’tır!’ dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz?” (Mü’min, 40/28).

Habib-i Neccar

Birlikte Kur’ân’da biraz daha seyahat edelim ve yüce kitabımızın kalbi olan Yâsîn sûresini ziyaret edelim. Sûrenin ikinci sayfasında yine büyük bir kamet bizi karşılar. Tefsirlerde adı Habib-i Neccar olarak verilen zat, Hazreti İsa’nın (aleyhisselâm) havarileri Antakya’ya geldiklerinde onlara ilk inananlardandır. Bir marangoz olan Habib, inancını haykırmış ve şehit edilme pahasına o insanlara sahip çıkmış bir büyük kamettir. Şehrin öbür ucundan koşarak gelir ve kavmine, “Ey kavmim! Bu elçilere uyunuz! Sizden bir ücret istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun!” (Yâsîn, 36/20–21) der.

Şehrin öteki ucundan koşarak gelen kahramanları anarken kadınlık âleminin kahramanları Hazreti Hatice (radıyallâhu anha), Hazreti Nesibe (radıyallâhu anha), Nene Hatun ve daha niceleri nasıl unutulur ki… Siyer tarihine baktığımızda Hazreti Hatice Validemizi (radıyallâhu anha) hep dimdik görürüz. Efendimizin (aleyhissalâtü vesselâm) en büyük destekçisidir. Yıllarca süren boykot döneminde bütün servetini Müslümanlar için seferber eder. Yeğenlerini kullanarak boykotu kırmaya çalışır, badireleri aşmak için koşturur. O sıkıntılı dönemlerde koşturan daha nice kadına şahit oluruz; bazılarını savaşta erkeklere destek verirken bazılarını da şehitlik mertebesine koşarken görürüz.

Efendimize “yâr-ı gâr” (mağara dostu) olan Hazreti Ebubekir de (radıyallâhu anh) Mekke’nin ileri gelenlerinden biri olarak asırlar önce Firavun ailesinden o büyük Mümin’in dediklerini âdeta tekrarlar, “Rabbim Allah’tır diyen insanı öldürecek misiniz?”[4]diyerek Müslümanlara kol kanat gerer. Tarihin o kutlu sayfalarında şehrin öteki ucundan koşanlar içinde o da yerini alır.

Şehrin öteki ucundan koşup gelen kadın erkek bu büyük kametler, her zaman önemli misyonlar yüklenmiş, canları pahasına da olsa tarihte dönüm noktası olmuşlardır. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) dizinin dibinde Hazreti Ebu Bekir, son asırda Bediüzzaman ve günümüzde ise muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi gibi büyük kametler, Kur’ân’da bizlere anlatılan Habib-i Neccar ve Mümin-i âl-i Firavun gibi zatların misyonlarını üstlenmiş ve her zaman koşup yanımıza gelmişlerdir. Allah’ın izni ile bu zatlar, tarihin seyrinin değişmesine imza atmışlardır.

Bütün peygamberler, sıddıklar, hak davanın şahitleri ve salihler, bir mânâda, şehrin öteki ucundan, dönemin sıkıntılarına çare olmaya koşan kahramanlardır. Vazifesi itibarıyla her peygamber, her türlü probleme koşmuş ve tevhit hakikatlerine saykal vurmuşlardır. Şehrin en ücra köşesinden bir kimse, iman etmiş olarak koşup gelebiliyorsa bu durum, hakikat erlerinin şehrin en uzak noktalarına kadar ulaştığına da bir işarettir.

Geçtiğimiz asırda memleketin ilim merkezinden, nebilerin, asfiya ve evliyanın neşet ettiği beldelerden İstanbul’a gelen ve geldiği andan itibaren üniversite eğitimini önemseyen ve doğuda bir üniversite (Medresetü’z-Zehra) kurulması için koşturan Üstad Bediüzzaman’ı, döneminin Habib-i Neccar’ı olarak görürüz. O büyük zatı, kendi döneminde canını hiçe sayarak paramparça olmuş İslamî hakikatlere sahip çıkarken müşahede ederiz. Dünyadan hiçbir beklentisi olmadığını, fedakârlığını, yaşatma ideali taşıdığını eserlerinde takip edebiliriz. Kalbinin tam ortasından gelen bir nida ile “Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül-gülistan olur.”[5] dediğini, bir asır sonra biz de duyar gibi oluruz.

Hakperest beyanlarıyla John Esposito, Anwar Alam, Thomas Michel, Scott Alexander, Jon Pahl ve Craig Considine gibi akademisyenleri de günümüzün şehrin öteki ucundan koşanları arasında sayabiliriz.

Bu kametlerin ortak özelliği “güven insanı” olmalarıdır. Her dönemde şehrin öteki ucunda oturanlar vardır. Bu insanlar güven âbidesidirler. Onlara güvenmek için uzun bir süre gerekmez. Bakışlarından, duruşlarından, yürüyüşlerinden, hadiseleri değerlendirmelerinden, sizi dinlerken yüzlerindeki o temiz ifadelerden, tebessüm ettiklerinde yanaklarındaki gamzelerden ve samimiyetlerinin kokusundan onları tanırsınız.

İbn Rüşd, “Fikirlerin kanatları vardır, insanlara ulaşmasını kimse engelleyemez” der.[6] Bu gibi kametlerin fikirleri, sevgileri, samimiyetleri, hâl ve hareketleri; tatlı meltemler gibidir. O güzelliklerin ve sevginin insanlığa ulaşmasını, yanaklarımızı okşamasını hiç kimse engelleyemez.

Herkes kendi hayatına baksa böyle melek gibi büyükleri hisseder. Ben de hayatıma tesir etmiş olan güzel insanları hep çevremde hissettim. Nerede olursam olayım şehrin öteki ucundan fikirleri ve tavsiyeleri, doğrudan veya dolaylı olarak bana ulaşan Habib-i Neccarlarım, Mümin-i âl-i Firavunlarım ve Ebubekirlerim hep oldu.

Bu insanların sesi, dönemlerindeki samimiyetin, fedakârlığın ve îsâr ruhunun da sesidir. Yaşama değil de yaşatma ruhunun diğer adıdırlar. Her şeyi feda etmeye hazır gönüllü kahramanlardır. Hepsinin ortak bir özelliği vardır: Peygamber vârisi olmaları sebebi ile ücret istemezler ve fedakârca koştururlar. Onlar için en büyük hediye Allah rızasıdır. Dillerinde şu âyet dolaşır durur: “Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.” (Şuarâ, 26/109).

Bizler de muhtaç gönüllere şehrin öteki ucundan koşalım, dostlara sahip çıkalım, onları sarıp sarmalayalım ve dertlerine derman olalım. Aramızdan ayrılıp ötelere göç etmiş olan, her derdimiz için şehrin öteki ucundan koşup gelen Hacı Kemal Erimez, Ali Kervancı, Yusuf Pekmezci ve Mehmet Ali Şengül gibi ağabeylerimizle anılmak istemez miyiz? Sizin de Haticeleriniz, Ebubekirleriniz, Habib-i Neccarlarınız, Mümin-i âl-i Firavunlarınız, Üstadınız ve Hocanız varsa en sıkıntılı anlarınız bile güzelleşir. Tarihin seyrini değiştiren bu insanları bütün insanlığın tanımasına vesile olmamız temennisiyle.

Dipnotlar

[1] www.islamilimleri.com/Tefsir/Tefsir/index.htm; www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=28&ayet=20

[2] Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, 27/57.

[3] “Firavun ailesi içinde neş’et edip Hazreti Musa’ya en kritik anda destek veren bir mü’min.” M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 359.

[4] Buharî, Fezâilu Sahabe, 5.

[5] Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 616.

[6] İbn Rüşd, Düşüncelerin Kanatları Vardır – Kimse Onların İnsanlara Ulaşmasına Engel Olamaz, Ankara: Gece Kitaplığı, 2020.

Bu yazıyı paylaş