Hayat bir yolculuktur. İnsanoğlu için dünya hayatı bazen taşınma, bazen sürgün, bazen de mukaddes bir göçtür. Denilebilir ki insan zaten göçmeye gelmiştir bu dünyaya.
Bizim hikâyemizde göç, büyük bir mağduriyetin sonunda ayrı bir mağduriyettir. Dert içinde derdi, hicret içinde hicret ve hicranı barındırmaktadır.
Kiminin bu göçe bile fırsatı olamadığı kısmını da akılda, gönülde, duada tutarak yola çıkanların hâli geldi aklıma.
Kimi ruhunu Meriç’te, kimi Ege’nin soğuk sularında teslim etti. Bazısının bedenine asla ulaşılamadı. Bebekler, çocuklar ve büyükler… Kimi evlat idi, kimi anne, kimi baba… Onlar mı bu sularda günahlarından arındı, yoksa bu sular mı onlarla şeref buldu, bilinmez.
Dünden beri farklı bir ruh hâli ile geldim bu cenazeye. Kimdir, kimin nesidir bilmiyorum. Sadece bir kul. Temmuzun kavurucu sıcağını derinden hissetmiş, neticede bir yola çıkmış ve bu yol onu buralara kadar getirmiş. Dünyadaki son durak, bu topraklar olmuş. Sahipsiz cenazelerin sahibi Allah’ın (celle celâluhu) emrine uyarak geldim bu cenazeye.
Bazen bir mezar canlanır gözümün önünde. Üç çocuk, üç masum yavru, bakıyorlar bunları reva görenlere, tam karşı kıyıdan, Sakız adasından. Burası bir göçmen mezarlığı, ama göçememişleri de misafir ediyor.
Kaderi “kef” ile yazılanların ortak yazgısı, mezarının da memleketten uzakta olmasıymış. Biz bilememişiz; hicret eden Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) kabri, hicret diyarında ya, görememişiz.
Mezarlığa doğru yürürken birden “Hicrette artık ölülerimiz de toprakla tanıştı.” dedim. Bedenler de bu büyük hicretin ardından toprak ile tanışıyordu, bu bilmediği, ama sığındığı beldelerde. Gerçi nice bahadırın mezarı hicret diyarında idi, ama bu başka idi. Bu başka bir masumiyet ve mağduriyetti. Demek artık buraya, bu diyarlara tam bağlı kalacaktık. Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız ve kader arkadaşlarımızla bedenlerimizi bu topraklara bırakacaktık.
“Asıl memleket neresi?” sorusuna, Anadolu’da “Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi?” diye latifeyle mukabelede bulunurlar. Bu sorunun cevabı belki de öldüğün, gömüldüğün yer olacaktır. Orada kıyamete kadar kalacağımız ve neslimizin bizi hatırlayacağı yer… 100 yıllık bir mezar taşı da olsa, sadece orada olmak bile bizi oralı yapmaz mı?
Ölüler toprakla tanışınca tohum ekilmiş olur, artık fidanlar boy boy çıkacak demektir. Yıllarca ölülerini anavatanlarına götürenler, belki de bu yüzden hicret diyarlarında tam mânâsıyla muhacir olamıyorlar. Tohum saçamayınca ne fidan ne ağaç yetişmiş, yıllarca bize uzak kalan, ama şimdi yakın sayılan diyarlarda…
Bu uzun mezarlık yolunda, aklıma hicret etmiş Sahabe efendilerimiz geldi. Hicretten sonra doğan ilk Sahabe evlatlarını siyerler yazar, ama ya ilk ölenleri, gurbette ilk gömülenleri? Mekke hasreti olsa da vücutlarını hicret diyarındaki toprağa bırakınca oluşan o his… Geride kalanların içinde Mekke sevdası varken düşündükleri şeyler…
Mezarlıktaki ağaçlar ve yol… Serçe sesleri her yerde. Belki de serçeler gözyaşı döküyor bu masum ve mağdur mevtalara. Bazen sevinç, bazen de kederden dökülen gözyaşları… İki duyguyu da ifade eden gözyaşı ne kıymetli bir nimet!
Bir mezarlık yolu ne çok hikâyeyi ve hatırayı barındırıyor. Girişinden çıkışına kadar hayatı sorgulatan o sessizliğin çığlığı. Atılan her avuç toprağın, “O’ndan geldik, O’na gidiyoruz”u yakînen hissettirmesi…
Düğünler gibi ölümlerde de insanlar yakınlarını yanında görmek ister. Oysa etrafı ruhen yakın, ama ismen tanımadığı kişiler doldurmuş. Aynı ruhun, aynı mağduriyetin evlatları, sarmış dört bir yanı. Merhumun son telkinde adı söylenene kadar, çoğunun adını bile bilmediği bu yolcu, bana şu sözleri hatırlattı:
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Her ölüm bir doğumdur. Tohum olmuştur o. Yeşerme de tohumun toprağa düşmesi ile başlıyor neticede. Nice fidanlar boy atıp ağaç olacak, orman olacak. Yeryüzü mirasçıları ismen unutulsa da dünyanın her beldesinde hizmetleri canlı kalacak, devam edecektir.
Artık bu büyük göçten sonra ölüler toprakla tanışmıştır. Bu beldelerde aynı toprağı paylaşanların gönüllerine girmek daha kolay olacaktır ve yeryüzü aşkın, insanlığın ve iyiliğin yüzü ile tanışacaktır; birçok kez örneği görüldüğü gibi…