İnsanların topluluk halinde yaşaması, Yüce Yaratıcı’nın muradıdır; zira bunu ifade ederken O (celle celâluhu),“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah her şeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır” (Hucurât Sûresi,49/13) buyurmaktadır.
Diğer canlılar gibi insan da tek başına değildir veaynı duygu ve düşünceyi paylaşmasa bile diğer insanlarla beraber yaşamak zorundadır. Ortak paydalar etrafında sürdürülen sosyal bir hayatın, zaman içinde şekillenen bazı kuralları vardır. Ahenkli, dengeli ve adaletli bir toplum adına bu kuralların zaman zaman hatırlatılması gerekmektedir.
Usul ve Üslup
Her şeyden önce bu münasebetlerin doğru bir usul ve üslup içinde yapılması büyük önem taşır. Aksi halde, yapılacak her hatanın, ferdin huzurunun kaçması, aile düzeninin dağılması veya toplum içinde farklı kargaşaların hâkim olması gibi bir takım olumsuz neticeleri olacaktır. Hatta bu anlaşmazlıklar, toplumlararası veya devletlerarası alana taştığında, savaşlar çıkacak ve dünyanın bütününü ilgilendiren, insanlığın yüz karası tablolar oluşacaktır. Nitekim I. ve II. Dünya Savaşı, ondan önceki küçük ve büyük çaplı savaşlar, günümüzde dünyanın değişik yerlerinde halen devam eden savaş, kavga, zulüm ve haksızlıklar, gücü elinde bulunduran zorbaların her türlü işkenceleri, insanların yurtlarından edilmeleri, mülklerinin ellerinden alınması hep bu cümledendir.
Hâlbuki insanoğlu, hayatı anlaşarak yaşamak için yaratılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade ettiği gibi, medenilere galebe ikna iledir. Küçük ayrılıkları öne çıkararak büyük tahribatlara sebebiyet vermek yerine, ortak paydalar etrafında birleşerek huzur içinde yaşamak, insanoğlundan beklenen erdemli bir tavırdır. Her yönüyle sabır, teenni ve başkalarına müsamaha, fert, aile ve toplumu yakıp kül edecek ateşleri söndüren etkili birer dinamiktir. “O muttakiler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar; kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever” (Âli İmrân Sûresi, 3/134) mealindeki âyet, insanlar arası ilişkilerde çok mühim bir düstura dikkat çekmektedir. Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Haklı dahi olsa, tartışmayı bırakan kişiye Cennet’te bir köşk tekeffül ediyorum” (Ebû Dâvûd, Edeb 7) şeklindeki beyanı, küçük ayrılıkların büyük yaralara sebebiyet vermemesi adına ne güzel bir reçetedir. Zira bazen hemen elde edeceğimiz peşin bir kıymet, yarın yaşayacağımız büyük kayıpların sebebi olabilmektedir.
Büyümesi muhtemel küçük meseleleri, beşerî münasebetlerimizi merkeze alarak, daha büyük problemlere dönüşmeden halledebilirsek, aileden iş hayatına, arkadaş çevresinden toplum hayatına kadar hemen her alanda semerelerini alabiliriz.
Aile
Mesela, eşler arası münasebetlerde saygı, dinleme ve empati, yuvanın huzuru adına önemli hususlardandır. Eşlerden her birisi, bir diğerinin yaşadığı gündelik iş temposu ve yoğunluğu nazara alarak bir tavır belirlemelidir. Onun yerine kendisini koymalı ve kuracağı empati neticesinde onu rahatlatıcı bir hava sergilemelidir. “O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır” (Rûm Sûresi 30/21) diyen Kur’ân’ın tavsiyesi de bu istikamettedir. Gün boyu sürekli problem ve gerginlik yaşayan bir eşe, bir araya gelinir gelinmez diğer eş tarafından başka problemlerin yüklenmesi, problemlere karşı direnci aşınmış ve tahammül eşiğini zorlayan bu eşin patlamasına sebebiyet verebilir. Bu da çoğu zaman karşılıklı gerginliği tırmandıran ve sükûnetle geçiştirilmesi muhtemel meseleleri büyüterek tamiri imkânsız yaraların açılmasına yol açan yanlış bir adımdır. Gündelik problem ve gerginliği her iki tarafın da yoğun yaşadığı durumlarda, böylesine küçük bir tahammülsüzlük, karşılıklı öfke patlamalarını tetikleyebilmektedir. Öyleyse, yuvamızı, huzur meltemleriyle serinlemiş bir cennet köşesi yapmak da kapısından içeriye girdiğimiz andan itibaren gerginlik solukladığımız bir zindana dönüştürmek de bizim elimizdedir. Atacağımız her adımın sonucu düşünülerek hareket edilmeli ve sosyal hayattaki konumumuz ne olursa olsun makamın hakkını makamda, evin hakkını da evde verebilmeliyiz ki evimizden dışarıya taşan hep huzur olsun. Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi, üzerimizde nefsimizin hakkı olduğu gibi eşimiz ve çocuklarımızın da hakkı söz konusudur. (Bkz. Buhârî, Edeb 86; Savm 51; Teheccüd 15).
Eşler olarak aile fertlerinin, karşılıklı konuşmaya da ihtiyaçları vardır. Zaten, konuşarak problem olmaktan çıkabilecek küçük meseleler tehir edildikçe, çoğu zaman üstesinden gelinemeyen büyük komplikasyonlara sebebiyet verebilmektedir. Unutmamak gerektir ki yarınlarda yuvayı yakıp kül edecek büyük yangınların başlangıcı, zamanında ihmal edilen küçük kıvılcımlardır.
Evimizin bir ferdi olan çocukların da ihmal edilmemesi, ayrıca üzerinde durulması gereken bir gerçektir. Çocuklar kendi seviyelerine göre muhatap alınmalı, onlarla da konuşulmalı ve aynı zamanda onları yarınlara hazırlayabilmek için aileyi ilgilendiren önemli adımlarda fikirleri alınmalıdır.
Evde bulunan anne ve babaya karşı takınılması gereken tavrı bize, bizzat Yüce Mevlâ göstermektedir: “Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa, sakın onlara hizmetten yüksünme, “Öf!” bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle” (İsrâ Sûresi, 17/23).
İş Hayatı
Mesaiye dikkat yanında başkalarının hakkına riayet de çok önemlidir. İş ortamını paylaşan fertlerin, aralarından birisinin yaşadığı bir problemde onun yanında yer almaları, dertlerini dinleyerek çözüm bulmaya matuf yeni fikirler üretmeleri ve arkadaşlarını sıkıntıdan kurtarabilmek için ona alternatif çözüm yolları sunuyor olmaları, çalışma ortamındaki kaynaşmayı pekiştiren önemli beşerî münasebetlerdendir.
İşlerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için çalışma ortamlarında, işin tabiatı gereği âmir konumunda insanlar da olacaktır. Ancak bu durumun, araya kalın duvarlar ören bir mekanizmaya dönüşmesine fırsat verilmemelidir. Âmirler memurlarına tepeden bakmamalı, memurlar da âmirlerini dinlemez bir tavır içinde olmamalıdır. Bu durum, insan olma ortak paydası altında ve tatlı bir denge içinde çözülmelidir. Başlangıçta dikkat çekmeye çalıştığımız Kur’ân âyetindeki “… Şunu unutmayınki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır” (Hucurât Sûresi, 49/13) prensibi gereği, bir ölçü tutturarak denge sağlanmaya çalışılmalıdır. Âmirlik de memurluk da, içinde bulunulan kurumun başarısı içindir; kurumun önceliklerini kendi önceliklerimizin önünde tuttuğumuzda, hem kurum de o kurumu kurum yapan fertlerin kazançlı çıkacağı herkesin malumudur. Zaten, temel demokratik haklardan taviz verilmeden, idarecilerle ahenk içinde çalışıp huzursuzluk çıkarmamak; diğer insanlara, inançlara, gelenek ve göreneklere saygılı kalarak sadece kendi işini yapmak, insan olmanın bir gereğidir.
Millet
Global bir dünyada, günün şartlarına göre hareket edip kendi kimliğini koruyarak değer üretme, hem fert hem de milletler planında önem arz eder. Kendi özellikleriyle adeta bir su kabına karışan fert ve cemiyetler, seviye ve ağırlıklarına göre o suya renk, tat ve kokularını katabilir. Günümüzde bütün milletler için bu şekilde bir müsabaka söz konusudur. Özellikle günümüzde, dünyanın çok farklı coğrafyalarına dağılan Hizmet gönüllülerinin, içinde bulundukları toplumlarla problem yaşamamaları, hatta o toplumların problemlerini çözmede birlikte hareket ediyor olabilecek bir seviyeye gelebilmeleri için beşerî münasebetlerdeki hassasiyetleri, hayati önem arz etmektedir. Bunun için, dikkat etmemiz gereken bazı hususları şu şekilde sıralayabiliriz:
- Muhataplarımızın iyi tanınması önemlidir. Onların öncelikleri, nelerden hoşlandıkları, hobileri ve beklentileri gibi konuların bilinmesi, beşerî münasebetlerdeki hataları en aza indirebilir.
- Kendi kültürümüzün şekillendirdiği örf ve âdetlerimiz gibi muhataplarımızın da zaman içinde şekillenmiş ananelerinin olabileceği hatırdan çıkarmamalı, bizim için ilk etapta garip gibi dursa da başkalarının kültürüne saygılı olunmalıdır. Bizim kültürümüzde bazı kurallar yerleşmemiş olabilir; ancak farklı toplumlarda bu kurallara uygun hareket etmemek, büyük bir kusur olarak algılanabilmektedir ki böyle bir duruma düşmemek için bunların bilinmesi önem arz etmektedir.
- Muhataplarımızınkaldıramayacağı konuları açmamak ve onları sıkmamak önemlidir.
- Hemen her zaman nezaket sahibi olmak, kendi problemleri varsa bile bunları sezdirmemek, muhatapların yapacağı hataları hoş görmek, yapılması gereken davranışlardır.
- Âdâb-ı muaşeret kurallarına riayet etmek önemlidir.
- Sözlü ve yazılı iletişimlerimiz, nezaket prensibi çerçevesinde olmalıdır. Muhataplar ne kadar uygunsuz davranış içinde bulunurlarsa bulunsunlar, asla onların konumuna düşülmemeli, ele alınan meseleler, daima akl-ı selime uygun ölçüler içinde halledilmelidir.
- İşlerimizin belli bir plan çerçevesinde yürütülmesi, hatta bunun muhataplarımız tarafından da bilinmesi önemlidir.
- Bazen küçük bir hediye, büyük kapıların açılmasına vesile olur. Zaten hediyeleşmenin, fertler arası muhabbeti artıran önemli bir husus olduğunu bize haber veren de Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) değil midir? (Bkz. Buhârî, Edebü’l-Müfred 594; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ 12297).
Diyalog Kurma ve Bunu Devam Ettirme
İnsanların ırkları, renkleri, dilleri, dinleri, memleketleri farklı da olsa insan olma ortak paydası çok önemlidir. Buradan hareketle, yeryüzünde bulunan bütün insanlarla diyalog kurulabilir. Herkesin kendine has özellikleri vardır ve her insanda sevilebilecek birçok nokta bulmak mümkündür. “Her insan yegânedir; her ülke özel ve güzeldir” prensibini unutmamak gerekir. Bu bakış tarzıyla hareket edildiğinde, beşerî münasebetler hızlı bir şekilde geliştirilebilir, insanlardaki güzel özellikler birbirine geçebilir. Herkesin kendi konumunda kabullenilmesi de bu esaslar içindedir.
Hiç yurtdışına çıkmayan bir vatandaşımızın, hacca gittiğinde ilk defa gördüğü Afrikalı bir Müslümana uzun uzun bakışı karşısında, bunu garipseyen muhatabının ona, “Boyayı mı beğenmediniz, boyacıyı mı?” şeklindeki tepkisi, gördüğünü garipseyeni mahcup eden latif bir nüktedir. Şartlar gereği bugün, yeryüzü genişliğinde bir dairede yaşayan insanımızın, aynı havayı soluklayan, aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip ve aynı mekânları paylaşan insanlarla anlaşamaması, anlaşılmaz bir durumdur.
İnsanlarla diyalog kurmanın yolları neredeyse sayısız denecek kadar çoktur. “Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri sayısıncadır” fehvasınca, insanlarla diyalog yolları da neredeyse sınırsızdır. Başka bir ifadeyle, her gönle gidecek bir yol mutlaka vardır.
Aynı yerde oturma, hemşehrilik, meslektaş olma, aynı yerde çalışma, bazen aynı kaderi paylaşma, komşuluk, birlikte yolculuk gibi bir dizi diyalog vesilesi vardır. Bir kere tanıştıktan sonra bu tanışmayı devam ettirme, insanlık ölçüleri içinde fedakârlıklarda bulunarak karşıdakinin problemlerini çözme, ama asla ondan istifade etmeyi düşünmeme, varsa bile onun kusurlarını görmeyip sabretme, kendisi haklı bile olsa ileride geliştirilebilecek dostluklarda ortaya çıkabilecek problemleri zamana yayarak çözmeye çalışma, kendi nefsine karşı savcı, başkalarına karşı avukat olabilme, daima güler yüzlü olma, dostlarını sık sık arayarak hâl ve hatır sorma, önemli faktörlerdendir. Ancak bütün bunları yaparken, bizi biz yapan değerleri değersiz kılacak davranışlardan uzak durmak, itibarı zedeleyecek her şeyden kaçınmak da ayrıca önem arz etmektedir.
Hediyeleşme, diyalog kurma ve bunu devam ettirme açısından önemli bir vasıtadır, ama bu konuda da ölçülü olunmalı, karşıdaki asla minnet altına sokulmamalıdır. Karşılık beklemeden yapılan iyilikler ve verilen hediyeler, muhatabı rahatlatır. Aksi takdirde, rüşvet ve yolsuzluklara kadar giden bir yola girilmiş olunur.
İnsanın daima etrafı ile ilgili olması, etrafında cereyan eden hadiselerin farkına varması, birlikte çalıştığı insanların durumlarından haberdar olması da beşerî münasebetlerde önemli hususlardır. Bu ölçüler içinde insanın, muhatabına bazen yaptığı şeylerin sebeplerini anlatması, onu kendisi hakkında su-i zanna düşmekten kurtarır. Ayrıca bazen içinde bulunulan konjonktürlerde her şey altüst olmuş olabilir. “Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır” (İsrâ Sûresi, 17/84) prensibince insan, bu esaslar çerçevesinde her zaman kendisine düşeni yapmalı, asla kötü davranışları örnek almamalıdır.
Hâl Dili
Beşerî münasebetlerde en önemli faktör, evrensel bir dil olan hâl dilidir. İnsanın dilini bilmediği ülkelerde bile güzel davranışlarıyla o insanlara çok şey anlattığı bir gerçektir. Maalesef bugün toplumumuzda en önemli eksiklerimizden birisi bu hâl dilinin olmayışıdır. Yani hâlimizle, tavırlarımızla ve pratiğimizle, söylenen ve bilinen güzel prensipleri hayata geçiremeyişimizdir.
Kim olursa olsun karşıdakine hakkıyla değer verme ve onu dinleme, asla kendini büyük görmeme, insanlardan bir insan olma, beşerî münasebetlerde köşe taşlarıdır.
O Halde…
İnsanı yeryüzünün halifesi olarak gönderen Yüce Yaratıcı, halifeliğinde ona lazım olacak olan bütün donanımları kendisine vermiş ve ondan da halifeliğin gerektirdiği davranış biçimlerini beklediğini bildirmiştir. Beşerî münasebetlerde değişik vesileleri değerlendirerek diyaloglar kurma, Yaradan’ın rızasını kazanma yolunda, “Acaba başka neler yapabilirim?” sorusunu devamlı kendine sorma ve hayatını bu şekilde devam ettirme, her insandan beklenen bir davranış şeklidir.