Tabiatı Allah’ın Eseri Olarak Gören Bilim Adamı Carl Linnaeus

Carl Linnaeus (1707–1778), bugün de bilim dünyasınca kabul edilen ve kullanılan, canlıları iki isimle isimlendirmeyi ve buna göre bir sınıflandırma sistemini teklif eden İsveçli bilim adamıdır. Kendisinin başlattığı bu canlıları isimlendirme faaliyeti sayesinde bugün yüzbinlerce bitki ve hayvana bu şekilde isim verilmiş, Linnaeus de bu vesileyle “Taksonominin Babası” olarak ün yapmıştır. Fakat enteresan olan husus, taksonominin babası olarak kabul edilen Linneaus, Allah’a çok iyi inanan ve O’nun sonsuz ilim ve kudretiyle bütün varlıkları yarattığını kabul eden bir bilim adamı olmasına rağmen, bugünün Darwinci modern taksonomicilerin çoğu Allah’a karşı şüpheyle bakmakta veya hiç inanmamaktadır.

Sınıfları Atlayan Küçük Botanikçi

Carl, 1707’de İsveç’in güneyindeki Råshult’ta doğdu. Babası Nils, Lüteriyen papazıydı ve İncil’i Latincesinden okuyarak, Latince sohbet etmekten hoşlanıyordu, bu sebepten Carl’ın İsveççe öğrenmeden Latince’yi öğrendiği söylenmektedir. Hırslı bir bahçıvan olan baba Nils, Carl henüz bebekken bile karyolasını çiçeklerle süslemekte ve ona oynamak için çiçekler sunmaktaydı. Bahçelerindeki büyük bir ıhlamur ağacından dolayı ikinci isim olarak Linné adını taktı. Daha sonra bu isim, Latince versiyonu olarak Linnaeus halini aldı. Sanki daha çocukken bitkilere olan merakını ve araştırmacı ruhunu inşa etmek için çalışan babası henüz dört yaşındayken ona bitkilerin Latince ismini öğretmeye başladı. Bu, Carl’ın hafızasının gelişmesi için ilk eğitimi denilebilirdi. Meselâ; domatese Solanum caule inermi herbaceo, folis pinnatis incisis, racemis simplicibus deniyordu. Babası bir gün Carl’a “Bu bitki isimlerini unutmaya devam ederse, ona daha fazla isim söylemeyeceğini” söyledi. Bundan sonra bütün gayretini bitkilerin Latince isimlerini ezberinde tutmaya verdi. Bu isimleri ezberleme hobisi veya alışkanlığı, hayatının sonuna kadar mesleğinin vazgeçilmez bir yanı olarak kaldı.[i]

Sekiz yaşında okula düzenli gitmesine rağmen bazen derslerden kırlara kaçarak yeşillikler arasında tefekkür etmeye ve çiçekleri inceleyip toplamaya başlamıştı. Okuldaki yaşıtları arasında bu özelliği ile tebarüz edince arkadaşları tarafından “Küçük Botanikçi” olarak çağrılmaya başlandı. Aile dostları olan bir doktor, ilaçların çoğunun bitkilerden yapıldığını söyleyinceye kadar dersleri çok zayıfken, birden doktor olma arzusu belirdi. Bu telkinle Carl, kardeşleriyle oynarken “doktor” rolüne girmeye, onların nabızlarına bakmaya başladı ve hayalî hastalıklarını tedavi etmek için babasının kütüphanesindeki botanik kitaplarını incelemeye merak sardı.

Öğretim Görevlisi Seçilen Öğrenci

1728’de Uppsala Üniversitesi öğrencisiydi. Burada teoloji profesörü ve aynı zamanda botanikçi olan Dr. Olof Celsius’un da amcası Anders Celsius tarafından ilk defa kullanılmaya başlanan sıcaklık ölçme birimi de Linnaeus tarafından değiştirilerek bugün kullandığımız biçimini almıştır. Dr. Olof, Linnaeus’u üniversite bahçesinde karşılamış ve onun bu genç yaşındaki botanik bilgisine şaşırmıştı. Bahçedeki bitkilerin uzun Latince isimlerini ezberlediğini de duyunca hayran kaldı. Linnaeus’un masraflarını karşılamayı üzerine aldı, ona yaşayacak uygun bir mekan ayarladıktan sonra kütüphanesini de istediği gibi kullanabileceğini söyledi. Linnaeus, 1729’da, bitkilerin tozlaşması üzerine bir tez hazırladı. Tezini hazırlarken çok ciddi müşahedeler yapmış, çiçeklere ve böcekleri incelemiştir. Tohum teşekkülü için çiçeklerdeki stameninin (erkek kısım) ve pistilin (yumurtalığın) bir araya gelmeleri gerektiğine dair ve polenlerin (sperm), bitki üremesindeki önemiyle ilgili açıklamalarda bulundu.

Linnaeus’un o yaşlardaki önemli bir özelliği de romantizm ile bilimi buluşturmasıydı. İlmî olarak anlattığı bir meseleyi renklendirip insanî sembollerle süsleyip sunması çok çarpıcıydı. Meselâ; bitkilerin üremesini anlatması gerektiğinde “Allah aşkı bütün canlılar için yaratmıştır, bitkiler için de böyledir; erkek olsun, dişi olsun her bitkinin hatta iki cinsiyeti bir arada taşıyan çiçeklerin (hermafrodit) bile evlenmesi gerekir. Bu evlilikte çiçeğin gözümüze çarpan rengarenk desenli yaprakları, meydana gelecek nesile katkıda bulunmaz. Fakat o renkli çiçek yaprakları (taç yapraklar) damat ve gelinin düğünlerini çok coşkulu şekilde kutlayabilmeleri için Büyük Kudret Sahibi Yaratıcının muhteşem şekilde hazırladığı bir gelin yatağı olarak hizmet eder.”

Bu erken yaştaki bilgece davranışları sonucunda, henüz ikinci sınıftayken Uppsala’da, botanik alanında, öğretim görevlisi olarak atanmıştır. Konuşmalarını insanların anlayacağı örneklerle süsleyerek ilmî mevzuları halkın seviyesinde anlatmasından dolayı konferanslarına 300–400 insan katılmaya başlamıştı. Canlılardaki çeşitlilik üzerinde devamlı olarak kafa yoruyor, tefekkür ediyor ve bir sistem ihdas ederek varlıklardaki çokluk içindeki birliği nazara vermek istiyordu. Bitkiler üzerinde çok fazla gözlem ve çalışması olduğundan kurmaya çalıştığı sınıflandırma sisteminin temelinde bitkilerin üreme süreçleri üzerindeki düşüncelerinin tesiri görülür.

1732’de yeni bitkiler ve hayvanlar ile muhtemel değerli mineralleri aramak için Laponya’ya (İsveç ve Finlandiya’nın kuzey kutbuna yakın bölgesi) bir gezi düzenledi. Daha sonra Linnaea borealisolarak bilinen ve şahsî amblemi haline gelen büyük miktarda ikiz çiçek bulmuştur. Daha sonra Almanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa’yı ziyaret etti.

Hekim, Koca ve Profesör

1735 yılında Hollanda’daki Harderwijk Üniversitesinde, “Aralıklarla gelen ateşli hastalık hakkında bir hipotez” isimli tezi ile doktor olma hakkını hızlı bir şekilde aldı.[ii]Aslında Linnaeus’un sebebini aradığı hastalık sıtma idi. Fakat sıtmaya sebep olan ve sivrisineklerle geçen paraziti gözlemleyebilecek bir mikroskopu olmadığından, sadece bu hastalığa sebep olan sivrisinek larvalarının ürediği kırmızı kil toprağını farketme seviyesinde kalabildi. Henüz 28 yaşındayken tıp doktoru olarak çalışmaya hak kazandı ve 1739’da hekim olarak İsveç Amiralliği’ne tayin edildi. Aynı zamanda yeni kurulan İsveç Bilimler Akademisi’nin de ilk başkanı oldu. Artık bir aileyi geçindirecek kadar imkâna kavuşunca da nişanlısı Sara Elisabeth Moraea ile evlendi ve yedi çocukları oldu.

1741’de Linnaeus, Uppsala Üniversitesi’ne tıp profesörü olarak atanmasına rağmen bu önemli yeri başka bir profesör arkadaşıyla değişerek kendisi asıl sevdiği saha olan bitkiler âlemiyle meşgul olmak için Botanik ve Tabiat Tarihi Bölümü’ne geçti. Bitkiler âlemi ona göre büyüleyici bir dünyaydı ve bütün himmetini; bitkileri tanımaya, yaprak, çiçek, kök ve gövde gibi kısımların özelliklerini inceleyip bunları sınıflandırmaya hasretti.

Üniversitenin zengin bahçesinde bitkiler arasında herkese açık dersler verdi. Bitkiler hususunda iyi bir otorite olmuştu ve artık en iyi öğrencilerini “havariler” olarak isimlendiriyor ve onları dünyanın dört bir yanına tertip edilen keşif gezilerine göndererek bitki koleksiyonlarını zenginleştirmeye çalışıyordu. Bu öğrencilerinden biri olan David Solander, James Cook’un Endeavorisimli gemisiyle (1768–1771) yola çıktı. Avustralya ve Güney Pasifik’ten ilk büyük bitki koleksiyonlarını Avrupa’ya getirdi.

Bu sırada geliştirdiği “binomial” sistemini (iki isimle adlandırma) öğrencileri İsveç’ten ayrılıp çıktıkları geziler vesilesiyle dünyanın her tarafına yaymaya başladı. Biyografi yazarı Wilfred Blunt’a göre, Linnaeus’un hocalığının başarısı, 23 öğrencisini profesör yapmasıdır.

1753’te İsveç Kralı Adolf Fredrick’in “Kutup Yıldızı” madalyası ile şövalyelik ünvanı ve Baş Keşişlik teklifini de üzerine aldı ve 1761’de bu ünvan Büyük Kurul tarafından da tasdik edilince ismi, yeni asalet ünvanı olarak Carl von Linné olarak anılmaya başlandı.

Linnaeus 1778’de öldüğünde, kütüphanesinde bulunan 19000 bitkiye ait yaprak, 3200 böcek, 1500 kabuk, 800 kadar mercan, 2500 mineral numunesi, 2500 kitap, 3000 mektup ve çok sayıda yayınlanmamış el yazması, dul eşinin izniyle 1788 yılında, Londra’daki Linnean Cemiyetini kuran İngiliz tabiat tarihçisi Sir James Edward Smith tarafından satın alındı.

Linnaeaus’un Sınıflandırma Sistemi

1735’te, meşhur eseri Systema Naturae’nin (Tabiat Sistemi) ilk baskısı yayımlandı. Bu sisteme göre dünyadaki varlıklar; taşlar (veya mineraller), bitkiler ve hayvanlar olmak üzere üç âleme ayrılmakta, bunlar da kendi içinde sınıflar, cinsler ve türlere ayrılmakta, türlerin de kendi içinde çeşitleri bulunmaktaydı. Bu eserin 1758 yılında yayımlanan 10. baskısında, teklif edilen binomial nomenklatur(canlıları iki isimle adlandırma) sistemi hayvanlar âlemi için isimlendirmenin resmî başlangıcı kabul edilmektedir. Eserin içinde yaklaşık 4400 hayvan türü bulunmaktadır.

1753’te yayınlanan Species Plantarum’un (Bitki Türleri) ilk baskısında 7700 kadar bitki türü yer almakta olup bu eser de bütün resmi botanik taksonomisinin başlangıcı sayılır. Linnaean binomialsınıflandırmada, ilk kelime bitki veya hayvanın cinsini tanımlar ve bu cinse dahil edilen bütün türler için bu ilk isim aynıdır. İkinci isim küçük harfle başlar ve bu cinse dahil olan tek tek türleri tanımlar. Meselâ köpek Canis familiaris’dir. Canis köpekler, kurtlar, koyotolar ve çakalların cinsini veya grubunu belirlerken, familiaris evcil köpek türünü tanımlar.

Latince olan bu isimler, dünyanın bütün ülkelerinde aynıdır. İlmî kitaplarda veya müze koleksiyonlarında cins ve tür adından sonra bu türü tanıtan kişinin adı ile hangi yılda isimlendirildiği yazılmaktadır. Bugün çok eskiden beri tanınan ve Linnaeus’un eserinde zikredilen bir bitki veya hayvanın isminden sonra “L” harfi yazılmaktadır. Meselâ; Canis familiaris, L.1758.

İnsanı da bir canlı türü olması açısından hayvandan ve bitkilerden farklı olduğunu vurgulayarak Homo sapiens(bilge adam, veya düşünen adam) şeklinde isimlendirdi, fakat bunu evrimci bir anlayışla değil, sadece anatomik benzerlikler açısından memeliler arasında yaratılmış özel bir tür olduğu için ve akıl, şuur ve idrâk sahibi olması açısından da bütün diğer canlılardan ayrıldığını vurgulamak için böyle bir isim koymuştu.

Linnaeus, bir yaratılışçıydı

Linnaeus, yaratılışın İlahi olarak düzenlendiğine inanıyordu. Yazılarında Yaratıcı’ya atıflarda bulunmaktadır. Systema Naturae’sinin geç bir baskısının önsözünde şunları yazdı: “Finis creationis telluris est gloria Dei ex opere Naturae per Hominem solum” (Allah’ın dünya ve üzerindeki canlı tabiat içindeki bütün eserlerinde görülen muhteşem yaratma faaliyetinin son noktası insandır).

Allah’ın varlığına çok kesin olarak inanan bir yaratılışçı olarak ve o gün için zaten yaygın bir görüş olarak, her türün başlangıçta Allah tarafından yaratıldığını kabul ediyordu. “Sonsuz Varlık’ın (Allah’ın) sanatını sergilemek için başlangıçta çeşitli şekillerde yarattığı kadar çok tür vardır.[iii]Çalışmalarını ilerlettikçe bitki türleri arasındaki melez türlerle karşılaştıkça, Allah’ın yarattığı türler arasında benzerlikler olabileceğini fark etmeye başladı. Tür içindeki esnekliği, özellikle bitkiler içindeki melezlemeleri, yaratılışın zenginliği olarak kabul ediyordu.

Linnaeus, büyük gruplar (sınıf ve takım gibi) arasında meydana gelebilecek bir varyasyona dayandırılan bir evrime inanmadı. Hayatına ve eserlerindeki ifadelerine baktığımızda, Linnaeus’un tabiatı Allah’ın bir sanat eseri olarak gördüğünü, kendisinin de bu eserin içindeki bütün varlıkları inceleyip sınıflandırarak Allah’ın yaratılışındaki sistemi ve büyük düzeni anlamaya çalışan biri olduğunu anlıyoruz.[iv] İnsanın yaratılışının nihaî hedefini de beş duyusu yoluyla elde ettiği verileri, akıl ve düşünce sürecinden geçirerek Allah’a inanması ve O’nun ihdas ettiği ahlakî prensipler içinde yaşaması olarak görüyordu.

Dipnotlar

[i]Blunt, W., The Compleat Naturalist: A Life of Linnaeus, London: Collins, 1971, s. 17.

[ii]Linnaeus, C., “Dissertatio medica inauguralis in qua exhibetur Hypothesis Nova Febrium Intermittentium” Causa. Doktora Tezi, University of Harderwijk, 1735.

[iii]Linnaeus, C., Fundamenta botanica, No. 157, 1736.

[iv]Harrison, P. (2009): Linnaeus as a Second Adam? Taxonomy and the religious vocation, Journal of Religion and Science Zygon, 44(4):879–893, Aralık 2009 | doi:10.1111/j.1467-9744.2009.01039.x.

Bu yazıyı paylaş