Köyümde Kur’ân okumayı öğrendikten sonra Manisa’nın Sarıgöl Kur’ân Kursunda, tecrid, talim, emsile, bina, avâmil, izhar, kâfiye ve ilmihal bilgileri okudum. Oradan İzmir’e geldim. İzmir İmam-Hatip ve İlâhiyatta Öğrenci Yetiştirme Derneğinin yurduna yerleştim. Oranın Kur’ân kursunda, âlim zatlardan ders aldım. Bursa medreselerinde ve sonra Mısır’da ders görmüş, Arapça ve Arap edebiyatı âşığı Hacı Ali Efendi, fıkıh ve kıraat ilmi üzerine kitaplar yazmış Hacı Salih Tanrıbuyruğu gibi hoca efendiler… Tecvit ve talim dersleri veren tarihî Kestanepazarı Camii hatibi Hâfız İbrahim Kılıç Hocaefendi gibi takva sahibi faziletli âlimlerden istifade ettik.
1966’da, henüz 28 yaşında olan M. Fethullah Gülen Hocaefendi İzmir’e geldi. İlk defa Hisar Camiinde vaaz verdi. Hatırımda kalan, “Misalleri, Kur’ân’ın canlı tefsirleri olan Sahabe Efendilerimizden vereceğim!” sözü idi. İzmir’e vaiz, kurs ve yurdumuza da müdür olarak gelmişti. Çok vakur ve ciddi idi. Dernek Başkanı Ali Rıza Güven ve yaşlı hocalarımız da dâhil olmak üzere herkes o genç hocaya saygı duyuyordu. Bir seferinde müdür odası ile geniş salon arasındaki boşlukta Hocaefendi’nin dizinden alt tarafına bir şey sıçramıştı, hemen Ali Rıza Güven amcanın eğilip orasını çitileyerek yıkamaya çalıştığını gördüm ve hayret ettim. Çünkü İzmir’de bir manifatura toptancısı olan Ali Rıza Güven’e herkes saygı duyardı. Büyük bir otorite sahibiydi.
Hocaefendi, vaizlik maaşının bir kısmını kendi ihtiyaçları için ayırırken, büyük bir kısmını ihtiyaç sahiplerine, onları rencide etmeden, talebe mümessili arkadaşımız Mehmet aracılığıyla ulaştırıyordu.
Hocaefendi, bazı günler akşama kadar derse giriyor, bu arada gece nöbeti de tutuyordu. Diğer hocalarımız saat başı 10 lira ücret alıyorlardı. Gece nöbetçisi olanlara 17,5 lira ücret veriliyordu. Yemek saatlerinde yemeğe iniyorlardı. Onlar aslında bunların fazlasına da lâyık idiler. Hocaefendi ise, hiçbir ücret almıyor, talebenin yemeğinden de yemiyordu. Tahta kulübesine gelen bir misafir ekmek vs. alınca hemen ücretini ödüyordu. Kaldığı yerin, kullandığı elektrik ve suyun da bedelini fazlasıyla veriyordu.
Pazartesi ve perşembe oruçlarını, işrak, kuşluk ve evvabin namazlarını fıkıh kitaplarında okumuştuk, ama eda eden görmemiştik. Hocaefendi, gözümüzün önündeydi. Bir müddet sonra, “Bizi de teheccüt namazı ile pazartesi ve perşembe orucu için sahura kaldır.” diye isim yazdırmaya başladık. O geceler, Ramazan gecelerine benziyordu.
Bir gece Kemeraltı Camii müezzini Hayri Hoca çıkıp geldi. O zaman bekârdı, caminin meşrutasında kalıyordu. “Teheccüde kalktım, âşikâr şekilde Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tezahür etti. Bana, ‘Fethullah’a selamımı söyle!’ dedi.” diyerek görüşme talebinde bulundu.
Bu yaşayış ve manevî atmosfer bizi cezp ve celbediyordu. Biz de rehberimiz gibi olmak istiyorduk.
Allah’ın inayetiyle Hizmet büyüyüp genişledi…
Afrika’nın bir ülkesinden M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ziyaretine dört kişi gelmişti. Yanlarında o ülkeye ilk giden arkadaş ile beraber o günlerde onun yerine giden arkadaşımız da bulunuyordu. Üç dört arkadaş olarak biz de onlara katılmıştık. Bu misafirler tahsillerini Medine’de yapmışlardı. Mükemmel Arapçaları ve İngilizceleri vardı. Ağlaşarak Hocaefendi’ye sarılıp fotoğraf çektiriyorlardı. “Acaba biz dünya gözümüz ile görüşebilecek miyiz diye düşünüp duruyorduk, Allah’a hamdolsun, işte beraberiz. Biz hadis, tefsir, fıkıh ve kelâm ilimlerini okuduk. İkimiz profesörüz. Bir arkadaşımız medya mensubu ve diyalog hizmetleri yapıyor. Bir arkadaşımız, Diyanet İşleri Başkanlığında Başkan Yardımcısı… Ama bugün Kur’ân’ın öncelikle bizden ne istediğini bilmiyormuşuz! Bu iki arkadaşı bize gönderdiniz; biz onlar vasıtasıyla Arapçaya ve İngilizceye çevrilen eserlerinizi okuyunca bugün bizden istenilenleri öğrenmiş olduk. Bizim ülkemizin nüfusunun %70’i Hristiyan, %20’si Müslüman ve %10’u da başka dinlerden. İdare Hristiyanların elinde. Bu Hristiyan yöneticiler bize diyor ki: ‘Gençlere siz Fethullah Gülen’in kitaplarını okutun; çünkü terörün panzehri onun fikirleri!’”
Tarihçi Prof. Dr. Ziya Nur Aksun, mezhepler ve tarikatlar üzerine yazdığı bir kitabında şöyle diyor: “Konya’da Alaaddin Keykubat zamanında büyük vezir hangâhta hilat merasimi yapıyor, bütün meşhurlar orada, bir köşede henüz pek tanınmamış bir derviş oturuyor. Birden ayağa kalkıyor ve şöyle hitap ediyor: ‘Ey bugünün erleri, erenleri âlimler-ulemâlar, hatipler-hutebâlar, şeyhler-meşâyihler! Sizler daha ne zamana kadar geçmişlerden nakiller yapıp duracak; falan şöyle dedi, filan böyle dedi deyip duracaksınız? Onlar o günlerin erleri idi, o zaman en lüzumlu olanları Kur’ân’dan, hadisten çıkarıp ortaya koydular. Sizler bugünün erlerisiniz; yok mu içinizde ‘Haddesenî kalbî an Rabbî’ diyerek Kitap ve Sünnet’ten dertlerimize deva olacak hakikatleri söyleyecek olan?’”[1]
İşte bu derviş, Şems-i Tebrîzî idi ve Hazreti Mevlânâ Celaleddin Rumî’nin rehberi oldu.
Hocaefendi, sıradan velilerden değil, ilimde rüsuh peyda etmiş, ilham ve feyze açık âlimlerden, yani asfiyadandır. Onların kesbî ilimlerine Cenab-ı Hak vehbî ilim ve feyizler lütfeder.
Mesela Bediüzzaman fevkalade hafıza ve derin fetanetiyle, hakikat ilimlerinden 90 cilt kitap ezberlemiş, bu mahfuzatını her gün üçer saat tekrarlayarak, âdeta ilimden ilim doğurturcasına üç ayda bir tekrar etmiştir. Modern bilimlere dair konulara da vâkıftı. Kesben bu kadar emek sarf eden bu zata, Cenab-ı Hak da Kur’ân ve Sünnet kaynaklarından, vehbî olarak irfan pınarlarının feyizlerini açıyor. İşte Risale-i Nur Külliyatı meydandadır.
- Fethullah Gülen Hocaefendi de harika hâfızası, karihası ve müthiş gayretiyle İslamî ilimler yanında modern bilimlerde de ciddi birikimi olan bir entelektüeldi.
Hiçbir zaman okumayı ve ders vermeyi ihmal etmedi. En ağır şartlarda talebe yetiştirmeyi asla terk etmedi. Kütüb-ü Sitte kaç defa okunmuştur. Çok sayıda tefsirle mukayese ederek, Kur’ân âyetleri üzerinde çağın beklediği yorumlarda bulunarak, kaç defa tekrarlar yapılmıştır. Fıkıh, kelam ve tasavvuf ilimleri üzerinde de ciddi açılımlara vesile olacak müzakerelerde bulunulmuştur.
Onun için kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar kitaplaştırılmıştır. Bu cevapların içinde farklı branşlara dair yepyeni yorumlar bulunmaktadır. Kitap ve Sünnet’in dupduru kaynağından aldığı feyizle çağımızı seslendirdiğini hemen fark edeceksiniz.
Biz ne kadar talihli talebeleriz ki, böyle muhteşem mürşitlerimizden ders aldık ve hâlâ almaktayız!
Bugün söylenmesi gereken hiçbir şeyi bırakmamışlar gibi… Ayrıca geleceğe de ışık tutuyorlar.
İnsanlığın muhtaç olduğu ruhî, kalbî ve vicdanî hususlarda Kur’ân hakikatleri ile devalar ve şifalar sunmuşlar.
1992’de Amerika’ya geldiğimde, Amerikan medyası Ali Rıza Bozkurt’tan “Müthiş Türk” diye bahsediyordu. Kendisiyle tanışıp Hizmet anlatıldı. Kazakistan ve Azerbaycan’da petrol yatakları vardı. Oralarda kolejlerimizi ve üniversitelerimizi ziyaret etmiş. İstanbul’a dönüşünde, havaalanında gazeteciler kendisine sorular sormuş. O da şöyle demiş: “Türk tarihinde üç büyük devrim var. Birincisi İstanbul’un fethi; bir çağ kapandı ve yeni bir çağ açıldı. İkincisi Atatürk devrimleri. Üçüncüsü ise Fethullah Gülen’in eğitim devrimi.”
Ali Rıza Bozkurt’u, Prof. Dr. Osman Özsoy ile İstanbul’daki yalısında ziyaret ettik. Yanımızda Hocaefendi’nin üç kitabını götürdük. “Ben hızlı okuma tekniklerini biliyorum; buradan Ankara’ya gideceğim. Gebze’ye varmadan bunları okuyup bitiririm.” dedi. Biz de kitapları 30’a tamamlayıp kendisine takdim ettik. İki hafta sonra tekrar ziyaretine gittik ve “Kitapları okuyabildiniz mi?” diye sorduk. “Bir tanesini bile bitiremedim!” dedi. “Hızlı okuma teknikleriyle bitireceğinizi söylemiştiniz.” dedim. “Bunlar başka; her cümlesi üzerinde uzun uzun durup düşünmek gerekiyor. Gerçekten Hocaefendi, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Ahmed Yesevî ve Hacı Bektaş Velî gibi, çok güzel şeyler söylemiş, ama artısı var; bunları bir de hayata geçirmiş.” dedi.
İşte böylece Hocaefendi, daha Amerika’ya gelmeden bütün dünyada tanınmaya başladı.
Cenab-ı Hak rahmet eylesin ve bizlere emanetine sahip çıkmak için yardım etsin.
Dipnot
[1] Ziya Nur Aksun, Mezhebler Tarîkatler, İstanbul: Marifet Yayınları, 1997.