“Soğuk duvarlar,
Yontulmuş taşlar;
Birbirine bağlar yaşanmış her anı,
Kimi zaman bugünü,
Çoğu kez eskiyi.
Kilit taşı ki bakanı hayran eder.”
Çok eski medeniyetlerde usta mimarlar, kadının hayat sahnesinde ne kadar mühim bir varlık olduğunu belirtmek gayesiyle, kilit taşlarını kadın figürlü yaparlarmış. Böylelikle kilit taşının, kendisine yüklenen anlam ve önemini en güzel şekilde yansıtırlarmış.
Kilit taşının, diğer bir adı “Aşk taşı” imiş. Yani aşkın simgesi, belki de imzası… Peki, neden “Aşk taşı” denmiş bu eşsiz güzellikteki taşa? Sebebi gayet basit aslında. Eski çağlarda âşıklar, bu taşların süslediği yollarda el ele gezerlermiş. Güzel kemerlerle bezenmiş olan bu yerler, belki de şehrin kalbinin attığı yerlermiş. Kilit taşının süslediği yollardaki muhteşem sütunlar ince işlemelerle şehre mühür vururken, yerlere döşenmiş mozaikler nefesleri kesermiş.
Yukarıda bazı özelliklerine değindiğimiz kilit taşı, bir yapının en göz alıcı yerinde bulunan ve varlığıyla yanındaki taşları kenetleyip koca bir güzelliği taşıyan bir taş olarak bilinir. O olmazsa görkemli kubbeler, süslü kemerler ve ulu mabetler de olmazdı.
Kilit taşı, yapıya en son yerleştirilen parça ve son dokunuştur. Zaman geçse de eskimeyen, durması gereken yerde sapsağlam duran, hem göz alıcı hem de zariftir. Tıpkı hayatımızda en önemli yerlerde olup bizi taşıyan nadide insanlar gibi. Bunlar bazen anne, baba, kardeş ya da bilge bir arkadaş, belki de çok sevdiğimiz bir öğretmen…
Bu insanların her biri hayat abidemizin kilit taşı vazifesini görürler. Onların yokluklarıyla buhranlara girerken, bir gülümsemeleriyle kendimizi aydınlıklar içinde buluruz. Kilit taşı olarak gördüğümüz bu insanların bizim için yaptıkları en önemli şey, esasen hayatımızın merkezinde durmalarıdır. Onlar, orada durdukça yolumuza ışık, adımlarımıza güç olurlar; nefesimize nefes katarlar. Ne de güzeldir; böyle insaf sahibi, bilgili ve özverili insanlarla hayatımızın bir yerlerinde karşılaşmış olmak… Ne büyük nasiptir; aynı havayı teneffüs edip yontulmuş taşları sanat eserlerine dönüştürmek, aynı ufka bakıp hayatın şarkısını birlikte söylemek…
Özetle, madde ve mana kilit taşında şöyle harmanlanır: Bir taraftan devasa yapıları ayakta tutmak ya da birtakım insanlara varlığıyla dayanak olmak. Bir başka ifadeyle estetik ve güç, soğuk mermer taşına yakışan en güzel figür; fedakâr ve anlayışlı olmak da insanı yücelten en önemli vasıflardır. Belki de insan ve sanat, bu yüzden asla birbirinden ayrılamaz. Bu yönüyle de maddeyi manaya katıp karıştıran eski medeniyetlere hayran olmamak elde değil. İşte bu yüzden insanoğlu hayat tarzını, yaşadığı anı ve sevgisini sanat eserlerine ustaca işlemiş ve büyük bir aşkla sanatlarını icra etmiştir. Dahası her sanatkâr; antik çağ, yakın tarih fark etmeksizin aşkını dağlara, mabetlere, hatta ufacık ziynet eşyalarına kazımış ve değersiz gördüğümüz taşları medeniyetin merdiveni olarak kullanmıştır.
Sonuç olarak, en eski medeniyetlerin can damarı olan kilit taşı, kimi zaman bir kadın, kimi zaman ihtişamlı bir hayvan ya da cazibeli bir çiçektir; kimi zaman da hayatımızın merkezinde yokluklarına dayanamadığımız eşsiz insanlar…