Sebeplere Riayet ve Hazreti Zülkarneyn

Kur’ân’da birçok kavram, kıssalar aracılığı ile anlayışlarımıza yaklaştırılır. Bu kıssaların çoğunluğu peygamberlere dairdir. Temekkün kavramı, Hazreti Yusuf ve Hazreti Zülkarneyn kıssaları içinde geçen bir kavram olup bir mekâna yerleşmek, vakar ve temkin sahibi olmak, sultan yanında rütbe sahibi olmak, ekolleşmek ve kök salmak anlamlarında kullanılır.

Yusuf sûresinde iki yerde geçen temekkün kavramı, daha önceki iki yazımızda anlatılmaya çalışılmıştı.[1] Temekküne vesile olan gereklilikler; mağduriyetler yaşama, insanın Allah tarafından kendine verilenleri muhafaza etmesi ve zaman ve mekânı iyi okuması olarak özetlenmişti. Bu yazıda ise temekkün kavramının başka bir buudu olan sebeplere riayet etme üzerinde durulacaktır.

Kehf sûresinin son kıssası, Hazreti Zülkarneyn kıssası olup 83. âyetle başlar ve 99. âyete kadar devam eder. Temekkünden 84. ve 85. âyetlerde bahsedilir: “Biz onu dünyada temekkün ettirdik ve ihtiyaç duyduğu her konuda sebep ve vasıtalar ihsan ettik. Derken bir sebebi takip etti.” (Kehf, 18/84–85).

Bur ada temekkün lafzı, “Etbea sebebâ” ibaresine “fe” bağlacı ile bağlanır. “Fe etbea sebebâ”, “Böylece (Hazreti Zülkarneyn) bir sebebi takip etti, yani bir sebebe sarılarak yola koyuldu.” demektir. Bu iki âyet arasında kullanılan bağlaç, “takip fe’si” olup Arapçada “ve” bağlacına göre daha hızlı olan bir takibi ima eder, yani Allah sebepleri yaratmıştır, Hazreti Zülkarneyn de anında o sebepleri doğru okuyarak onlara riayet etmiştir.

Hazreti Zülkarneyn doğu ve batıya seferlerde bulunan, bakırla karıştırtılmış demirden setler yapan büyük bir devlet adamı idi. Tarihî kayıtlarda, farklı dönemlerde yaşadığına dair rivayetler vardır, ama bu hakikatlerin aslına değil faslına bakılır ve onlardan ibret alınır. Hazreti Hızır gibi, Hazreti Zülkarneyn’nin de bir peygamber mi, yoksa asfiyâdan biri mi olduğu âlimlerce müzakere edilmiş bir konudur. Kur’ân’da kullanılan kelimelere göre, âlimler Hazreti Zülkarneyn ve Hazreti Hızır’ın vahiy aldıkları ihtimali üzerinde daha fazla durmuşlardır.

Peygamber olsun veya olmasın Hazreti Zülkarneyn konusunda kesin olan, O’nun en azından, Hazreti Ali’nin (radıyallâhu anh) buyurduğu gibi, Allah’ı seven ve Allah tarafından sevilen bir kul ve kendi zamanındaki devletlerarası dengede söz sahibi, adaletle hükmeden, büyük bir devlet adamı olduğudur.

Hazreti Zülkarneyn, karışıklık yaşanan beldelere gidip sulhu sağlayan, setler inşa ederek gelebilecek problemleri önceden engelleyen, Allah’ın bahşettiği imkânların perde arkasını firâset ve fetaneti ile sezerek bunları en doğru yerde ve zamanda kullanan, bulunduğu zaman ve mekânda söz sahibi olan bir zattır. Diğer bütün peygamberlere ve peygamber vârislerine diyebileceğimiz gibi, Hazreti Zülkarneyn’e “çözüm ve sulh insanı” da diyebiliriz.

Temekkün kavramının Hazreti Zülkarneyn kıssası özelinde anlatıldığı sûre Kehf sûresidir. Ashab-ı Kehf’in mağara dönemini, ardından bahçe sahipleri kıssasında anlatılan dünya imtihanı sonrasında, madde ile mânâyı buluşturan Hazreti Hızır kıssası ve temekkün ve ekolleşme ile sonlanan Hazreti Zülkarneyn misyonunu görürüz. Aslında yeryüzü mirasçılarının hayatlarındaki sıralama da tam bu şekildedir. Ashab-ı Kehf gibi mağarada şarj olup gerilime geçme dönemi sonrasında imtihanlara tâbi tutulup maddeden kurtulma, ardından zahir ile bâtının buluşup dengelenmesi ve son olarak da sebepleri iyi okuyarak elde edilen başarı ve adaletin tesisi. Bu sûrede anlatılan karakterlerin hepsinin ortak özelliği aynıdır, yani Hazreti Zülkarneyn’i alıp mağaraya koysanız, mağaradan Yemliha’yı alıp Hazreti Zülkarneyn yerine koysanız, Mekselina’yı alıp bahçe sahiplerinden talihli adamın yerine koysanız hiç fark etmeyecektir. Bu karakterlerin her birinin ortak özelliği, bulunduğu zamanı ve zemini iyi okuyup ona göre Allah’a tevekkülü bir an olsun bırakmadan, sebeplere kılı kırk yararcasına riayet etmeleridir.

“Sebep”, bir şeyin olmasına veya belli bir hâlde bulunmasına yol açan şey anlamında kullanılır. Sebepleri takip etme, ister şahsî isterse sosyal hayatımızda olsun önemli konulardandır. Çoğu zaman küçük büyük hedefler belirler ve bu hedeflere giderken sebepleri takip ederiz. Bu takip aynı zamanda çizdiğimiz yol haritamızdır. Bu harita ne kadar görünür olursa takibimiz de o nispette kolay olacaktır. Disiplin ve karalılığımız bu haritadaki yolu kalın çizgilerle çizer, dolayısıyla haritadaki yol da kolay görünür.

Hayatın tüm virajlarında başarı, belirlenen hedeflere doğru yürürken isabetli argümanları kullanmaya bağlıdır. Burada önemli bir husus da önceliklerin belirlenmesidir. İnsana tecrübe kazandıran önemli bir husus, sebepleri doğru takip etmesidir. Tecrübe hayatta en zor kazanılan ve en pahalı kavramlardan birisidir. Âdetullah ve sünnetullaha riayet ederek, sebepleri göz ardı   etmeden problemlere çözüm bulma, zamanımızda en çok muhtaç olduğumuz şeylerden biridir.

Üstad Bediüzzaman’ın bundan yaklaşık 100 sene çnce söylediği bir söz vardır: “Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa; tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.[2]

Sebeplere riayeti, âdetullah ve sünnetullaha uygun hareket etme olarak da anlayabiliriz. Âdetullah ve sünnetullah, Allah’ın kâinatta işleyen kanunlarıdır. Bizler bu kanunları ne kadar doğru okuyabilirsek o kadar başarılı olur ve serlevha yaptığımız âyette anlatıldığı gibi, bulunduğumuz yerlerde kök salar, ekolleşebiliriz. Yoksa yeni geldiğimiz beldelerde kök salmak hiç de kolay olmayacaktır. Bulunduğumuz zaman ve mekân bize neler fısıldıyor, iyi okuyup ona göre hareket tarzı belirleme ve çözümler üretme, ekolleşmemizin, yani temekkünümüzün gerekliliklerinden olacaktır.

Bu kanunları müdakkik nazarla okuyup hem sosyal hayata hem de kendi hayatımıza daha doğru yön verebiliriz. Bunun için bakışımızın “basar”da kalmayıp basirete, orada biraz duraklayıp firâsete, son olarak da fetanet eteklerinde firâsete ulaşması gerekir. Çünkü basar, gözün görmesi iken, basiret kalbin görmesi, firâset ise vicdanla görme ve duymadır. Bakışın “basar”dan firâsete çıkması, hadiseleri bütüncül nazarla değerlendirmeyi gerektirir.

Kâinattaki tekvînî kanunlar, her insan için aynı çalışır, yani inanan ve inanmayan fark etmez. Yaşanan ekstra lütuflar olabilir; bunlar tekvînî kanunların değişmesi anlamına gelmez. Bu kanunlar değişmez, nitekim Kur’ân da bu âdetlerin değişmeyeceğine dikkat çeker: “Allah’ın öteden beri câri olan kanunu budur. Ve sen Allah’ın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın.” (Fetih, 48/23).

Halk arasında kullandığımız “er ya da geç” ifadesinin tam karşılığı da aslında riayet edilmesi gereken sebeplerdir. Allah, insanın çalışmasının karşılığını er veya geç alacağını vaadeder, yani kulun gayretleri asla karşılıksız bırakılmaz. Bu, sünnetullah prensiplerinin de gereğidir. Fert ister aklı ile isterse bedeni ile çalışsın verdiği emek nispetinde karşılık alacaktır: “İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir.” (Necm, 53/39–41).

Önemli olan, bu emek ve gayreti, sünnetullah çizgisinde firâsetle sergileyebilmektir, yani rüzgâra karşı değil de rüzgârı arkaya alarak yürüme, başarıyı artıracaktır. Bu da zaman ve mekânı iyi analiz edip ona göre, temkinle hareket etmeye vâbestedir. Temkin olmadan temekkün de olmaz. Âyete bakıldığında temekkünün Allah tarafından bahşedilen bir nimet olduğu da unutulmamalıdır. Temekkün, sebeplere riayet etmek için bir vesiledir. Sebeplere riayet de temekkün için verilmiş kıymetli bir dilekçedir.

Sebeplere riayet eden Zülkarneyn, sözü dinlenir hâle gelip haksızlıkların önünde set olabilmiştir. İşte bu mukaddes yol, âdetullah çizgisinde takip edilebilirse Allah’ın lütfu ile hedefe varılacaktır. Zülkarneyn olabilme mağarada Yemliha, Mekselina ve Mislina olmaktan geçer. Bu gençler gibi fütüvvet ruhunu koruyarak dünya bahçelerine takılmadan Hızır ile buluşup madde ile mânâyı birleştirenler, adaletsizliklerin önünde set kurup bulundukları zaman ve mekânda ekolleşebilirler.

Günümüzün mağdur ve mazlumları, Kur’ân’ın ışığında, adaletten bir an olsun ayrılmadan, mağara dönemini tamamlayıp dünya imtihanlarını geçtikten sonra, Hızır soluklulardan hikmet dersi alıp hikmete râm olacak ve Allah’ın izni ile sonunda Hazreti Zülkarneyn’in misyonuna benzer vazifeler eda edeceklerdir. Mühim olan, bu safhaları tek tek geçerek “mükne”[3] ile sonuçlanacak olan bu güzel hayat çizgisinde yol alırken bütün dönemleri iliklerine kadar hissedebilmektir.

Dipnotlar

[1] Mehmet Ateş, “Hicret Diyarlarında Kök Salmak”, Çağlayan, Kasım 2022; “Önce Muhafaza, Sonra Bilme”, Çağlayan, Ocak 2023.

[2] Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 53.

[3] İmkân, güç ve hüküm sahibi olma.

Bu yazıyı paylaş