Bir gün onunla aynı evde birlikteydik. Kaldığı oda yan taraftaydı. Birkaç arkadaşımla birlikte onun odasının bitişiğinde bir odada kalıyorduk. Gece yarısı bir ses duydum. Yan odanın kapı sesiydi bu. Kalkıp kaldığımız odanın kapısından dışarı nazar ettim. Baktım o. Paltosunu ve ayakkabılarını giydi. Sessizce, kimseyi rahatsız etmeden kapıyı açtı ve evden çıktı. Şaşırmıştım. Bu vakitte, yalnız başına acaba nereye gidiyordu? Benim onu gördüğümü fark etmedi. Ben de ceketimi giydim ve çıktım ardından. Gecenin karanlığında o önde, ben arkasında, yürüyorduk. Muhtemel tehlikelerden onu korumak maksadıyla kendimi gizliyordum.
Yıldızlı bir geceydi. Yarıma yakındı ay, ama yine de tatlı bir tebessümü vardı yeryüzüne. Apartmanların alacalı gölgeleri, girintili çıkıntılı siluetleri, bu sessizlik içinde insanın içine ayrı bir ürperti salıyordu.
Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiiri geldi aklıma o an. Bir taraftan onu takip ediyordum, bir taraftan da “Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar / Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi / Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum” gibi kopuk kopuk mısralar, zihnimden akıp gidiyordu.