Cesur Hâkim Hesna Hanım

Adalet; dengeli olma, aşırılığa düşmeme, herkesin ve her şeyin hakkına riâyet etme ve asla zulme girmeme demektir. Her insan hem Rabbine hem nefsine hem de halka karşı adalet ve istikamet içinde bulunmakla mükelleftir.[1]

Devlet denilen tüzel kişiliğin organlarına can veren adalettir. Devletin temel görevi halkının hukukunu korumak, adaletle yönetmek ve kanunları eşitlik ilkesine göre uygulamaktır. Devleti yönetenler, hukuku ve adaleti yok saydıklarında, ellerine geçirdikleri güçle insanları ezen birer canavara dönüşür.

Devletin ezici büyüklüğüne ve gücüne karşı vatandaşlarının en önemli güvencesi, hukukun üstünlüğünün işlediği ve idarecilerin yetkilerinin kanunlarla belirlendiği, demokratik bir sistemin varlığıdır. Zira devlet ile vatandaş bir uyuşmazlık yaşadığında, bağımsız şekilde karar verebilecek ve gücünü kanunlardan alan bir yargı sistemi, vatandaşın da devletinde temel güvencesidir.

Adaletin yok edildiği, yargı sisteminin sadece devleti yönetenlerin menfaatlerini koruyan bir zırh haline geldiği, fakirin ve zayıfın ceza alıp muktedirlerin ve iktidardan nemalananların suç işlediklerinde cezalandırılmadığı toplumlarda, insanlar güven içinde değildir. Güven duygusu olmayan toplumlarda huzursuzluk hâkimdir. Devlet ve millet arasındaki güven ancak adaletle sağlanabilir. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır.

Hazreti Ömer’in (radıyallâhu anh) Humus’a vali olarak tayin ettiği Umeyr bin Saad’ın (radıyallâhu anh) Humus halkına yaptığı şu konuşma, adaletin önemini vurgulayan bir misaldir:

Ey cemaat! Şüphesiz İslâm, muhkem bir kale ve metin bir kapıdır. İslâm’ın kalesi adalet, kapısı ise haktır. Kale yıkılıp kapı kırıldığı zaman bu dinin yurdu harap edilir. Sultan sert olduğu sürece, İslâm daima kalacaktır. Sultanın sertliği kamçıyla vurmak, kılıçla öldürmek değildir. Ancak adaletle hükmetmek ve hakkı yerine getirmektir.” [2]

Halktan devleti yönetmek için yetki almış olan seçilmişler, hukuku muhaliflerini sindirmede bir aparat olarak kullanmaya başladıklarında, devletin temel organlarını işlevsiz hale getirmiş olurlar. Adalet sisteminin felç edildiği yönetimlerde zulüm sıradanlaşır ve gücü elinde bulunduranlar birer tiran, devlet yapısı ise bir çete hâline gelir. Aziz Augustinus (354–430), bu durumu şu şekilde ifade eder: “Bir ülkede adalet olmayınca krallıklar büyük bir soyguncu çetesine dönüşür.”

Dün İskipli Âtıf’ı idam eden, Mehmet Akif ve Nazım Hikmet’i sürgüne gönderen, bugün yüzbinlerce masumu darbe iddiasıyla yargılayan, hapislerde çürüten yapı, adaleti katletmiş ve menfaat şebekesine dönüşmüş bir yapıdır.

Bediüzzaman Hazretleri ve talebeleri de yargının siyasallaşmasıyla oluşan zulüm ortamından fazlasıyla nasibini (!) almıştır.

Üstad Bediüzzaman, siyasetin elinde bir zulüm aracına dönen adalet mekanizması ile imtihanını şu şekilde ifade eder: “Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında memleket mahkemelerinde, memleket hapishanelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı.[3]

Yönetici elit, rakip gördüklerine yapacakları zulmü, zimamlarını ellerinde tuttukları mahkemeler vasıtasıyla icra etmiş ve böylece irtikap ettikleri suçları meşru göstermeye gayret etmişlerdir.

Üstad Hazretleri o dönemin siyasî anlayışını şu şekilde ifade etmiştir: “Zulüm, başına adalet külahını geçirmiş; hıyanet hamiyet libasını giymiş; cihada bağy ismi takılmış; esarete hürriyet namı verilmiş! Ezdad (zıtlar) suretlerini mübadele etmişler.[4]

Başına adalet külahını geçiren dönemin zalimleri, yargıya baskı yaparak Üstad Hazretlerini bir mahkemede yargılatmış, hakkında hüküm verilen Üstad Bediüzzaman, cezası (!) bitince zindandan çıkmış, daha sonra başka bir ildeki mahkeme Üstad Hazretleri ve talebelerini aynı suçtan, hatta beraat ettiği davalardan tekrar yargılamıştır.

Yargının bağımsızlığı siyasete bağımlılığa dönüşünce zulüm katmerlenmiş ve 1943 senesinde “Beşinci Şuâ” ve “Tesettür Risalesi” suç unsuru gösterilerek Üstad Hazretleri ve 126 talebesi hakkında Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeni bir dava açılmıştır.

Üstad Hazretleri mahkemede enfes bir savunma yapmış ve mahkeme salonundan çağları delen gür sesi ve mesajlarıyla unutulmaz bir ders vermiştir:

Siz ey zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle sebepsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’î biliniz ve titreyiniz ki siz, idam-ı ebedî ile ve ebedî haps-i münferid ile mahkûm oluyorsunuz. İntikamımız sizden pek çok ve muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz.

Hattâ size acıyoruz. Evet, bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm hakikati elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun idamından kurtulmak çaresi, insanların her meselesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurî ve kat’îsidir. Acaba bu çareyi kendine bulan Risale-i Nur şakirdlerini ve o çareyi binler hüccetler ile bulduran Risale-i Nur’u, âdi bahaneler ile ittiham edenler ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında müttehem oluyor, divaneler de anlar.”[5]

Bu savunmadan sonra üç kişilik heyetten oluşan mahkeme, ittifakla 16/6/1944 tarih ve 199/136 sayılı beraat kararını vermiş. Yüz otuz parça Risale-i Nur Külliyatının hepsine serbestiyet vererek, sahiplerine iade etmiştir. Beraat kararını, Temyiz Birinci Ceza Dairesi, 30/12/1944 tarihli ilâmla, ittifakla tasdik etmiş ve Risale-i Nur davasının hakkaniyeti kaziye-i muhkeme hâlini almıştır.[6]

Üstad Hazretleri ve talebelerinin yargılandığı bu davada beraat kararı; siyasallaşan ve muktedirlerin sopasına dönüşen yargı sisteminde, hukukun üstünlüğüne inanan, hakka saygılı, entelektüel cesareti olan, şahıs haklarını güvence altına alan, adil yargılama için çırpınan, gücünü hak ve hukuktan alan ve siyasî baskılara prim vermeyen cesur hâkimler tarafından verilmiştir.

Senirkentli Hesna Şener bu hâkimlerden birisiydi. Hesna Hanım, adaletin namusunu koruma adına elinden geleni yapmıştır.

Hâkim Hesna Şener, eski alay müftülerinden Yarbay Nuri Bey’in kızı olarak 1903 yılında Senirkent’te dünyaya gelmiş; ilk, orta ve lise tahsilinden sonra Hukuk Fakültesini bitirip Anadolu’nun farklı yerlerinde vazife yapmıştır. Daha sonra Denizli’ye hâkim olarak tayin edilmiş ve emekli olana kadar, 33 yıl bu vazifede kalmıştır.

Hesna Hanım meslek hayatı boyunca birçok davayı karara bağlamıştır, ama Üstad Hazretleri ve talebeleri hakkında verdiği kararla bütün Anadolu’yu minnettar eylediği gibi “Denizli’de hâkimler var” dedirtmiştir.

Bahse konu olan davada, Denizli Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olan Ali Rıza Balaban, Üstad Hazretleri ve talebelerinin suçsuz olduğuna inanmaktadır, ama tek başına beraat kararı vermesi mümkün değildir. Zira dava, ağır ceza mahkemesinde görülmektedir ve mahkeme heyeti üç kişiden oluştuğundan kararın oy birliği ya da oy çokluğu ile alınması gerekmektedir. İşte bu noktada Hesna Hanım devreye girmiş ve mahkeme 12. duruşmasında oy birliği ile Bediüzzaman ve talebelerinin beraatına karar vermiştir.

Bu karar çok zor şartlar altında alınmıştır. Ankara, mahkemeye Üstad Hazretleri ve talebeleri hakkında idam kararı vermesi için yoğun bir baskı uygulamıştır.

Beraat kararı Üstad Hazretleri ve sevenlerini çok memnun etmiştir. Zira alınan karar daha sonra açılacak davalara emsal hükmündedir.

Hasan Feyzi Ağabey, Üstad Hazretlerine yazdığı bir mektupta, davada emeği geçenlerden isim isim bahsetmiş, Üstad Hazretleri ise cevabî mektubunda Heyet-i Hâkimeye şu cümlelerle teşekkür etmiştir: “Feyzi’nin mektubunda isimleri bulunan ve bilhassa hâkim-i âdil ile beraber hakikî adâlete çalışanlar… değil yalnız bizi, belki Anadolu’yu ve âlem-i İslâm’ı mânen minnettar eylemişler. Onlar, bizim gibi Risale-i Nur’a sahiptirler…” “Evet, hâkim-i âdil… bir-iki senede, yirmi sene kadar hizmet-i Nuriyeyi yaptılar; Nurun şakirtlerini ebede kadar minnettar eylediler. Cenâb-ı Hak, onlardan ve beraberlerinde Nura hizmet edenlerden ebeden razı olsun. Âmin. Hâkim-i âdil namını alan malûm zatı ve lehimizde onunla beraber çalışanları, bu hakikî adalete hizmetleri için âhir ömrüme kadar unutmayacağım. Altı yedi aydır onları da aynen mânevî kazançlarıma şerik ediyorum.” “Onlar Risale-i Nur’un bundan sonraki hizmetine tam hissedardırlar.”[7]

Hesna Hanım’ın akrabası olan Ali İhsan Tola Ağabey, Üstad Hazretleri ile Hesna Şener Hanımefendi arasındaki iletişimi sağlamıştır.

1950’li yıllarda Üstad Bediüzzaman’ın özel selamını ve mesajını Hesna Hanım’a götüren Ali İhsan Tola, karamsar bir halde gördüğü Hesna Hanımı şöyle teselli etmiştir: “Üzülme Hesna Hanım. Hazreti Bediüzzaman gibi bir zâtın hususî duasına mazhar olmak gibi büyük bir şansın var. Bu az bir şey mi? Denizli’ye sizi ziyarete sırf bunun için geldim. Üstadımız Said Nursî’nin size selâmını getirdim. Beni o gönderdi. Sizin için dua ettiğini ve sizi talebeliğe kabul ettiğini ifade buyurdu.”[8]

Denizli’den Isparta’ya dönen Ali İhsan Tola Ağabey, bu ziyaret esnasında konuştuklarını anlatınca Üstad Hazretleri şunları söyler: “Ali İhsan kardaşım. Ben Hesna Hanım’ın ismini gavsların, kutupların yanına yazdım. Onlarla beraber ona da duâ ediyorum. Kur’ân’ın malı olan Risâle-i Nur dâvâsında erkekler korktu; ama, o hayatını ortaya koyarak bu dâvâya taraf oldu. Yarın Rûz-i mahşerde, o şecaat ve cesaret timsâline Kur’ân şefaatçi olacak… Bak kardaşım. Akrabanız Hesnâ tesettürsüz diye ona belki de darılıyordunuz. İşte bak, tesettüre riayet etmiyor dediğin o şefkat kahramanı, Tesettür Risâlesini beraat ettirdi. ‘Essebebü ke’l-fâil’ sırrınca, bu hizmetten hâsıl olan hasenelerin, sevapların bir misli ona da yazılıyor.”[9]

Tola sülalesine mensup olan Senirkentli Hesna Hanım, hadis-i şerifte buyurulduğu gibi, “(bir saat veya bir gün) adaletle hükmetmiş[10] ve böyle bir manevî mertebeye erişmiştir.

Bugün Anadolu’da Üstad Hazretleri ve talebeleri gibi zulme maruz kalan yüzbinlerce insan var. Adalet sistemi, siyaset radyasyonunun etkisi altında.

Bir suç örgütüne dönüşmüş olan idareciler, kurdukları menfaat şebekesi yıkılmasın diye zulümlerini mahkemeler vasıtasıyla devam ettirmeye çalışıyor. Ziya Paşa bu felaketi şu beytinde çok veciz ifade ediyor:

Olmazsa bir milletin efrâdı beyninde adalet

Geçer zemine bir gün, arşa çıkan pâye-i devlet.

Ali Rıza Balaban ve Hesna Hanım gibi cesur hukukçular ile hukukun üstünlüğünü esas alan bir anlayışın ele ele verip enkaz haline getirilmiş olan adalet sistemini yeniden tesis etmesi ümidiyle…

Dipnotlar

[1] www.herkul.org/bamteli/bamteli-adalet-mulkun-de-temelidir-insanligin-da/

[2] İbnü’l-Cevzi, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, İstanbul: Sebat Yayınları, 2008, c. 1, s. 394

[3] Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 616.

[4] Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 530.

[5] Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 269.

[6] Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 388.

[7] Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 40.

[8] risaleakademi.org/said-nurside-hayat-i-beseriye–ps-1775

[9] www.risaleforum.com/bediuzzamanin-talebeleri/34405-cesur-yurek-hesna-sener.html

[10] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1/78; El-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 58, 1721; Ez-Zeylâî, Nasbu’r-Râye, IV, 67.

Bu yazıyı paylaş