Allah’ın (celle celâluhu) insanlığa en büyük hediyesi, gönüller sultanı Peygamber Efendimizdir (sallallâhu aleyhi ve sellem). Onun dünyamıza teşrif etmesi, insanlık tarihinin en önemli hâdisesidir ve bizlere miras bıraktığı Kur’ân ve Sünnet de kıyamete kadar insanlığın problemlerine çözümler sunacak kutsî kaynaklardır. Kur’ân ve Sünnet rehberliğinde yürüyen bir kimsenin, yolunu kaybetmesi mümkün değildir. Bizler için en öncelikli mesele, hayatımızı bu çizgide idame etme, şartlar ne kadar zor olursa olsun Efendimizin mirasından mahrum kalmamaktır.
Efendimizin bizler için emanet bıraktığı hadisler arasında şu mübarek sözü, günümüz açısından çok derin mânâlar içermekte ve bizlere önemli bir sorumluluk yüklemektedir:
“Hazreti Âişe (radıyallâhu anha) demiştir ki: Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ‘Mekke fethinden sonra artık hicret yoktur, fakat cihat (Rabbimizin adını cihanın dört bir yanına duyurma, Allah ile kulları arasındaki engelleri ortadan kaldırma gayreti) ve niyet vardır. O hâlde (bu uğurda) bir nefer olmanız istendiğinde hiç tereddüt etmeden gerekeni yapın.’”[1]
Hicret
Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicreti, insanlık tarihi için önemli bir dönüm noktasıdır. Hicret sonrası, insanlığa nefes olacak hakikatler, bütün dünyaya yayılır hâle gelmiştir. “Hicret” denildiğinde ilk olarak akla Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve sahabe-i kiramın Mekke’den Medine’ye hicreti gelir. Efendimizden sonraki zamanlarda da hicretler olmuştur ve olmaya devam edecektir. Ancak bunların hiçbirisi fazilet ve kemal açısından Efendimizin hicretine yetişemez. “Gerçek hicret o dönemde Mekke’den Medine’ye yapılan hicrettir; ondan sonraki göçler ise, ancak Allah yolunda cehd u gayret ortaya koyma adına çok sağlam bir niyetle hicrete dönüşecektir.”[2]
“Hadisin bazı rivayetlerinde ‘Mekke’den hicret yoktur.’ kaydı vardır ki bu kayıt, Müslümanlara her türlü zararı veren Mekke ahalisi artık İslam’la şereflendiğine göre oradan ayrılmaya gerek olmadığını ifade eder. Öyleyse bu hadis, ‘Mekke’nin fethinden sonra Mekke’den hicret yoktur.’ şeklinde anlaşılmalıdır. Hadiste mücahede ve niyetin bâki olduğu ifade edildiğine göre bundan sonraki hicretler, ‘i’lâ-yı kelimetullah’ boyutlu olacaktır. Hicretin sona ermediğini gösteren başka hususlar da vardır. Nitekim bir hadiste, ‘Tövbeler kabul edildiği müddetçe hicret sona ermez. Tövbeler ise güneş battığı yerden doğacağı ana kadar devam eder.’[3] buyurulmuştur. Hicretin bitmediğini net bir şekilde ifade eden bu hadisin yanında, ‘Asıl muhacir, Allah’ın yasak ettiklerini terk edip helallerine yönelendir.’ nurlu beyanı ve kıyamete kadar insanlara rehber olacak Kur’ân-ı Kerîm’de ‘iman-hicret-mücahede’ üçlüsünün pek çok ayette beraber zikredilmesi gibi hususlar da dikkati çekmektedir.”[4]
Mücahede
Hadisin üzerinde durduğu bir diğer konu ise mücahededir. Hicretin tamam olması için inanılan değerler uğrunda azim ve kararlılıkla devam etmek esastır. Hadiste zikredilen “cihat”, her ne kadar bazı radikal akımlarca maksadından uzak anlaşılsa da bu kavram, inanılan değerler uğrunda var gücüyle çalışmayı ifade eder. Özellikle hicret ederek zulümlerden kurtulmuş kimseler için en büyük imtihan (Allah hepimizi korusun) yola çıkış gayesini unutarak dünyevileşmek ve uhrevî meseleleri ikinci plana atmaktır. Hâlbuki bu konudaki İlahî ikaz çok açıktır: “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resûlü’nden ve O’nun yolunda mücahede etmekten daha sevimli ve önemli ise. . . o hâlde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.’” (Tevbe, 9/24).
“Bir Müslüman servet, ticaret, mal, mülk sahibi olabilir. Güzel konaklarda oturabilir. Fakat bunları hiçbir zaman kalbine yerleştirmez. Hele hele Allah’tan, Allah yolundan ve O’nun yolunda mücahede etmekten daha önemli hâle getirmez. Bununla beraber Ebu’s-Suûd Efendinin dediği gibi, bu âyette öyle bir tehdit vardır ki Allah’ın hususî lütfuna mazhar olmayan hiç kimse bundan kurtulamaz.”[5]
Hadisin son kısmında yer alan emir ve tavsiye de esasında mücahedenin önemini ortaya koyar. İnanmış bir gönle düşen vazife, şartlar elverdiği ölçüde Allah yolunda adımlar atmaya gayret göstermektir. Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi, hadiste yer alan mücahede kavramını şöyle izah eder: “İnsanın teşebbüslerinde ciddî olması, güç ve tâkatını tam olarak ortaya koyması diyebileceğimiz mücahede; gönül erbabınca, iradenin hakkını vermek, nefis ile savaşmak, onu yenebilme yollarını araştırmak, bedenin istekleriyle dinin emirleri –velev müstehab ve âdâb olsun– çakıştığında tercihlerini her zaman din istikametinde gerçekleştirmek; yemede, içmede, uyumada, konuşmada zarurî olanla iktifa edip, ibadet ü taat ve hayrât u hasenâtta iyiliğe doymamak demektir.”[6]
Niyet
Hadiste vurgulanan diğer önemli bir konu ise niyettir. Niyet, bir şeyi yapmayı zihnen tasarlamak, bir mesele hakkında düşünmek ve kişinin içindeki bir hedefe yönelme istek ve düşüncesi demektir. Dinî literatürde ise niyet, kalbin bir şeye karar vermesi demektir. Mesela namaza niyet etmekten maksat, namazı sırf Allah için kılmayı dilemek ve ondan başka bir hedefi amele karıştırmamaktır.
Niyet, hayatı Allah’ın rızasına göre programlama gayretidir. İmam Gazzâlî’ye göre niyet, Allah’ın kullarından istediği ameller arasındadır, fakat tesiri amelinkinden daha fazladır. Bir başka deyişle, niyet de amel de müminin Allah’a kulluğunun icaplarındandır ve bunların ikisi de kulun seçimini gerektiren işlerdir, ancak niyet amele göre çok daha önemlidir.[7]
Günümüze Bakan Mesajlar
Hadiste hicretin hemen akabinde mücahede kaydı düşülmüştür. İnandığı değerler uğruna yurdunu terk eden kimselerin, sonraki hayatlarında da istikametlerini korumaları ve bu yolda mücahede etme azminde olmaları gerekmektedir. Yani hakiki hicret, ancak bu şekilde tahakkuk edecektir.
Hicrette asıl mesele, mekânları değiştirmek değil, niyet ve istikameti korumaktır. Herkesin içinde bulunduğu şartlara ve elindeki imkânlara göre fedakârlık ve gayret içinde olması gereklidir. Bu sebeple hicret başlı başına önemli olmakla beraber, gidilen yerlerde niyet ve istikameti korumak, üzerimize düşen vazifeleri yapmak, önemli bir sorumluluktur ve bu şekilde hicretimiz, Allah katında çok daha kıymetli olur.
Hadisin hicretle başlayıp niyetle bitmesi de manidardır. Hicret ederek yerinden yurdundan ve imkânlarından mahrum edilen kimselerin, insanî değerler ve faziletlerin yaygınlaşması için gayret etmeleri, bu niyeti sürekli olarak canlı tutmaları çok önemlidir.
Hadis, evrensel bir realite olan hicrete vurgu yapmış, bunun kaçınılmaz olduğuna dikkat çekmiştir. Hicretin zıllî planda devam edeceğini buradan anlayabiliriz. Ancak hicretin, mücahede ve niyetle taçlandırılması elzemdir.
Hicret zor bir tercihtir. Fakat bundan daha zoru, hicret sonrası kıvamı koruyabilmektir. Hadis bu kıvamın nasıl korunacağını da bizlere talim etmektedir. Kişi, gönül verdiği değerler uğrunda fedakârlıklar yapmaya gayret eder, niyetini hâlis tutar ve üzerine terettüp eden işleri ciddiyet ve adanmışlıkla icra ederse, ümit edilir ki hicret kıvamını da korumuş olur.
Allah hicretimizi makbul eylesin.
Dipnotlar
[1] Buhari, Cihâd, 1; Müslim, Hac, 445.
[2] M. Fethullah Gülen, Ümit Burcu (Kırık Testi-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 160.
[3] Ebû Dâvûd, Cihâd, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/99.
[4] Osman Karyağdı, “İ’lâ-yı Kelimetullah için Hicret”, Yeni Ümit, sayı: 83, 2009.
[5] Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm’in Açıklamalı Meali, İstanbul: Define Yayınları, 2007, s. 197.
[6] M. Fethullah Gülen, “Mücâhede”, Sızıntı, sayı: 241, Şubat 1999.
[7] İmam el-Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, IV/366–367.