Kütle Çekimi

Günümüzde henüz ilkokul sıralarında öğrendiğimiz ya da internette bir linke tıklayarak ulaştığımız ilmî hakikatlerin tarihte derin bir geçmişi olduğunu görüyoruz. Bilim insanları araştırma yaparken zorluklar çekmiş ve tespitlerini topluma açıkladıklarında bazen sert reaksiyonlarla karşılaşmışlardır. Özellikle Orta Çağ’daki insan haysiyetine yakışmayan uygulamalar ve zulümlerle, hakikatler yok sayılmaya çalışılmıştır.

İnsanlığın ilmî müktesebatını, belirli kişiler veya milletlere mal etmek mümkün değildir. Asırların semeresi olan ilmî birikim, insanlığın ortak mirasıdır. Söz gelimi, Orta Asya’daki Harezm bölgesinde yetişen Müslüman âlim Bîrûnî (973–1048), insanlık için önemli keşiflere öncülük etmiştir. Bîrûnî ilk defa Güneş Sistemi modelini ve Ay’ın pozisyonlarını tanımlayarak Dünya’nın, Ay’ın ve Güneş’in küre şeklinde olduğunu açıklamıştır. Dünyanın döndüğünden bahsettikten sonra, “O hâlde Dünya üzerindeki nesneler nasıl oluyor da savrulmadan kalabiliyor?” sorusuna ise ilk defa “Merkezî cazibe kuvveti ile duruyor.” cevabını vererek yer çekimi ile ilgili açıklama yaptığı kayıtlarda geçmektedir.[1]

Newton (1643–1727), cisimler arası çekimin, bir fâil-i muhtar (dilediğini yapmakta serbest olan) aracı ile olduğunu düşündü, fakat bu fâil-i muhtarın kim olduğuna, okuyucularının karar vermesini istedi. Bu yaratılış kanununu, matematik formüllerine dönüştürerek yazdı. Newton’a ilham veren Kepler (1571–1630) idi. Kepler, gök bilimci Kopernik’in (1473–1543) fikirlerinden etkilendi ve matematiği tahminî hesaplarda kullanarak Kepler Kanunları olarak bilinen Güneş Sistemi formüllerini geliştirdi.[2]

Galilei (1564–1642), başlangıçta tıp tahsili yaparken matematiğin kâinattaki işleyişi nasıl anlattığına şahit olup matematik tahsiline devam etti. Kopernik’ten etkilenerek o dönemler yaygın bir kanaat olan “sabit kâinat” fikrinin aksine açıklamalar yaptı. Venedik’e gelen Hollandalı denizcilerin, seyr ü seferde kullandıkları aleti, geceleyin gökyüzüne çevirmesiyle olayların seyri değişti. Kullandığı teleskop yardımıyla şahit olduğu uydu, gezegen ve yıldızların hareketinden, yer çekimi kanununu da içine alan uydu ve gezegen sistemini keşfetti. Fakat ne yazık ki doğruları açıklamanın bedelini, Engizisyon Mahkemesinde ağır bir şekilde ödedi.[3] Galilei’nin ölümünden 350 yıl sonra, 31 Ekim 1992 tarihinde, iade-i itibar anlamına gelen bir özür metni yayımlandı.[4]

Kâinatın Dengesine Hizmet Eden Kanunlar

Kâinatın ikamesi, Rabbimizin Kayyum ismine dayanır. Bilim insanlarının keşfettikleri kanunlar, İlahî emirlere itaatle tezahür eden hakikatlerdir. Fizikte bahsi geçen dört temel kuvvet içinde belki de en meşhuru yer çekimidir. Cisimlerin kütlelerinin, çekim kuvvetinin maddî sebebi olduğunu ileri süren anlayışa göre, her bir gök cismi diğerini çektiği gibi, her bir zerre de birbirine bu çekim kuvvetini uygular. Dünyadaki cisimlerin ağırlığı, bu kuvvetin bir sonucudur. Denizlerin, canlı ve cansızların savrulmadan yeryüzünde kalmaları, bu kuvvet vesilesiyle olur.

Büyük cesamete sahip yıldızlarda bu kuvvet, yıldızın içe çökmesine ve kara deliklerin yaratılmasına hizmet eder. Bu kuvvetin tesiri, arada maddî bir bağ olmadan görülmektedir. Elektrik kuvvetleri, atomlardaki proton ve elektronların durumuyla tasvir edilebilmektedir. İlahî emre itaat eden elektrik yükü vesilesiyle, pozitif ve negatif kutuplar arasında, elektrostatik itme ve çekme kuvvetleri meydana gelmektedir. Ayrıca cisimler arasında manyetik çekme ve itme kuvveti mevcuttur. Bu kuvvet, maddedeki atomların dönüşü vesilesiyle yaratılır. Bir cisimdeki atomlarda dönüş yönü aynı olursa bu cisme “manyetik cisim” denir. Böyle bir cisim, etrafındakileri çekebilir veya itebilir. Kütle çekim kuvveti ise ne manyetik çekim ne de elektriksel itme ya da çekme kuvvetine benzer. Kütlelerde sadece çekim vardır, diğer kuvvet türlerinde görülen itme hususiyeti yoktur.

Elektrik kuvvetleri ve manyetik kuvvetlerin zahirî sebebi açıklanmıştır, fakat kütle çekimine maddede hangi unsurun sebep olduğu şimdiye kadar keşfedilememiştir. Üniversitemizdeki nükleer fizik profesörümüz 2000’li yıllarda kütle çekimi konusunda bilim dünyasının çok ciddi bir sıkıntı çektiğini, fakat yeni bir açıklama olmadığından Newton öğretilerine devam edildiğini söylemişti. Yaklaşık 15 yıl sonra başka bir hocamız, kütle çekimi ile ilgili bildiğimiz her şeyin değişeceğini, bu hususun klasik mekaniğin değil dalga mekaniğinin, diğer bir tabirle kuantum mekaniğinin konusu olduğunu söylediğinde çok şaşırmıştık. Çünkü biz de öğrencilerimize Newton fiziğini öğretiyorduk. Bu husus, klasik Newton mekaniğinden çıkarak kuantum fiziğinin alanına giren dalga mekaniği konusu hâline gelmiştir.

Peki bu arada hangi gelişmeler oldu? Yer çekimi ya da kütle çekimi bir sineğin ağırlığında pek rol oynamazken uydu, gezegen ve yıldız gibi büyük boyutlu gök cisimlerinde muazzam bir kuvvet ortaya çıkar. Güneş, “kütle çekimi” diye tabir edilen İlahî bir emir ve kanunun neticesinde, Plüton’u yaklaşık yedi milyar km bir mesafeden, herhangi bir maddî bağ olmadan cazibe kuvveti vesilesiyle yörüngesinde tutar. Albert Einstein (1879–1955), geliştirdiği izafiyet teorisinde, bu kuvvetin, kütlelerin hareketi sonucu uzaydaki kuantum denizinde (esir maddesi denizi de diyebiliriz) bir vakum meydana getirerek çekim dalgalarının ortaya çıkmasına vesile olduğunu öne sürdü. Bu model, gergin bir çarşafın üstündeki büyük bir bilyenin oluşturduğu çöküntüyle, etrafındaki küçük bilyeleri çekmesi gibi, gezegenlerin uzayda hareketi vesilesiyle yaratılan çekim dalgalarının, küçük gezegenleri yörüngesinde tutmakta olduğu şeklinde açıklanmıştır.[5]

Einstein’a göre kütle çekimi, maddelerin kütlelerinden kaynaklanmamakta, uzayda maddenin meydana getirdiği bükülme vesilesiyle (mekân ve zamanın daralması ya da genişlemesiyle) ortaya çıkmaktadır. Zaman ile ilgili daralmaya örnek olarak uzay saatlerinin sürekli kalibre edilerek dünyaya uyarlanması verilebilir. Yörüngeye gönderilen uyduların saatleri, yoğun yer çekimi dalgalarından uzaklaştıkça geri kaldığından, sürekli kalibrasyona ihtiyaç duyar.

Allah (celle celâluhu) Kur’ân-ı Kerim’de, yer çekimi kuvvetini kâinatta nasıl icra ettiğini, şu şekilde ifade buyurmuştur: “Allah O’dur ki, gökleri gözle görebileceğiniz direkler, destekler olmadan yükseltti; sonra da arşın üzerine istiva buyurdu ve güneşle ayı emrine ram etti. Her biri kendisine tayin ve taktir buyrulan bir sona ulaşıncaya kadar (yörüngesinde) akıp durmaktadır.” (Ra’d, 13/2).

Bediüzzaman Hazretleri, Newton kütle çekim teorisinin yaygın şekilde öğretildiği bir dönemde, Einstein’ın teorisini hatırlatan şu beyanda bulunmuştur: “Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâl’in madde-i esîriye içinde hadsiz ecrâm-ı semâviyeye (gök cisimlerine) nihayet derecede intizam ve mîzan içinde sırr-ı kayyûmiyetle bir kıyam, bir bekâ, bir devam vererek, bazısı küre-i arzdan bin ve bir kısmı bir milyon defa büyük milyonlarla azîm küreleri direksiz, istinadsız, boşlukta durdurmakla beraber, her birini bir vazife ile tavzif edip gayet muhteşem bir ordu şeklinde emr-i kün feyekûn’den[6] gelen fermanlara kemâl-i inkıyâdla itaat ettirmesi, İsm-i Kayyûm’un âzamî cilvesine bir ölçü olduğu gibi, her bir mevcudun zerreleri dahi, yıldızlar gibi sırr-ı kayyûmiyetle kaim ve o sır ile bekâ ve devam ediyorlar.”[7]

Son yıllarda yapılan araştırmalar da bu hükümleri desteklemektedir. ABD’nin birçok yerinde araştırma merkezi bulunanLazer İnterferometre Yer Çekimi Dalgası Gözlemevinde (LIGO) görev yapan araştırmacılar, yerküreden bir milyar ışık yılı uzakta bulunan iki kara deliğin birleşmesiyle ortaya çıkan yer çekimi dalgalarını tespit ettiklerini duyurdu. Bu keşif neticesinde LIGO araştırma ekibi, 2017 yılında Nobel Fizik Ödülü’nün sahibi oldu.[8]

Efendimiz de (sallallâhu aleyhi ve sellem) “(Sema) etrafa taşmaktan korunmuş deniz dalgası (gibidir).”[9] buyurmak suretiyle İlahî emirlere dayalı bu kuvvet ve kanunlara dikkat çekmiştir. Öyle görünüyor ki ilmî ve teknolojik gelişmeler, yeni keşiflere zemin hazırlayacaktır. Bu keşifler, kâinatın yapısı ve işleyişi hakkında yeni bilgilere ulaşmamıza yardımcı olacaktır. “Kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir.”[10] İmanın nuru ve şuurundan beslenen bir niyet ve nazarla yapılan her yeni araştırma, bu goncanın farklı güzelliklerini gözler önüne serebilir.[11]

Dipnotlar

[1] “Bîrûnî”, tr.wikipedia.org/wiki/Bîrûnî

[2] B. Dunbar, “Johannes Kepler: His Life, His Laws and Times”, www.nasa.gov/kepler/education/johannes

[3] A. Abbot, “Discovery of Galileo’s long-lost letter shows he edited his heretical ideas to fool the Inquisition”, www.nature.com, https://www.nature.com/articles/d41586-018-06769-4

[4] “Galileo Galilei”, tr.wikipedia.org/wiki/Galileo_Galilei

[5] “Newton vs. Einstein vs. the Next Wave”, www.amnh.org/explore/videos/space/gravity-making-waves/newton-einstein-gravity

[6] “(O, bir şeyi yaratmak isteyince sadece) ‘Ol!’ der, o da oluverir.” (Bakara, 2/117; Âl-i İmran, 3/47, 59; En’âm, 6/73; Nahl, 16/40).

[7] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 427.

[8] T. Rothman, “The Secret History of Gravitational Waves,” www.americanscientist.org/article/the-secret-history-of-gravitational-waves

[9] Tirmizî, Tefsiru sûre 57/1; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, 2/370; Tebaranî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 6/15.

[10] Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 23.

[11] H. Kerem, “Kütle Çekim Dalgaları”, Çağlayan, Aralık 2018.

Bu yazıyı paylaş