Yöneticilerin kıyametini, yani toplumdan dışlanmasını ve sonunu getiren dört sebep vardır. Bunlar kibir, para, makam ve şehvet düşkünlüğüdür.
Sağcı-solcu, faşist-komünist, dindar-ateist, demokrat-diktatör diye ayrılmadan, yöneticiler aynı girdaba çok kolay düşer. Bu dört sebep birer Câlȗt gibidir ve Davut gibi olmayan yöneticinin imtihanı kaybetmesi muhakkaktır.
Birinci tehlike kibirdir. Bu dört tehlikenin her birinin ayrı bir işaret fişeği vardır. Kibir, masum duyguların muhafaza edilememesiyle başlar. Mütevazı olma, insanlara saygı, demokrasi ve hukuku savunma, kardeşlik gibi herkesin kabul edeceği değerler yaşanırken halkın alkışlarının dayanılmaz tahrikinden sonra, bir yönetici “Ben neymişim be aslında! Bunlar benim zavallı tebaam!” diye düşünmeye başladığı anda, nefsin dürtülerine karşı savaşı kaybedip kibrin ilk işaret fişeğini ateşlemiş olur.
Kalbinde azıcık meyil varsa, dayanılmaz övgüler eşliğinde, kibri küçük bir fidan iken, kısa bir sürede dallanıp budaklanır ve kocaman bir ağaç olur. Artık karşımızda sürekli kabaran bir “hindi” bulunmaktadır.
Solucanların bile hikmetini bilmeyen bir kişi, insanları hor ve lüzumsuz görmeye, hatta onlardan iğrenmeye başlar. En sonunda önüne geleni tepelemeye cüret eder.
Kibirde zirve yapan kişi, önce insanların kendine tâbi olmalarını isterken daha sonra işi firavunluğa kadar götürür.
Bu kadar kibirlenenin düşüşü ise binlerce metre yüksekte uçaktan atlayıp paraşütü açılmayan kişiye benzer. Yıllarca hor gördüğü, aslında onun paraşütü gibi olan halk, ummadığı anda onu terk eder, sonuçta feryat ve figan içinde yere çakılır.
Kibir denizinde boğulanların sonu, genellikle basit bir sebeple ve ummadığı bir anda gelir. Ölümün soğuk nefesini ensesinde hissettiği anda iman etmeye yeltenir, fakat imtihanın bitiş gongu çoktan çalmıştır. Geçmişteki ve günümüzdeki Nemrut ve firavunların sonları birbirine çok benzer.
Kibir tehlikesine düşmemek için, aciz bir kul olduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerekir.
İkinci tehlike paradır. “Herkesin bir fiyatı vardır.” sözü, pek çok insan için geçerlidir. Para zaafının ilk işaret fişeği, “Ben o kadar çalışıyorum, daha fazlası hakkımdır!” düşüncesidir. Bundan sonra rüşvet de alır, beytülmalden de çalar ve perdeyi yırttıktan sonra, geri dönülmez bir sarmala girer.
Bazen yöneticilere, hiç ummadığı anda yüklü bir rüşvet teklif edilir. Bu esnada ağızları kurur, dilleri damaklarına yapışır. Zayıf iradeli iseler ve ahlakî değerleri sağlam değilse, rüşveti kabul ederler ve artık burnuna halka takılıp oynatılan zavallı canlılardan farkları kalmaz. Her denileni yapmak zorundadırlar.
Paranın tadını alan, haram yiyen bir yönetici, kümese dalan tilki gibidir. Önüne gelene saldırır, hatta makamının büyüklüğüne göre ülkeye bile zararı olur. Haram yemeden uyuyamaz. Para, altın, gümüş, ne denk getirirse istifler, biriktirdikçe de daha çok hırs gösterir. Haram para deniz suyu gibidir. İçtikçe susar, susadıkça içer, ama hiçbir zaman susuzluğu yatışmaz.
Rüşvete bulaşan artık çamurlu bir yolda koşmaya başlar. Çamur her tarafına sıçrar; herkes bilir ve görür, fakat o, kimsenin bilmediğini zanneder. Sonunda ifşa olur, çamura kapaklanır ve yüzünün kiriyle insanların içine çıkamaz hâle gelir.
Bu savaşı kazanmanın iki altın kuralı kanaat ve tasarruftur.
Üçüncü büyük tehlike makam hırsıdır. Bunun işaret fişeği, kişinin karakterinden verdiği tavizlerle başlar. Üst makamdakilere dalkavukluk, alt makamdakileri ezme, en büyük özellikleridir.
Hedeflediği makamı elde etmek için yalan söyler, sözünde durmaz, emanete hıyanet eder ve her şeyi bu yolda mübah görüp layık olmadığı en üst makama kadar çıkar. Makam yükseldikçe rahatlık artar, iş saltanata dönüşür. İsteklerini yerine getirmeye âmâde yardımcıları olmadan hiçbir işi beceremez. Topluma tamamen yabancılaşır ve süslü ama çirkin sesli tavus kuşu gibi ortalıkta dolaşır.
Hakkı olmadan bu makamları elde edenler, herkesi kendine hayran zanneder. Hâlbuki selim bir akılla düşünenler, kuyumcu terazisi gibi hassastır; kimin kaç kırat ettiğini çok iyi bilirler.
Makamlarda basamaklar teker teker çıkılır, fakat inişler, uçurumdan düşer gibi hızlıdır. Makam bittiği anda, maddî menfaatlerle edinilen arkadaşlıklar da bıçak gibi kesilir ve hayatta yapayalnız kalınır.
Makam hırsına düşmemenin kuralı, insanî ve manevî değerlerden taviz vermemek, layık olunmayan yerlere gelmeyi baştan reddetmektir.
Diğer bir tehlike şehvettir. Bu tehlikenin işaret fişeği, kişinin helal daireyi yeterli bulmayıp tehlikeli sularda dolaşmasıyla ateşlenir. Sonunda kendini kaptırır ve şehvet gemisinin arkasından sürüklenerek kötü bir sona doğru yol alır. “Bir bakma, bir öpme, bir dokunma!” ile başlayan haramların ardı arkası kesilmez. Dinamitin fitili ateşlenmiştir artık. Patlama kaçınılmazdır ve bütün değerler yerle bir olur.
Şehvetini meşru daire ile sınırlandırmayan bir kişi, adeta tehlikeli bir ormanda dolaşmaya başlar. Her an bir yırtıcıya yem olabilir. Dünya ve âhiret saadetini, kısacık ve menhus zevkler uğruna heba eder. Şaşkın ördek gibi ne yapacağını bilemez, su yerine devamlı bataklığa gider. Milyonların önünde rezil olmaktan kurtulamaz.
Şehvet kemendini önüne gelenin boynuna dolayan, bilmez ki eninde sonunda o kement onun darağacı olacak. Çünkü kendisi bacağını kaptırmış güreşçi gibidir. Diğer bacağıyla seke seke geriye giderken en az zararla nasıl düşerim diye hesap yapar.
Bu işe kendini kaptıranın suçu, hiç ummadığı anda önüne çıkar ve inkâr etmeye dahi vakti olmayabilir. Helal dairesi dışına çıkmanın, kızgın saç üzerinde zıplamaktan farkı yoktur.
Bu vartaya düşmemenin en önemli kuralı, riskli ortamlardan uzak durmaktır.
Bütün bu tehlikeler, kadın ve erkek ayırt etmez, herkes için benzer riskler söz konusudur.
Eskiden yapılan savaşlarda bazen düşmanın atının tökezlediği olurdu, fakat nefsin bu dört atı tökezlemez. Gerçek bir süvari gibi onları zapturapt altına almak şarttır. Yoksa rodeo gösterilerindekinden çok daha kötü bir düşüş mukadderdir.
Mahşer günü, kâmil iman ve salih amel sahibi bahtiyarlar, havz-ı kevserden avuç avuç su içerken bir deve gibi kovulmamak için, kendine mukayyet olmak şarttır.