Konumdan Duruşa

Konum, yer ve mevki; duruş ise şekil ve biçim anlamlarına gelir. Bunlar, ilk akla gelen zahirî mânâlardır. İlave olarak “konum” seviye, paye ve makam, “duruş” ise tarz, tavır, temsil ve hâl yerine de kullanılır. Mesela insanın; Allah nezdinde, varlıklar arasında, insanlar karşısında, aile ve toplum içinde farklı konumları vardır.

Varlık ağacının meyveleri doğrudan veya dolaylı olarak insana ikram edilir. Kâinat şehri ve dünya konağı, bu aziz misafiri ağırlamak için hazırlanmıştır. Bu hususî konak, 24 saat kesintisiz ve kusursuz mesai yapar. Önce ana rahmi, ardından ailesi, dahası tavanı gökyüzü olan arz yuvası, insan için kurulmuş ve hususî donatılmış mükemmel birer beşiktir.

Kendine bu ikramı ve hizmeti sunan çevresine karşı, ne şekilde bir duruş sergilemeli insan? Daha önemlisi ihsanın hakiki Sahibine karşı duruşu nasıl olmalı?

İnsan Başrolde

Enlem ve boylamlar yardımıyla ülkelerin coğrafî konumları tanımlanabiliyor. Biz burada varlıklar içerisinde insanın özel konumunu ve buna bağlı olarak ideal duruşunu anlamaya çalışıyoruz.

Arzın, insanı misafir ettiği andan bu yana devam edegelen ömrünü, bir nevi dizi film kabul edelim. Her asrın sonu da sezon finali olsun. Zaman, mekân, olay ve konu değişse de bugüne kadar değişmeyen başroldeki oyuncu insandır. Bazen bizzat sahnede, bazen de seyirci, arz sinemasında, ama merkezde hep o vardır. Asırlar değişse de bundan sonraki dizilerde de bu rolünü sürdüreceği malumdur.

Peki, insanın rolü, konumu nedir bu gerçek filmde? Yazılan bir senaryoyu mu oynuyor? Ne kadar hür ve sorumlu? Bu asırlık diziler kayıt altına alınıyor mu? Alınıyorsa, tekrarı nerede seyredilecek? Bu kadar büyük ve geniş bir alanda vazife yapmasının sebebi nedir? Bunun beraberinde getirdiği sorumluluklar var mıdır? Bu yüksek konumunun gereği ne olmalı? Sergilenecek duruş tarif edilmiş midir?

Şunu da unutmayalım ki bir insanın gelişi veya gidişiyle bu sahne kapanmaz. Ayrıca her bir insan, dünyadaki bu filmde olduğu gibi âhirette de başroldedir.

Konumun Hakkını Vermek

Peygamberlik vazifesi özel bir konumdur. İnsanlar arasında peygamberler, peygamberler içerisinde İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) en ulvî konumdadır. Tebliğ ise bu hususî payenin gereği olan bir duruş ister. “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.” (Maide, 5/67) âyeti, konumun hakkını verme meselesinde, peygamberlerin dahi sorumlu tutulduklarını ifade eder.

Aynı şekilde inanan her bir insan, donanımı ve kabiliyeti nispetinde peygamberâne duruşu hedeflemelidir. Zira her konum ve paye, kendine mahsus sağlam bir duruş ve ideal bir kıvam ister. Bu duruşun hakkı verilmediği takdirde, insan o konumdan mahrum edilebilir.

Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz.” (Ahzab, 33/32) İlahî beyanı, özel bir konuma işaret ediyor. Allah (celle celâluhu) onlara, diğer kadınlara göre daha hassas olmalarını emrediyor.

Bu mevzuda muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi, bir sohbetinde, kendini bir hizmete adamış ve belli bir noktaya getirilmiş bir insanın, başka meselelere daha çok ehemmiyet verdiği takdirde, sübjektif mükellefiyet açısından konumunu suistimal edebileceğini ve İlahî bir tokada mârûz kalabileceğini vurguluyor.[1]

İhtiyarlara kıyasla gençlerde iffet niçin daha güzeldir? Çünkü konum farkı söz konusudur. Her konumun kendine göre bir hakkı vardır. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), kıyamet gününde kendisiyle konuşulmayacak üç kişiden birisinin, “zina eden ihtiyar” olacağı beyanına bir de bu açıdan bakılabilir.[2]

Konumun hakkı ancak doğru duruş ile verilir. İdarecilik, gençlik ve tüccarlık bir konumsa; adalet, iffet, cömertlik ve dürüstlük o konumda hayırlı, tutarlı ve sağlam duruştur.

Konuma Göre Duruş

Konuma göre doğru duruş değişkenlik arz eder. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir kötülüğü düzeltme konusunda yerine göre, ya eli ya dili ile ya da kalben tavır almayı beyan eder.[3] Her üç duruş da doğrudur, ancak konuma göre… Mesela kural ihlali yapan bir sürücüye, vazifedeki trafik görevlisinden kalben tavır alması değil, kanunların diliyle onu ikaz etmesi ya da cezaî müeyyide uygulaması beklenir. Aksi hâlde o anki konumuna hakkını vermemiş olur.

Hususî bir yerdir konum. Cephede düşmana karşı gösterilen kahramanlık isabetli iken aynı davranış evde yapılırsa şüphesiz hatadır. Arkadaşlar arasında geçerli bir ahlak olan tevazu, sınav esnasında öğretmenin karşısında yapılamaz. Duruş aynı olsa da konum farklıdır. Zira birinde arkadaş, diğerinde öğrenci konumu söz konusudur. Demek ki mevkiye, konuma göre aynı duruşun kimi isabetli kimi de hatalıdır.

Bediüzzaman’da Konum ve Duruş

Aynı insanda birbirinden farklı konumlar bulunur. Bediüzzaman kendisinde üç farklı şahsiyetin olduğunu ifade eder. Bunları; Kur’ân’a hizmetkârlığı makamı, ubudiyet vaktindeki geçici hâli ve hakiki şahsiyeti şeklinde özetler.[4] Birinci konumda, kendisindeki yüksek ahlakın sahibi olmadığını, bunun Kur’ân’a ait olduğunu ifade eder. İkincisinde, şahsını eksik ve kusurlu görür. Üçüncüsünde ise âdeta nefsini yerden yere vurur ve kendini sıfırlar; konumuna göre farklı bir duruş belirler.

İhlas kulesinin başından düşen bir insanın düz bir zemine değil, derin bir çukura düşme ihtimali olduğunu ifade eden ve belli bir konumu ihraz ettiği hâlde, imkânları değerlendirmeyip âhesterevlik edenlerin “şefkat tokatları” yediğini nakleden de Bediüzzaman’dır.[5]

Karşısında darağacı bulunurken ölümü korkusuzca karşılayabilmek de harikulade bir duruştur. Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb-i Örfî’de yargılanırken sergilediği metin duruşu ve esarette Rus komutanının karşısındaki izzetli tavrı buna anlamlı bir misaldir.

Yine o, Sünûhât adlı eserinin ilk kısmında, Kur’ân’ın, faziletleri niçin müphem bıraktığının bazı hikmetlerini anlatır. Aynı duruşların, konumlara göre farklı sonuçlarını misallerle açıklar.[6] “Bir ulü’l-emrin makamındaki ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir; hanesindeki ciddiyeti, kibirdir; mahviyeti, tevazudur.”[7] der. Netice itibarıyla, ciddiyet/mahviyet gibi vasıfların mutlak değil de nisbî hayırlar olduğunu söyler.

Konum Hatası 

İnsan hedeflenen kıvamı yakalama adına muhasebe ve murakabe kulvarında yol alırsa, hedefine giderken güvenli bir yolculuk için konum ve duruşunu devamlı kontrol etmiş olur. İnsanın Everest’i veya Güneş’i görememesi, konum veya duruştan kaynaklanabilir. Benzer şekilde insan; Kur’ân, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Sahabe-i Kirama sırtını dönmesiyle mahrumiyetlere düşebilir.

Kur’ân’a Allah’ın kelâmı ve Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın Resûlü olarak bakmayanlar, her iki nurdan da mahrum kalırlar.

Yer ve Yön Değiştirmek

Yön, yerin; duruş da konumun önemli bir buudunu ve derinliğini ifade eder. Kemiyet ve makam bir konumsa şayet, buna bağlı olarak keyfiyet ve hâl bir duruştur. İnsan olmak bir konumsa, iman veya inkâr etmek bir duruştur. İnanmak konumsa, amel bir duruştur. Amel konumsa, ihlas ya da riya bir duruştur.

Bir hicret beldesinde “kalmak” ile oradan “gidememek” açısından konum veya yer aynıdır. Fakat bunlar arasında duruş ya da yön farkı vardır.

Konuma uygun tutarlı duruş sergileyememenin birçok sebebi vardır. Bu ayarsızlıklar ve problemler sebebiyle insan, sık sık yer ve yön değiştirebilir. Bunların bazıları; nefsin girdabına düşmek, ruhları yüce ideallerle donatamamak, taklit belasından kurtulamamak, durmamız gereken noktayı bilememek ve küçük hesapların altında ezilmektir. Yine haset ve ilhad cephelerinin paranoyalarıyla meşgul olurken asıl işleri ihmal etmek, önemli bir yer ve yön değiştirme sebebidir.

Aynı yerde olsalar da Güneş’e yüzünü dönen ile sırtını çeviren kişilerin kazanımları elbette bir olmayacaktır. Zira ondan istifade etmek için yer kadar yön de önemli bir faktördür. Işınlarını kimseden esirgemeyen Güneş’in insanla bir problemi yoktur. Eğer insan onu göremiyorsa veya ondan faydalanamıyorsa konumuyla beraber duruşunu da kontrol etmelidir. Hedefe varmak için, doğru yolda olmak yetmez, doğru yönde ve şeritte de ilerlemek gerekir. Tıpkı namazda, aynı safta duranların, tek bir kıbleye yöneldikleri gibi.

Netice

Konum bir emanettir ve o konuma göre doğru duruş, istikametin bir gereğidir. Her varlığın Allah nezdinde bir konumu vardır. Potansiyel olarak en üstün mevkide yaratılan varlık insandır. Nitekim Kur’ân’da Rabbimiz, “Gerçekten Biz insanoğlunu şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasip ettik, onlara helal ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.” (İsrâ, 17/70) buyurur. İnsan bu konumunu, doğru duruşu ile korumalıdır. Zira o, duruşu ile zirvelere yükselebildiği gibi derin çukurlara da savrulabilir.

Dipnotlar

[1] M. Fethullah Gülen, “Konuma İhanet”, herkul.org/bamteli/bamteli-konuma-ihanet/

[2] Müslim, İman, 172.

[3] Müslim, İman, 78.

[4] Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 423.

[5] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 52.

[6] Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat-Tuluat-İşarat, İstanbul: Envar Neşriyat, 2013.

[7] Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 536.

Bu yazıyı paylaş