Değişimler ve Farklılıklar

İnsan kimi vakitlerde sanır ki cefa da sefa da hep böyle gidecek, hiç değişmeyecek ve devran hiç dönmeyecek. Hâlbuki insana inkâr edilemez biçimde, yaşanan duruma uyum sağlama veya alışma kabiliyeti verilmiştir.

İnsana bahşedilen hemen bütün nimetlerin, olması gerekenden eksik ya da fazla kullanılması bir hatadır. Zorluklara ve acılara alışmak da öyledir. Peki alışınca ne olur? Ya umursamazlık ya da çöküntü başlar. Görüş açısı daralır, bakışı bulanır ve her tarafı rengi solmuş, matlaşmış yahut kararmış görür. Öncelikle öteden beri söylenegelen ifadeyi tekrar edelim: Her şey zıddıyla kaimdir. Yani ak varsa kara da var. Acı varsa sevinç de var. Acının varlığı sevince, sevincin varlığı acıya bağlı bu dünyada. Durağanlık ve alışmışlık da hareketli zamanların ve yabancılığın zıddı. İnsanın bazen içinde bulunduğu hâli kabullenmesi ve ona alışması zor olabilir ya da hiç olmaz. Bu noktada da sanki saniyeler dakika, dakikalar gün olur. Zihnen zaman sündükçe süner, uzadıkça uzar. Dışarıdan bakıldığında kısa görülen bir süre, içte oldukça uzun tasavvur edilir. Böylece insan ya zaman geçmiyor diyerek ifrata yahut da hiç farkına varmadan zihninde uzatarak zaman algısında tefrite düşmüş olur.

Çareleri nelerdir diye sorulursa iki kelimelik bir cevap verilebilir: sabır ve şükür. Sıkıntıya düşünce sabrederek, nimet verilince şükrederek üstte anlatılan yanlışlara düşmeden, orta yolda, istikamet üzere yürünmüş olur. Ancak burada önemli olan nokta, “Sabır ve şükür nasıl kazanılır ya da muhafaza edilir?” sorusudur. Yüce Yaratıcı, insana kaldıramayacağı yükü yüklemiyorsa o zaman neden sabredemiyor bir kısım insanlar? Bediüzzaman’a göre bunun cevabı, her musibete karşı kâfi gelecek sabır kuvvetinin, evham sebebiyle israf edilmesidir. Zihnen kendini olumsuz düşüncelerden uzak tutması gereken insan, kuruntularının tahakkümüne yenilir, gaflete dalar ve fâni hayatı bâkî tevehhüm ederse kendine ihsan edilen sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtır ve hâlihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar.[1]

Etrafımızdaki şeyler gerçekten hep aynı mı? Rabbimiz sanatını icra ederken hadiselerin meydana geliş sürelerini farklı takdir ediyor. Nefes alışverişimiz, ortalama dört saniye sürüyor. Gözlerimizi kırpma süremiz, saniyenin yaklaşık 10’da biri kadardır. Konuşma hızımız ise saniyede bir veya iki kelimedir. Parmağımıza iğne batsa elimizi çekme hızımız, saniyenin binde biridir.

Hücrelerin vazifeleri ve ömürleri farklıdır. Hiçbir şey değişmiyor dediğimiz anda bile bedenimizde milyonlarca hücre tahrip edilir ve yeni hücreler yaratılır. Trilyonlarca hücremizin her birinin ihtiyacı, haberimiz bile olmadan giderilir. Her gün takriben 330 milyar hücre yenilenir, bu da bütün hücrelerimizin yaklaşık yüzde 1’ine eş değerdir. 80 ile 100 gün içinde, 30 trilyon hücremiz yenilenmiş olur; bu da bir bakıma yeni bir beden anlamına gelir.[2]

Biraz daha geniş dairede hayvanlara bakalım. Önce sınıflara sonra alt dallara, en sonunda da türlere ayrılıyorlar. Kimi yerde sürünerek gidiyor, kimileri de uçarak. Bazıları her sene binlerce yol giderken bazıları da çok sınırlı bir bölgede ömrünü geçiriyor.

Ağaçlara geçelim isterseniz. Bir yanda meyveliler var, diğer yanda meyvesizler. Bazıları kereste yapmaya uygun, bazıları ise bahçede süs olmaya. Birtakım bitkilerin boyu santimlerle ölçülürken bazı ağaçların boyu 100 metreyi aşıyor. Çalı genişliğinde olanlar var, metrelerce çapında olanlar da.

Daha özelde meyveleri ele alalım. Yüzlerce, belki binlerce çeşit meyve mevcut. Yerde biteni de görülüyor metrelerce yukarıda olanı da. Sarmaşıkta çıkanı da oluyor, toprağın içinde gömüleni de. Sıcak iklimde yetişenler ayrı, soğuk iklimde ayrı. Çöldekiler farklı, dağdakiler farklı. Akla hayale gelebilecek neredeyse her renk ve şekilde meyve dünyada mevcut. Çok sayıda yenilebilir meyve varken, belirli hikmetlere binaen zehirli olanları da yok değil.

En yakın dairede elmaya göz atalım. Elmanın yazlık olanı da kışlık olanı da yetişiyor. Sarısı da var, kızılı da yeşili de. Misketten büyük olmayanıyla beraber bir tanesi bir kiloyu bulan cinsi de önümüze serilmiş. Ekşi elma da yetişiyor aynı toprakta, tatlı da. Hatta aynı ağaç üstünde bile alt dallardakilerin tadı üsttekilerden biraz değişik. Ağaç aynı, hava aynı, güneş aynı, iklim aynı, ama yeri geliyor meyvelerin dallardaki yetişme müddeti birbirinden farklı. Hatta aynı ağaç üstündeki meyvelerin olgunlaşması bile farklı zamanlarda oluyor. Ya hepsi birden aynı günde erişseydi diye çok düşünmüşümdür. Hepsini birden, tek seferde toplamak gerekirdi. Etrafımıza bakalım; meyvesiz ve sebzesiz kaldığımız bir mevsim yok gibi.

Her şey bir düzen içinde değişirken meselelerin aynı kaldığını, hiçbir şeyin değişmediğini düşünmek yahut rahat günlerin hep devam edeceği zannına kapılmak ne derece makul? Yaratılış kanunlarına hürmet ederek yenilenmeye açık, ilim ve hakikat aşkıyla gelişmeye hazır olmak, iradelerimizin hakkını vermek anlamına geliyor.

Dipnotlar

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 12.

[2] Mark Fischetti, Jen Christiansen, “A New You in 80 Days”, Scientific American, April 2021, 324, 4, s. 76.

Bu yazıyı paylaş