Herkes İçin Adalet
Hilafetin saltanata dönüşmesinden sonra, saltanatın büyüsüne kapılan ve güç zehirlenmesine mârûz kalan birtakım muktedirler ve saray beslemeleri, Ehl-i Beyt’e yıllarca zulmetmişlerdir. Bu zulmün temel sebebi, halkın Ehl-i Beyt’e beslediği sevgiydi. Zira iktidarı elinde tutanlar, Ehl-i Beyt’i saltanatlarını yıkacak bir güç olarak görüyorlardı. Dinin ve manevî değerlerin sû-i istimal edildiği bu dönemde, Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) neslinden gelenler ve yaşlı sahabiler sindirilmiş ve âdeta bir devlet terörüne mârûz bırakılmıştı. “Emevî Devleti yüksek görevlere getirdiği kişilerden kendi beklentilerine uygun davranmalarını istemiştir. Bu, elbette her devletin kendi görevlilerinden istediği vazgeçilemez bir taleptir… Ancak ilgi çekici olan şey, Emevî Devleti’nin kamuoyunu derinden yaralayacak eylemlerinin bile bu görevliler eliyle uygulanmış olmasıdır. Anlaşılan o ki Emevîler, daha çok kendi zihniyetlerine uygun olarak dünyevî çıkar kavgası veren kişileri idareye getirmişler ve bu kişiler koltuklarında kalmak için akıl almaz cinayetlere bile imzalarını atmışlardır.”[1] Devletin putlaştırıldığı bu dönemde, Ehl-i Beyt karşıtlığı, maalesef devlet politikası hâline getirilmiş, hatta Hazreti Ali’ye (radıyallâhu anh) beddua ve küfredilmesi âdet edinilmiştir. Cuma hutbelerinde açıkça Hazreti Ali’yi ve neslini kötüleyen ifadelere yer verilmiştir. Hazreti Ali’ye (radıyallâhu anh) minberden lanet okunmasına tepki gösterenler ise sert bir şekilde cezalandırılmışlardır. Hutbelerde Hazreti Ali’ye (radıyallâhu anh) lanet okuma âdetine, Emevî halifelerinden Ömer b. Abdülaziz son vererek onun yerine, “İnnallahe ye’mürü bi’l-adli ve’l-ihsân”[2] şeklinde başlayan Nahl sûresinin 90. âyetinin okunmasını sağlamıştır. Devleti ayakta tutan adalet dâhil bütün değerleri, iktidarları ve beslemeleri için darmadağın edenlerin ömrü çok uzun olmadı. Asabiyetten (ırkçılık) beslenen, konuşması gerekenleri makam ve para ile susturan, “Devlet esastır, din tâlidir.” anlayışını topluma yerleştiren, devleti kutsayıp günahları meşrulaştıranlar, tarihin tozlu raflarında yerini aldı. Emevîler’den sonra iktidara gelen Abbâsîlerde de zulümler bazı dönemlerde devam etti. Abbâsîler’in iktidara gelmesinden sonra Emevîler’e mensup olanlar her tarafta katledildi. Muâviye ve Ömer b. Abdülazîz’in mezarları hariç, diğer halifelerin mezarları açılarak kemiklerinden bile öç alma yoluna gidildi. Emevîler’e karşı girişilen cinayetlerin en büyüğü, Abdullah b. Ali’nin bulunduğu Suriye’de meydana geldi. Abdullah, Emevî ailesi mensuplarını bir ziyafete davet etti. Yemek sırasında okunan bir mısradan aniden hiddetlenerek Emevîler’den 80 kişiyi öldürttü.[3] |
Abbâsî halifeleri içinde Harun Reşid’in yeri biraz daha farklıdır. Bermekîler’e zulmettiği anlatılsa da idareci olarak nasihat dinlemeyi seven ve ilme değer veren biri olarak bilinir.Şu hatıra, onun gönül insanlarından alınacak derslere verdiği önemi anlatmakla birlikte, Fudayl bin Iyaz’ın yaptığı tavsiyelerin başında, idarecinin adaletli olması gerektiği gelir:
“Bir gece Harun Reşid, veziri Fazl el-Bermekî’ye, ‘Beni bir kimsenin yanına götür. Kalbim, bu göz kamaştırıcı, şaşalı hayattan sıkıldı. Rahatlık ve gönül huzuru arıyorum.’ dedi. Veziri onu Süfyan bin Uyeyne’nin evine götürdü. Süfyan kapıyı açıp, Ne güzel insandır o! Hakikaten mert biridir.’ derdi.”[4] |
Devleti ayakta tutan, huzurun kaynağı güven duygusunu oluşturan ve bunun temin edilmesinin harcı adalettir. Devleti idare edenler, hukuku yok saydıklarında, heva ve hevesin tahakkümü başlar ki bu virüs adalet direğini çürütür ve yıkılan devlet yapısının enkazı altında bütün toplum kalır.
Fudayl bin Iyaz’ın Harun Reşid’e “adalet” tavsiye etmesinin temelinde bu gerçekler vardır.
Adaletin tesis ve temadisi için sadece devlet adamlarının değil toplumun da bunu istemesi gerekir. Emevî ve Abbâsî devletini yerle yeksan eden zulüm olduğu gibi, birçok devleti yıkan da adaletin o ülkelerde bitirilmiş olmasıdır.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu durumu, şu veciz sözleriyle anlatır: “Sizden evvelkiler soylu, itibarlı bir kimse hırsızlık yaptığında (suç işlediğinde) suçluyu bırakırlar, soy itibariyle daha zayıf bir kavme mensup insan çaldığında ise haddi (hukuku) tatbik ederlerdi ve onlar bu yüzden helak oldular. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma dahi hırsızlık yapmış olsaydı cezasını tatbik ederdim.”[5]
Hukukun katledildiği ülkelerde, adaletin yeniden tesis edilmesi dileklerimizle…
Dipnotlar
[1] Yrd. Doç. Dr. Seyfullah Kara. “İslam Tarihinde İlk Zihniyet Sapması: Emevîler Döneminde Otoritenin Dünyevîleştirilmesi”, İstem, 2006, yıl: 4, sayı: 8, s. 145–170, dergipark.org.tr/tr/download/article-file/260702
[2] “Allah başkalarına adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder.” (Nahl, 16/90).
[3] “Abbâsîler” TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara: TDV Yayınları, 1995, c. 1, s. 34.
[4] “Fudayl bin Iyâd”, İslam Tarihi Ansiklopedisi, 5. Cilt, İstanbul: Türkiye Gazetesi, 1989, www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi-Ansiklopedisi/Detay/fudayl-bin-Iyaz/267
[5] Ebû Dâvûd, Hudud, 4.