Vefalı Bir Dost, Sadık Bir Yol Arkadaşı: Hayati Yavuz

Biz geldik gidiyoruz. Allah üzerimizdeki bu musibet gibi görünen hâdiseleri bir an evvel kaldırsın. Geçecektir, geçici şeylerdir bunlar, ilk defa yaşamıyoruz biz bunları. Daha önce de benzerlerini; 71’de, 12 Eylül’de ve 28 Şubat’ta yaşadık. Her seferinde Hizmet’i bitirdik zannettiler, ama inanın bana daha gür bir şekilde yola devam edildi. Çünkü bu dava Allah’ın davasıdır. O ‘Tamam, bu kadar.’ dediyse bu kadar… Kimse bunu ilerletemez. ‘Devam.’ derse hiç kimse O’na mâni olamaz. Biz kavgadan uzağız ve hiçbir beklentimiz de yok. Böyle dertleri olanlar düşünsünler. Ben görmesem de Allah’ın izniyle sizler göreceksiniz.”[1]

Bu ifadelerin sahibi, vefalı dost, sadık yol arkadaşı Hayati Yavuz’dur. Kendisi 1945 yılında Konya’nın Ilgın ilçesine bağlı Aşağıçiğil nahiyesinde dünyaya gelir. İlk okuldan sonra Nazilli’ye gelerek bir tuğla fabrikasında bir müddet çalışır. Daha sonra İzmir’de kunduracılık yapmaya başlar. Askerlik sonrası İzmir Kemeraltı’nda başladığı işportacılık işini Hisar Câmii yakınlarında açtığı bir dükkân ile devam ettirir. Sattığı ürünler çakı, çakmak ve o günlerde ülkemizde pek bulunamayan elektronik eşya türünden şeylerdir.

Esnaf olması hasebiyle cuma namazına çoğu zaman câminin hariminde, son dakikada yetişir. O cuma da öyle olmuştur. Fakat hutbeden yükselen ses, daha önceki sese benzemiyordur. Söylenen sözler, kalbin en derin noktasından gelen ve gönülleri rikkate getiren ifadelerdir. Namazı bitirince müezzin mahfiline koşar ve “Bu hoca da kim Allah aşkına?” diye sorar. İsmini orada duyduğu Hocaefendi’nin her hafta vaaz vereceğini öğrenince, “Allah’a çok şükür Hisar Câmii nihayet bir imam gördü.[2] der.

Vurulduğu bu sesin sahibi ile tanışmayı çok arzu etse de fırsat bulamaz. Bu arzusu dua yerine geçmiş olmalı ki bir gün şadırvanda abdest alırken bir genç gelir. Abdest hazırlığı yapan bu genç, onu Hocaefendi’nin davet ettiğini ve isterse kendisini çarşamba akşamı götürebileceğini söyler. Bu davete şaşırır, fakat arzu ettiği bir şey olduğu için “Peki.” der. Gün gelip davet edildiği eve varınca bakar ki Kemeraltı’ndan tanıdığı herkes oradadır. “Böyle şeyler oluyor da benim niye haberim olmuyor.” deyince onlar da gülüşerek “İşte haberin oldu ve sen de geldin.” derler.

Bu arada epeydir kafasını meşgul eden bir soruyu Hocaefendi’ye sorar: “Efendim, aynı inanca sahip olmamıza rağmen niçin farklı cemaatler var?” Hocaefendi, hiçbir grubun aleyhinde konuşmadan tatmin edici bir cevap verir.

1968 yılında yaşadığı bu günlerden sonra Hizmet’e gönül verir. 12 Eylül sonrası hakkında çıkartılan yakalama kararı kalkınca (1986) Hocaefendi, hacca gitmeye niyet eder. O da bu fırsatı ganimet bilir ve onunla beraber yola koyulur. Haccın bittiği günlerde Hocaefendi’yi Diyarbakır’daki Mehmet Özyurt davasıyla ilişkilendirerek hakkında tekrar yakalama emri çıkartırlar. Bundan haberi olan Hocaefendi, Suriye üzerinden gitmenin daha uygun olacağını düşünür. Hayati Bey, beraber gitmeyi teklif etse de Hocaefendi, onun teklifini kabul etmez.

Hocaefendi’nin bir dediğini iki etmeyen Hayati Bey, normal yoldan İzmir’e dönmüştür ve tanıdığı herkes ziyaretine gelir. Misafirlerin yoğun olduğu bir gün, telefonu çalar. Telefondaki ses Hocaefendi’dir ve kendisine, “Acilen Suriye vizesi al ve şu adrese gel.[3] demektedir. İşte o gün, dostun vefa ve sadakatini göstermesi gereken gündür. Yaklaşık bir aydır dükkânı kapalıdır, ama o, hiç vakit kaybetmeden yola koyulur.

İlk olarak Ankara’ya giderek vize işini çözmelidir. Bir arkadaşının yardımıyla çok kısa sürede vizeyi alır. Ankara’dan uçakla Adana’ya, oradan da otobüsle gece yarısından sonra saat üç civarı Antep’e varır. O saatte Kilis’e gidecek araç yoktur. Bir taksi tutar ve sabah ezanında Kilis’e ulaşır. Yeni inşa edilmiş bir câmide sabah namazını eda ettikten sonra, işi icabı tanıdığı bir arkadaşından yardım almaya niyetlenir ve onu nasıl bulabileceğini düşünmeye başlar. O esnada birisi, “Hayırdır Hayati abi, senin burada ne işin var? Sen o dükkânı bırakıp nasıl buralara kadar geldin?” der. Bu harikulade durum karşısında ne diyeceğini bilemez. Henüz her yer kapalıdır, sadece câmiye yakın bir dükkânın ışıkları yanmaktadır. Küçük yerlerde dükkân sahipleri sabahları erkenden çay demleyip ziyarete gelenlere ikram eder. Arkadaşıyla birlikte hem çay içmek hem de geliş sebebini izah etmek için bu dükkâna girerler.

Hayati Bey, arkadaşına meseleyi anlatır ve elindeki adresi gösterir. Arkadaşı adrese bakar ve “Bu adreste benim bir akrabam çalışıyor, ona telefon açayım, sen normal yoldan bu adrese git.” der. Hayati Bey, sınırdan geçer ve iki katlı, ahşap bir otelin bulunduğu bu adrese ulaşır. Hızlıca çıktığı ikinci katta Hocaefendi’yi Kur’ân okurken bulur. Hocaefendi onu fark edince, yerinden fırladığı gibi onun boynuna sarılır. Hocaefendi’ye arkadaşının ismini verdiği Osman’dan bahseder. Hocaefendi, “Evet, o burada bize hizmet ediyor.” diye cevap verir. Hayati Bey, “Hocam, o bizi geçeceğimiz yere kadar götürecek ve orada Ahmet’le buluşacağız.” der. Hazırlıklar tamamlanır ve gece vakti Ahmet’in akrabasının evine ulaşırlar. Ev sahibi Hocaefendi’nin hacdan döndüğünü öğrenince, gelinini ve çocuklarını başka bir yere gönderir ve Ahmet gelinceye kadar onları misafir eder. İki gün sonra Ahmet gelir ve bu arada kullanacakları güzergâhı kontrol ettiğini ifade eder.

Hava kararmaya başlayınca evden ayrılarak bir tepeye tırmanırlar. Ses çıkarmamak için ayakkabısız yürürler. Yaklaşık bir kilometre uzunluğunda, dikenli bir araziyi bu şekilde geçerler. Mayınların döşendiği bir bölgede yürümektedirler. Hocaefendi, dizlerine kadar yüzlerce dikenin battığı o günü şöyle anlatır: “Halep’te 11 gün kaldım. Sonra dağdan geçmeye karar verdik. Bir rehber bulduk. Dağda yer yer mayınlar patlıyordu, ama gözümde Türkiye öyle bir tütüyordu ki başımda bomba patlasa duracak gibi değildim. Köyde bir evde kaldık, ertesi gün bir başka eve geldik, ondan sonra da hududu geçtik.”[4]

Türkiye tarafında Ahmet’in babasının evine ulaşıp orada biraz dinlendikten sonra Kilis’e gitmek için anayoldan geçen bir minibüsü durdururlar. İçerisi koyun doludur. Aracın şoförü: “Binebilirseniz, buyurun.” der. Kontrol noktasını geçmek için bu iyi bir fırsattır. Koyunların arasına gizlenerek Kilis’e ulaşırlar. İstanbul’da iş adamı olan Kilisli Hüseyin Dövme’nin evinde misafir olurlar.[5]

Hayati Bey, 1991 yılında Hocaefendi’nin teşvikiyle Kazakistan’a esnaf olarak gider ve orada hizmetlerine devam eder. Muhacir olarak gittiği Kazakistan’ın Almatı şehrinde, 6 Temmuz 2016 tarihinde, ruhunun ufkuna yürür. Hocaefendi bir sohbetinde onun için şöyle diyecektir: “Benim candan sevdiğim Hayati kardeşim vardı, Kazakistan’da defnedildi. Arandığım dönemde Türkiye’ye kaçak olarak girmiştim; yanımda bizden tek insandı o. Yedi sekiz kilometrelik bir yolu beraber yürüdük. Tir tir titriyordum soğuktan. ‘Hocam, sırtını sırtıma ver benim!’ demişti. Ama gitti Kazakistan’a… Hasta idi, ‘Türkiye’ye dön! Hastanede tedavi olursun!’ dedim. ‘Hizmet için geldim, dönemem!’ dedi.”[6]

“Biz geldik, gidiyoruz” dedi ve hepimizin gideceği o bâki âleme sadık bir nefer olarak gitti. Rabbim makamını âlî, mekânını Firdevs eylesin. Hocaefendi, bu yol arkadaşı için şöyle bir taziye verdi: “Hizmete ilk günden beri sahip çıkmış, vefalı bir dost, sadık bir yol arkadaşı, aziz kardeşim Hayati Yavuz Bey’e Cenab-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret niyaz eder, ailesi ve yakınlarına, bulunduğu hicret yurdundaki Hizmet gönüllülerine sabr-ı cemil dilerim.[7]

Dipnotlar

[1] “Geçmişten İzler Hayati Yavuz.” www.youtube.com/watch?v=ERmoKK-Fwcc

[2] A.g.e.

[3] A.g.e.

[4] Faruk Mercan, Allah Yolunda Bir Ömür, New Jersey: Süreyya Yayınları, 2019, s. 164.

[5] Hayati Yavuz ile ilgili bu hâtıraların hepsi “Geçmişten İzler Hayati Yavuz” videosundan alınmıştır.

[6] M. Fethullah Gülen, “Yol, Çile ve Akıbet”, Bamteli, 6 Ekim 2019.

[7] M. Fethullah Gülen, “Hayati Yavuz için verdiği taziye mesajı”, fgulen.com/tr/hayati-tr/taziyeleri/hayati-yavuz-icin-verdigi-taziye-mesaji

Bu yazıyı paylaş