Ne Gördü Leyla’nın Gözünde Mecnun?

Yaklaşık iki ay önce, New Jersey Gençlik Merkezinde, Almanya’dan gelen kalabalık bir kız öğrenci grubu ile buluşmuştuk. Bir kısmı Almanya’da doğmuş büyümüş, bir kısmı “süreç”le birlikte hicret etmiş. Dil öğrenmiş, önemli üniversitelerden kabul almış, pırıl pırıl gençler. Hocaefendi’yi ziyaret edebilmek için onlarca kitabını okumuş, sohbetini dinlemiş, okudukları ve dinledikleri şeylerle sınava girip Amerika’ya gelmeye hak kazanmış, aşk ve şevkle dolu o gencecik kız çocuklarına bakarken, “Ne gördü Leyla’nın gözünde Mecnun?” (Yunus Emre) diye sormuştum içimden.
Gençler bir yönüyle üzgündüler, zira Hocaefendi kampta değildi. Sonra Hocaefendi’nin bir yerden dönerken “Kampa uğrayalım.” dediğini, arabanın aralanmış camından binanın önüne inmiş o kız çocuklarını selamladığını, Hocaefendi’yi gören o gençlerin hıçkıra hıçkıra ağladığını öğrendim.
Yeniden tekrar ettim içimden:
“Ne gördü Leyla’nın gözünde Mecnun?”
O kız çocukları Hocaefendi’nin yüzünde ne gördüler?
Peki Hocaefendi o çocukların yüzünde ne görmüştü de onların hıçkırıklarına kendi hıçkırıkları ile cevap vermişti? Aslında Hocaefendi’nin o kız çocukları ile kurduğu bağın, zamana yayılan uzun bir hikâyesi var.
Kızlara/Kadınlara Alan Açma ve Çiğnenen Haklarını İade Etme Hikâyesi
Hocaefendi’nin, kadınların uğradığı ayrımcılığı en net ifade ettiği yazısı, Ölümsüzlük İksiri isimli kitabına da giren, “Alan Mahkûmu ve Hak Mahrumu Kadınlar” isimli makalesidir. Makalenin temel tezi, kadınlara yönelik hak ihlallerinin bütün dünyanın meselesi olduğu ve bu mağduriyetin giderilmesi için gayret sarf edilmesi gerektiğidir. Ona göre, kadınlara tanınan ve özgürlük gibi gösterilen haklar, cismanî arzuları tatmine yöneliktir. Kadınların hayattan tecrit edilmesi, bir kenara itilmesi, dinin ruhu ile telif edilebilecek bir tavır değildir. Kadınların dinin kurallarına riayet ederek hayatın içinde olmaları lazımdır.
Hocaefendi, 2017’de verdiği 8 Mart Kadınlar Günü mesajında, “Ben kadına ve erkeğe bir vahidin iki yüzü gibi bakıyorum. Allah (celle celâluhu) öyle yaratmış. Fakat değişik dönemlerde, evine kapanması, hayatın dışında kalması, bir yönüyle de bir kısım tiranların onu tecrit etmeleri, hayatın içinde aktif bulunmasına engel olmaları, değişik mahrumiyetlerin yaşanmasına sebebiyet vermiş.” diyordu.
Üstadın ifadesi ile, özellikle son üç asırdır rahnedâr olan bir kalenin tamir edilmesi gereken yanlarından birisi de buydu Hocaefendi’ye göre. Fakat âdetlerinde mutaassıp bir toplumda, kültüre mal olmuş bu anlayışı değiştirmek elbette kolay değildi. Sadece erkekler nezdinde değil, kendisine reva görülen yeri benimseyip köşeye sinmiş, sinmişliği bir karaktere dönüştürmüş kadınlar için de kolay değildi.
Bu konudaki kanaatlerini şu cümlelerle ifade ediyordu Hocaefendi:
“Kadınların kendi haklarını topyekûn istirdat etmeleri ve hayatın her sahasında sahip oldukları o haklara göre yaşama imkânı bulmaları noktasında toplum çapında hâlâ çok yaya olduğumuz âşikârdır. Çünkü, sabit fikirlerini âdet ve geleneklerle iyice pekiştirmiş bazı kimseler, kadının içinde bulunduğu fanustan kurtulmasını istemiyorlar; en medenî görünen insanlar bile kadına haklarını tam olarak vermeye yanaşmıyorlar.”
Nebevî Formül
Hocaefendi, kökleşmiş her problemi çözmek için kullandığı Nebevî formülü, bu konuda da devreye soktu ve kadınlara ilişkin mahrumiyet ve mahkûmiyetin ancak (ana okulundan başlayarak) eğitimle düzeleceğini beyan etti. Problemi zamana yayarak safha safha, özellikle de yeni nesillerin yetişmesi ile çözdü.
“Hizmet”, “gaye-i hayal”, “adanmışlık” gibi kavramları hayatımıza mal ederken kadına ve erkeğe aynı rolü biçti Hocaefendi. Sadece kız kolejleri, evleri ve yurtları açılmasına öncülük etmekle kalmadı, evlilere zamanı doğru tanzim ederek ve vazife paylaşımına dikkat ederek, çocuklarını ve kulluk sorumluluklarını ihmal etmeden, birlikte hizmet edebilecekleri mesajını verdi. Işık evlerde erkek ve kız çocuklarına bulaşık yıkamaktan yemek yapmaya, misafir ağırlamaktan fatura ödemeye kadar hayatın gereklerini talim ettirdi. Erkek ve kız öğrenci evlerinin, gelin odaları gibi bakımlı olmasını istedi. Ev işlerini küçük görmeyi kibir olarak değerlendirdi. Kendi işini göremediği için eşine bağımlı yaşayan erkekleri tek kollu ve tek bacaklı olarak nitelendirdi. “Kız çocukları ileride deruhte edecekleri çocuklarının terbiyesine göre, bir çiçek gibi nazik, ince ve şefkatli yetiştirilmeleri esas olmakla beraber, hak düşüncesine sahip çıkmaları bakımından da polat gibi olmalarına dikkat edilmelidir. Yoksa, nezaket ve incelik uğruna onları bir kısım miskinler, âcizler hâline getirmiş oluruz. Unutmayalım, dişi aslan da yine aslandır.” dedi. Cemaatten erkeklerin kadınlara karşı sergilemesini beklediği tavrı, bizzat gösterdi. Bu anlamda o, tam bir centilmendi.
Kadınlara Dair Rivayetlerin Yeniden Yorumlanması
Kadınlara dair rivayetleri de yeniden yorumladı Hocaefendi. Nisâ sûresinin 34. âyetinde geçen, “Er-ricâlu kavvâmûne ale’n-nisâi” şeklindeki İlahî hükmün, erkeğin mutlak hâkimiyetine delil sayılamayacağını açıkça ifade etti. Erkeğin kadına ya da kadının erkeğe üstünlüğünü gözün görmek cihetiyle kulağa, kulağın işitmek cihetiyle göze üstünlüğü ile tefsir etti.

Tesbihatta geçen “Allahümme ecirnâ min şerri’n-nisâ”, “Allahümme ecirnâ min belai’n-nisâ”, “Allahümme ecirnâ min fitneti’n-nisâ” duasını, “Güzeller Güzeli Yaratıcı, kadına cemalinden bir parıltı vermiş ve onu tenasübü, güzelliği, edası ve endamıyla erkeğin gönlüne çok cazip gelebilecek bir hilkatte yaratmıştır.” şeklinde yorumladı. İlgili cümlelere, “Allahım, erkekliğin altında kalıp kadınla imtihanı kaybederek bir kötülük işlemekten bizi koru; Allahım, şehvetin arkasında sürüklenip bir felakete uğramaktan bizi muhafaza et; Allahım bir kadının cazibesine kapılıp doğru yoldan sapmaktan bizi halâs eyle!” diye yeniden meal verdi. Yetmedi, kadınlar da dilerlerse dualarında “Allahümme ecirnâ min şerri’r-ricâl, Allahümme ecirnâ min belâi’r-ricâl, Allahümme ecirnâ min fitneti’r-ricâl” diyebilir diye ekledi.

Işık evlere dair, “Oralarda, sabah akşam O’nun şanını yücelterek tenzih eden öyle yiğitler vardır ki ticaretler, alışverişler, onları Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz.” (Nur, 24/37) âyetini tefsir ederken bile kadınları unutmadı ve “Yani âlemin, makam-mansıp deyip şöhrete kilitlendiği, tenperverliğe gömülüp bakışlarının bulandığı, çoluk-çocuk deyip evlere takılıp kaldığı bir döneme rağmen bu duygu, bu düşünce ile şahlanmış, iradesi erkeklerinki kadar güçlü erkek oğlu erkek kadınlar da var denmektedir.” dedi.

Görüp Tecrübe Ettiğimiz Şeyler Tesadüf Değil
Bunlar benim seçtiğim birkaç örnek. Şunu bütün açıklığı ile söyleyebilirim ki, kendi hayatımda ne zaman bir zihnî veya ruhî tıkanıklık yaşasam Hocaefendi’nin eserlerine müracaat ettim. Hepsinden de cevabımı tam bir itminanla aldım. Hiç eli boş dönmedim o ilim ve marifet hazinesinden. Kim ne derse desin, ben hep “O ne diyor,” diye baktım. Ruhumu onunla özgürleştirdiği, niyetlerimi onunla derinleştirdiği ve mülahazalarımı onunla sığlıktan kurtarıp enginleştirdiği için Rabbime hep şükrettim.

Geldiğimiz nokta itibarıyla görüp tecrübe ettiğimiz şeyler tesadüf değildir. Tesadüf değil, Hocaefendi’nin sağlık durumunu takip eden, 20 doktordan oluşan ekibe başkanlık eden arkadaşımızın, uzmanlığını Harvard’da yapmış, alanında dünyanın önde gelen bilim kadınlarından biri oluşu. Tesadüf değil ruhunun ufkuna yürümeden sekiz gün önce, akademisyenler toplantısına katıldığında, bayan akademisyenlerin çokluğuna bakıp “Müferreh oldum.” demesi. (Kim bilir o nefesi ne zamandır içinde tutuyordu.) Tesadüf değil cenazesini dolduran mübarekler arasında, lise ve üniversitede okuyan kız çocuklarının bu kadar çok olması. O kız çocuklarının ekseriyetle rehberlik hizmetlerinde vazife alıyor oluşu… Hiçbiri tesadüf değil.

Kimlik İnşası
O kız çocuklarının, mikrofon kendilerine uzatıldığında kurdukları cümleler ya da Hocaefendi’nin ruhunun ufkuna yürüyüşünün hüznünü gönüllerinde bu kadar derinden duymaları, Hocaefendi’nin kendilerine bıraktığı mirasın farkında olmalarından.
Hani “kimlik inşası” diyordu, “ruhumuzun heykelini ikame etmek” diyordu, “bizi biz yapan değerler” diyordu ya Hocaefendi, o bizim ruhumuzun heykeltraşı oldu hep. Olmaya da devam edecek. Fert planında da, cemaat planında da…
“Ne gördü Leyla’nın gözünde Mecnun / Ki sergerdan oluptur aşk elinden?” diye soran şair, aşkın basireti açan mahiyetine işaret ediyordu. Şimdi yeniden sorma zamanı:
Ne gördü Hocaefendi’nin gözünde bunca insan,
Ki bütün mehâliki göğüslemeyi göze aldılar.
Yollarından dönmedi, teşettüt-ü ârâ yaşamadılar.
Tehditler karşısında sinmedi, yollarına devam ettiler.
Ne gördüklerini biliyoruz. Onlar ne gördüyse, şükür biz de onu görüyoruz…

Dipnotlar

Bu yazıyı paylaş