Her mevsimin ayrı bir güzelliği vardır, ama sonbahar sanki daha özeldir. Bu mevsimde bir ırmak kıyısı, göl kenarı ya da bir parkın bankı, bir çeşit tenezzüh yeridir. Sanki büyük bir sanat galerisi veya özenle seçilmiş resimlerden oluşan bir kitaptır sonbahar. İnsanı yaz manzaralarından daha çok hislendirir, biraz da hüzünlendirir.
İlkbaharda yeşilin, pembenin ve beyazın tonlarıyla süslenen ağaçlar bu kez, sarıya, turuncuya, kırmızıya büründürülür. Yapraklar, çiçekler gibi renklendirilir, onlar kadar güzelleştirilir. Esen rüzgârlarla dans ederek uçuşurlar. Sarının heyecanı, turuncunun mutluluğu, morun asaleti ve kahverenginin tevazusu bütün benliğimizi sarar. Gökten altın yağıyormuş gibi etrafa serpilen yapraklar, bahar çiçekleri kadar muhafaza edilmeyi hak ederler.
Mevsimler değişirken kim bilir neler hissederler, neler konuşurlar ağaçlar. Belki de ilk baharda bizim gibi onlar da canlanmanın, dirilişin neşesini; sonbaharda da bizim gibi romantizmle karışık ayrılık acısını, ihtiyarlığın hüznünü paylaşırlar. Acaba kendi aralarında neler konuşur, nasıl anlaşırlar?
Biz duyamasak da onlar kendi aralarında haberleşiyorlar. Karşımızda hissiz gibi duran ağaçların da haberleştiği, tehlikelere karşı birbirlerini uyardığı ve önlem aldıkları ile ilgili tespitler vardır. Hele bir ağacın hayatî faaliyetlerini sürdürmesi için kökünden gövdesine, gövdesinden dallarına, yapraklarına ve çiçeklerine, çiçeklerinden meyvelerine kadar bütün organlarında yaratılan biyokimyevî olaylar var ki onları öğrenen, vicdanı uyanık bir insanın, hayret ve hayranlık hislerine kapılmaması mümkün değildir.
Dış görünüş itibarıyla bütün ağaçların kokuları, meyveleri ve daha pek çok faydaları ile cazibedar bir güzelliği vardır ki bunlarla hem muhtelif hayvanatı, hem de insanları kendilerine cezbederler. Âşıklara, şairlere, yazarlara ilham verirler. İçlerinde meydana gelen hadiselerdeki mükemmellik ise kimyagerleri, fizikçileri, biyologları ve botanikçileri hayran bırakır.
Sonbahar mevsimi, sanki bir resmigeçidin son demidir. İlkbaharda her bir ağaç kendi cinsi için hazırlanan üniformalarını giyip takımlarını kuşanıp tören kıtasındaki yerini alır. Bütün canlıların nazarları altında sonbahara kadar şekilden şekle girerek gösterilerini yaparlar, hünerlerini sergilerler. Artık sonbahar gelmiştir, tören bitmek üzeredir. Üniformalar ve takımlar âlem-i gayba gönderilecektir. İlkbahara kadar bütün ağaçlar “sivil” olarak yaşayacaklardır. Aralarındaki alamet-i fârika olmadan çoğu ağaç benzeşerek sadece kuru gövde ve dallardan ibaret kalarak ilkbaharda tekrar görev verilmesini bekleyeceklerdir.
Bir yaprağın tomurcuk oluşumundan soluncaya kadar geçen bütün safhaları, hiç şüphesiz Rabbimizin takdiri dâhilinde meydana gelmektedir. “O’nun haberi olmadan bir tek yaprak bile düşmez.” (En’âm, 6/59). Peki, bir yaprağın düşmesi nasıl meydana gelmektedir? Bu kadar hızlı, ama mükemmel ve sanatlı değişimler, dönüşümler, görünüp saklanmalar nasıl hâsıl olmaktadır? Bu muhteşem sistem nasıl işlemektedir?
En başta dünyanın neresinde olursa olsun her bir bitki, bütün âlem ile alâkadardır. Öyle ki bir yaprağın açması, büyüyüp gelişmesi, sararıp solması, kopup düşmesi, yer ekseninin 23 derece 27 dakikalık eğikliğine ve buna bağlı olarak mevsimlerin görülmesine bağlıdır.
Diğer taraftan bütün bitkilerde olduğu gibi ağaçlarda da her türlü faaliyet, bir takım kimyevî olayların neticesinde, yani sebepler perdesiyle vuku bulur. Ağaçlar sanki bir kimya fabrikası gibi çalıştırılır ve ihtiyaçları olan kimyevî maddeler üretilir. Bunlar büyümeye, gelişmeye ve değişime uğramaları için temel maddelerdir. Bu maddelere “bitki hormonları” denir.
Hormonlar çok düşük miktarlarda olup bitkideki fizyolojik olayları tek başına ya da birlikte olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilir. Dokularda etkin olabildikleri gibi diğer bitki kısımlarına da taşınabilir. Yaratılış kanunlarına riayet ederek bu etkinliği diğer organlarda da gösterebilirler.
Bitkilerdeki biyokimyevî faaliyetler üzerinde gün ışığının, sıcaklığın ve suyun sebepler planında rolü vardır. Sonbaharda gündüz süreleri ve sıcaklık gittikçe azalır. Çevredeki bu değişiklik, bitkilerin bünyesinde de farklı hormonların üretilip muhtelif organlara iletilmesine vesile olur. Sevk-i İlahiyle bitkiler, değişen çevre şartlarına göre tedbir alıp kendilerini korumaya çalışırlar.
Yaprak dökümünde etkili olan hormonlardan birisi absisik asittir. Sonbahar mevsiminde, hava sıcaklığındaki azalmalar sonucu, ağaçlar absisik asit üretirler. Absisik asit, yaprak dökülmesi olacak bölgelere gönderilir. Rabbimizin takdir ettiği bu kanun çerçevesinde, sonbaharda yaprak dökülmesi görülür.
Yaprak dökülmesi ilk önce yaprağın yaşlanmasıyla başlar. Yapraklardaki yaşlanmanın ilk işaretlerinden biri, yapraklarda absisik asit ile etilen hormonunun üretiminin başlamasıdır. Bir süre sonra, bu hormonlar yaprak sapının dala bağlandığı bölgedeki hücrelerde bir değişime sebep olur ve bu bölgede küçük hücreler yaratılmaya başlar. Aynı zamanda bu hücrelere parçalayıcı enzimler ürettirilir. İlk olarak selülaz enzimleri hücre çeperlerini parçalar. Daha sonra pektinaz enzimleri hücreleri birbirine bağlayan pektin tabakasını parçalar. Bütün bu olaylar sonucunda yaprak sapının dala bağlandığı yerde, bir ayırma bölgesi meydana gelir. Sonunda, yalnız orta damar sayesinde dala bağlı olan yaprak hafif bir rüzgâr ya da titreşim sonucu kopar.
Peki bir ağacın dallarından binlerce yaprak koptuğunda, yaprak sapı ile gövdenin ayrılma noktası etrafındaki hücrelerin mârûz kaldığı mikroorganizmalara karşı ağaçlar kendilerini nasıl koruyacaktır? İşte bu tehlikelere karşı yaprakların koptuğu noktalarda bir mantar tabakası yaratılır ve açılan noktalar kapatılır. Böylelikle Şâfi isminin bir cilvesiyle ağacın yaraları tedavi edilmiş olur.
Yaprak dökümü, ağaçların hayatiyetini sürdürebilmesi için bir yaratılış kanunudur. Yapraklarını döken ağaçlar; besin, enerji ve su ihtiyaçlarını azaltarak soğuk ve kuru havalarda hayatta kalırlar. Sonbaharda bize biraz huzur, biraz hüzün veren o güzel görüntünün arkasında, işte böyle uzun ve hikmetli bir süreç vardır.
Peki sonbahar sadece yaprak dökülmesine mi sebep olur? Tabiî ki bu aylarda büyümesini tamamlamış meyvelerin kolaylıkla koparılması ya da dökülmesi de gereklidir. İşte bu iş için de görevli kılınan etilen hormonu vardır. Bu hormon, çiçeklenmeyi teşvik ettiği gibi etli meyve ve sebzelerde olgunlaşmaya da vesile olur; ceviz, elma, armut, ayva, zeytin, kiraz, üzüm ve vişne gibi meyvelerin dökülmesinde rol alarak seyrekleşmeyi sağlar.
Ayrıca etilen, sadece içinde bulunduğu bitkide değil, gaz hâlinde yayılarak komşu bitkilerde de vazife yapar. “Üzüm üzüme baka baka kararır.” deyimi, tam da bu hadiseyi anlatır.
Kaynak
Ahmet Metin Kumlay, Tamer Eryiğit, “Bitkilerde Büyüme ve Gelişmeyi Düzenleyici Maddeler: Bitki Hormonları”, Iğdır Üni. Fen Bilimleri Enst. Der. 2011, 1/2, s. 47–56.