Vicdanları dupduru, meşale ellerinde
Yürüdüler yolları usanmadan, bıkmadan
Sıra sıra buzullar, bozkırlar önlerinde
Kadın erkek gittiler korkuya kapılmadan
Yeni bir destan için ilk adımı attılar
Kuş uçmaz, kervan geçmez diyarlar yurtlarıydı
Dünyayı mâfihâyı arkada bıraktılar
Sağda solda melekler nurdan kanatlarıydı
Karlı dağlar aştılar, deryalardan geçtiler
Gittiler doludizgin, sevda sinelerinde
Hızır’ın testisinden âb-ı hayat içtiler
Huzuru taşıdılar hepsi heybelerinde
Küheylanlar misali koştular yorulmadan
Yeni bir gül devrinin şafak emaresiydi
Durup dinlenmediler yollarda çatlamadan
Her yanda gül kokusu bir bahar mevsimiydi
Adanmışlık ruhuyla engelleri aştılar
Doğdular ay misali karanlık dünyalara
Kalbden kalbe yol bulup candan kucaklaştılar
Sevgiyi taşıdılar susamış insanlara
Aşk u şevkle coştular, heyecanlar dorukta
Sevdayı ilmek ilmek dokudular çağlara
Boyunlar kıldan ince, gözler boyundurukta
Rahmet olup yağdılar bahçelere, bağlara
İş başa düştü diyen nice er oğlu erler
Derman arıyorlardı kanayan yaralara
Çöllerde, buzullarda mecnun gibi gezdiler
Yetiştiler yorulmuş, hırpalanmış canlara
Acımasız kışların öfkesi diniyordu
Düşüyordu havaya, suya ılık cemreler
Yorgun argın insanlar yollarda bekliyordu
Gözyaşıyla toprağı süslüyordu taneler
Bu bir macera değil, sahibinden müjdeydi
Koştular yangınlara, tulumba ellerinde
Ufuklarını sarmış ölümsüz mefkûreydi
Sevginin, kardeşliğin türküsü dillerinde
Sahabenin ardında “önden giden atlılar”
Yola çıkan muhacir geri dönmeyecekti
Sıcak nefesleriyle meyveye durdu dallar
Hakk’ın yaktığı şem’a asla sönmeyecekti