“İnsanların, seslerin, ışıkların çekildiği bir zamandayım.”[1] Kendimden bile uzak bir yerde, yalnız başıma oturuyorum. Vücudum derin bir uykuyu arzulamakla birlikte şuurum uykuyu reddediyor. Âdeta iki göz kapağım arasında yıllar var ve kavuşamıyorlar.
Bazen yaşamak ile hayatı anlamak arasında bir çelişki varmış gibi geliyor. Bin kere öğrendiğim yaşamayı, bir kerede unutuyorum. Hayat denilen muallim, aklımı avucuma verip ayıklamayı öğretiyor bana. Şimdi ilim diye kuşandığım ne varsa birer birer bırakıyor, rüyalardan devşirdiğim cümleleri yazmaya koyuluyorum.
Kafamın içinde dönüp duran girdabı koyuveriyorum. Zamanın içinden derin bir menfez açılıyor. Âdeta Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) sesini işitiyorum.
Aman Allah’ım, gündüz gibi bir rüya! Sina çölünde bir vaha! Şu karşımda duran o ulu’l-azim peygamber… Firavun’un öldüğünü haber almış, ailesi ile birlikte Medyen’den Mısır’a doğru yola çıkıyordu. Sırtımda çocuğum, elimde azık torbamla bu yolculukta ben de onlara eşlik ediyordum.
Hazreti Musa’nın eşi Safura hamile idi. Gece boyunca yol aldık. Malum, çöl iklimi. Geceleri çok soğuk. Yiyeceğimiz tükenmek üzere ve çok yorulduk. Neyse ki Sina Dağı’nın eteklerine yaklaştık.
Sırtımdaki çocuk mızırdanmaya başladı bile. Belli ki acıktı yavrucak. Emzirmek için vadide mola vermeyi bekliyorum. Hazreti Musa (aleyhisselâm) bir bizim hâlimize, bir de ümitle göklere bakıyor. Beklediği bir şey mi var acaba? Engel olamadığım bir şekilde kalbim, birileri kapıyı çalıyormuşçasına, sert ve tok sesler çıkararak atıyor. “Sakin ol!” diyorum kendi kendime. Gecenin en koyu hâlini yaşıyoruz. Bununla birlikte gökte yıldızlar ve Ay, yüzlerimizi aydınlatıyor. Hazreti Kelîmullah’ın yüzü çok daha aydınlık.
Sina Dağı’na doğru başını çeviriyor ve yüzü gülüyor, “Durun! Bir ateş ilişti gözüme. Oraya doğru gideyim. Belki oradan bir kor alıp size getiririm. Belki orada yolu bilen birini bulurum.” (Tâ Hâ, 20/10) diyor.
Hepimiz seviniyoruz. Ben yavrumla ilgilenirken o da yalnız başına Tur-u Sina’ya doğru yol alıyor. Üşüdüğümü unutup bir an önce Mısır’dan ümit verici haberler almak istiyorum. Hürriyet ve selamet beklentisi, insana maddî ihtiyaçlarını bile unutturuyor.
“Bizi beraberinde neden götürmüyor?” diye merakla sormadan edemiyorum. Safura Hanım’la göz göze geliyoruz. Mısır saraylarında yetiştirilip derin bir ilimle donatılan eşine güveniyor. On sene boyunca da babası Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) yanında manevî olgunluğa eriştiğini söylüyor. Çok kereler harikulade hâllerine şahit olduğu için Sina Dağı’na yalnız başına gitmesini de yadırgamıyor. Eşini sabırla beklemeye koyuluyor. Göz aydınlığını umutla beklemek ne güzel!
Tuva’da bir Musa,
Elinde asâ,
Koyuldu yola,
Mâsivâ, önüne çıkan Sina.
Bir mıknatıs gibi çekti gönlündeki Tur, istikbaldeki Nur
Koşmak istedi Hazreti Musa küheylan gibi… Nefesi bitene, nefsi dinene kadar koşmak. Yorulana kadar değil, durulana kadar koşmak. Önüne gelen her engel Sina olup çıkıyordu. Nefes nefese kalsa da Sonsuz Nur’a yetişmeye kimin gücü yeterdi ki?
Hazreti Musa (aleyhisselâm) dağda miracını yaşayacaktı. Bizim yoldaşlığımız Tuva’ya kadarmış. Ayaklarımızdaki dünya kiri ve bedenlerimizdeki beşer libaslarıyla ona eşlik etmemiz mümkün gözükmüyor.
Biz de onunla birlikte İlahî kelama kulak verelim o hâlde: “Hani ona Tur’un sağ tarafından seslenmiş ve özel konuşma için onu huzurumuza almıştık.” (Meryem, 19/52).
Böylece Hazreti Kelîmullah ateşi gördüğü yere ulaştı. Vadinin sağındaki ağaca doğru yöneldiğinde “Ey Musa!” diye bir nida işitti ve irkildi. Sonra durdu ve dinledi:
“Haberin olsun: Benim, Ben Senin Rabbin! Çıkar pabuçlarını hemen! Çünkü kutsal vadidesin sen! Evet, evet, Tuva’dasın sen. Peygamberliğe seçtim seni. Öyleyse iyi dinle sana vahyedileni!”
Işık gözlerini kamaştırıyor. Kutsî sesin tesiri bütün hücrelerine işliyor.
İbnü’l-Arabî’nin dediği gibi, Hazreti Musa (aleyhisselâm), ailesine ateş aramak için yola çıktığında vahyi bulmuştu. Yani halka hizmet ederek Hakk’a ulaşmıştı.[2]
Pabuçlarını çıkaran Hazreti Musa’ya (aleyhisselâm) “Kelîmullah” kanatlarını takıverdi Allah (celle celâluhu).
Sina Dağı’nda yanan ateş, insanlığı aydınlatacak Nur’un habercisiydi. Nar yakar, kavurur; nur ise aydınlatır ve teskin eder. Kutsî tecelliye hazır hâle gelmek için maddeden tecerrüt edip benlikten sıyrılmak ve vahye kulak vermek gerek.
Hazreti Musa (aleyhisselâm), İlahî emre itaat ederek pabuçlarını çıkardı. Miraca pabuçla çıkılır mı hiç? Dünyanın kiri, çamuru en çok pabuca bulaşır. Kutsî olan, süflî pabuçları kabul etmez.
Dipnotlar
[1] Ahmet Altan, İçimizde Bir Yer, İstanbul: Alkım Yayınevi, 2004, s. 102.
[2] Ekrem Demirli, Şair Sufiler, İstanbul: Sufi Kitap Yayınları, 2018.