COVID-19 salgını uzadıkça ve ölenler çoğaldıkça insanların sabırları tükenmekte ve değişik senaryo ve komplo teorileriyle hastalığın âkıbetine dair bazıları moral bozucu ve ümitsizlik ima eden tahminlerde bulunulmaktadır. Bu arada evrimi ispatlanmış ve kesin bir olgu olarak kabul eden ve tabu hâline getiren bazıları, SARS-CoV-2 virüsünün mutasyon geçirerek farklı varyantlar hâlinde yeniden salgın patlaması yapıp yapmadığı iddialarını tartışırken virüsün mutant tiplerinin ortaya çıkışını, evrime bir delil olarak görmeye ve göstermeye çalışmaktadırlar.
Gerçekten virüsün mutasyon geçirerek yeni formlar hâlinde arz-ı endam etmesi evrim midir? Bu soruyu cevaplamak için mutasyon ve evrim arasındaki farkı açıklamamız gerekmektedir.
Virüs Ne Kadar Değişebilir?
Virüsler gibi çok yüksek nüfus yoğunluğuna ve çok yüksek mutasyon oranına sahip canlılarda, normal çekirdekli ve kompleks hücrelere göre bazı değişikliklerin görülme ihtimali daha yüksektir, çünkü canlı bir sitoplazmaları olmayan virüslerin organizasyon planları, bir bitki veya hayvan hücresine göre çok daha sade ve basit konumdadır.
Michael Behe, Evrimin Sınırı adlı kitabında, herhangi bir türde ne kadar “değişim” görmeyi bekleyebileceğimizi açıklamaktadır. Belirli bir genom boyutuna sahip bir hücrede, mutasyon oranı ve popülasyon büyüklüğü göz önüne alındığında, belirli bir zaman aralığında herhangi bir mutasyonun meydana gelme ihtimali tahmin edilebilir. Mesela sıtma parazitinde (Plasmodium falciparum), sıtma önleyici ilaçlara karşı bir direncin gelişmesi için ne kadar süre geçmesi gerektiği konusunda hesaplar yapılmıştır. Bu sebepten pek çok ilaç bir müddet sonra tesirini kaybetmekte ve sıtma âmili olan paraziti öldürememektedir. Bu durumlarda ilacı tesirsiz kılmak için sadece bir mutasyon bile yetebilmektedir. Fakat klorokine karşı direnç gelişebilmesi için en az iki mutasyona ihtiyaç vardır. İstatistik olarak hesaplandığında 1020’de bir (100 kentilyon parazit içinde bir) tane gerekli mutasyona sahip P. falciparum olduğu tahmin edilebilir. Sıtmanın yaygın olduğu bölgelerde teorik olarak toplamda bir milyar enfekte insanda bu parazitlerden yaklaşık 1021 tane olacaktır. Böylece, nadir miktarda da olsa klorokin direnci ortaya çıkmış olmaktadır. Riyazî hesaplar, beklentilerimiz dâhilinde bu tip değişikliklerin mümkün olabileceğini göstermektedir.
İnsan gibi çok hücreli ve kompleks canlılarda, birden fazla mutasyonun aynı doku veya organda tesadüfen DNA’nın en uygun noktasında ortaya çıkarak işe yarayacak ve daha mükemmel hâle getirecek mutasyonlara dayanan bir evrim mümkün olmadığı gibi, aksine bu mutasyonlar kanser gibi hastalıklara sebep olabilir. Ancak virüsler gibi çok yüksek popülasyon büyüklüğüne ve mutasyon oranlarına sahip varlıklarda, kısa sürelerde değişiklikler ortaya çıkabilir ve virüsü daha bulaşıcı hâle getirebilir.
Mutasyon ile Evrim Aynı Şey midir?
Bu sorunun cevabı hayırdır. DNA hassas bir moleküldür. Su, oksijen ve radyasyon bir taraftan sürekli olarak hücre içindeki enzimlerde hasarlar meydana getirip DNA’yı parçalarken hücrenin bu çok hassas moleküllerde ortaya çıkan hataları sürekli olarak taraması ve düzeltmesi için DNA’daki mükemmel tamir sistemi çalıştırılır ve mutasyonların tahribatı düzeltilir.
Mutasyonların varlığı bir gerçektir. Virüs gibi sitoplazması olmadığı için hücre olarak kabul edilmeyen, ancak kendisine göre mükemmel bir moleküler yapıya sahip olan varlıklarda bazı moleküllerin eklenmesi veya çıkarılması gibi mutasyonlar, tabiî ki virüsün özelliğinde de değişikliklere sebep olur. Fakat bu değişiklikten hareketle, canlıların virüsler veya RNA gibi moleküllerden evrimleştiği söylenemez. Canlılarda bir değişim olması, çeşitlenme ve yeni tiplerin yaratılması, Allah’ın (celle celâluhu) bir kanunudur. Fakat bir türün aynı mahiyetteki genom havuzuna dâhil olan fertlerinin evrimleşerek başka bir türe dönüşmesi için DNA’daki basit değişmeler yeterli değildir. İnanılmaz derecede karmaşık biyokimyevî yolları, özel hücre gruplarından inşa edilmiş dokuları ve organları, evrimleşerek ortaya çıkaracak büyük miktarda yeni bilgiyi üretecek bir dönüşüm mekanizması yoktur.
Tabiî Seleksiyon Çözüm Değil
Virüsün daha hızlı yayılmasına yardımcı olan mutasyonların ortaya çıkması, virüsün geliştiği mânâsına gelmez. Bu virüsler devamlı olarak insanın bağışıklık sistemi ile savaş hâlindedir. Sadece en güçlülerin hayatta kalacağı bir savaşta, diğerleri kadar güçlü olmayan herhangi bir virüs, başka bir kişiye bulaştırmak için bağışıklık sisteminden kurtulmakta zorlanır ve immün sistem hücrelerince öldürülür. Başka bir kişiye ulaşsa bile, bir virüs diğerleri kadar hızlı çoğalmazsa üreme yarışında geride kalacağından elenecektir.
SARS-CoV-2 pandemisi ilk ortaya çıktığından beri virüslerin genomunda meydana gelen bütün mutasyonlar bilinmektedir, fakat bu virüs yaklaşık iki yıldır dolaşımdadır, bu yüzden virüs başına toplam mutasyon sayısı hâlâ düşüktür. Araştırmalara göre, korona virüsünün genomunda yaklaşık 25 tek harf değişikliği ve ara sıra küçük bir ekleme veya silme tespit edilmiştir. Aslında muhtemel her basit mutasyon zaten meydana gelmiştir. Büyük mutasyonlar çoğunlukla virüsün yapısını bozduğundan kaybolur. Ancak herhangi bir mutasyon, virüsün bir bölgesinde molekül değişikliğine sebep olarak virüsü daha bulaşıcı hâle getirirse, dolaşımdaki virüsler arasında (Delta varyantı gibi), daha baskın olma eğiliminde mutant virüsler bulunacaktır.
Mutasyon Nasıl Gerçekleşiyor?
Virüs, içine girdiği insan hücresinin enzimlerini kullanarak kendi kopyalarını çıkarırken genetik kodunda, tamamen kaderî bir plana bağlı olarak hatalar ortaya çıkmakta ve neticede korona virüsünün hücrelere tutunduğu dikensi proteinin yapısında değişiklikler görülmektedir. Bu hatalardan bazıları virüsün avantajına, bazıları da dezavantajına olabilir. Mesela bu dikenlerin hücrelere girme ve tutunma özelliği artarsa virüsün lehine, hastanın aleyhine; tutunma dikenleri bozuk yapıda ve tutunma özelliği zayıf olursa virüsün aleyhine, hastanın lehine olmaktadır. Dezavantajlı hâle gelen virüsler hastanın immün sistemine daha kolay yakalanıp yok edilirken avantajlı olanlar daha fazla kopyalanır, immün sistemden kaçabilir ve hastayı ölüme kadar götürebilir.
COVID-19’un Yeni Çeşitleri Evrime Delil Olamaz
Basit tek harfli mutasyonel değişiklikler yoluyla, “Delta varyantı” neslinde, dördü diken şeklindeki çıkıntıların proteininde olmak üzere 13 amino asit farklılığı tespit edilmişken[1] “Delta plus” varyantı denilen bir çeşitte ise bu tutunma dikenlerinin proteininde sadece bir amino asit değişikliği mevcuttur. Delta, orijinal virüsten çok daha bulaşıcıdır. Bu virüsle hastalanan insanlar daha fazla viral parçacık yayar ve daha genç insanlar çok daha yüksek nispette enfekte olur. Dünya ülkelerinin bugüne kadar kullandığı aşılar, orijinal koronadaki kadar tesirli olmasalar da Delta’ya karşı da hâlâ koruyucudur. Ancak yapılan aşıların meydana getirdiği antikorlardan etkilenmeyen yeni bazı mutasyonların, özellikle önceden enfekte olmuş kişilerde bulunması ve yeni bir virüs tipini tetiklemesi ihtimali vardır.[2]
Bunun gibi daha başka değişiklikler de beklenebilir, fakat bu virüsün “geliştiği” mânâsına gelmez. Aslında, Genetik Entropi teorisine göre, virüsün bulaşıcılığı ve hastalık nispeti zamanla azalmalı ve dolaşımdaki her virüs varyantı giderek daha fazla mutasyona uğradıkça daha zayıf hâle gelmelidir. Nitekim “insan H1N1 grip virüsü”nde bunun gerçekleştiğini gördük. Buna rağmen H1N1 gribindeki sürecin onlarca yıl sürdüğü unutulmamalıdır. Genetik entropi, virüsü bozar mı? Evet, bozar; fakat bunun ne zaman olacağını söylemek zordur. Hatta bozulurken, Allah korusun, daha hızlı yayılmasını sağlayan veya daha ölümcül hâle getiren bir mutasyon da ortaya çıkabilir.
Korona virüsünün varyantlarının yükselişinden birçok insan endişe duyarken meseleye ideolojik gözlükle bakanlar, bunun evrimi perçinlediğini düşünmektedir. Ancak buradaki “evrim”de, bir üst kategorideki canlı seviyesine yükselme olmayıp tam aksine bir virüs türünün kendi içinde çeşitlenmesi vardır.
Virüslerin Çoğu Faydalıdır
Birçok insan için ilk duyulduğunda çok ters gelse de çoğu virüs insanlar için iyidir. Vücudumuzda kendi hücrelerimizden daha çok bakteri olduğunu duymuşsunuzdur. Ancak bağırsaklarımızdaki bakterilerden çok daha fazla virüs olduğu da doğrudur! Aslında, bu virüs topluluğu (“virome” olarak adlandırılır)[3] hikmetsiz olmayıp vücudunuzdaki bakteri sayısını ve türlerini düzenlemede önemli bir rol oynar.[4] Bu virüsler olmasaydı bağırsaklarımızda yaşayan milyarlarca aç bakteri, hızla ölümümüze sebep olabilirdi.
Hiç okyanusta yüzmeye gittiniz mi? Aslında okyanus suyu çok çeşitli türleriyle konsantre bir bakteri çorbasıdır. Ancak tıpkı bağırsağınızda olduğu gibi orada da bakterilerden daha fazla virüs vardır ve muhtemelen bu virüsler, okyanus sularındaki bakteri popülasyonunu koruma ve dengelemede rol oynarlar. Virüsler olmasaydı acaba denizlerde balık bulabilecek miydik? Bu, bilim insanlarının cevap araması gereken ilginç bir sorudur.
Hiç bir gölde yüzmeye gittiniz mi? Burası da bakteri ve virüslerden oluşan bir çorbadır. Gölde yüzen ördek, kuğu veya kazlarla beraber grip virüsleri de bol miktarda bulunmaktadır. İşte aslında bu su kuşları, insanlara bulaşmayanlar da dâhil olmak üzere muhtemel bütün grip virüsü türlerini taşır. Bu virüsler kuşların dışkılarıyla suya karışır. Ancak genellikle bu kuşlarda hastalık üretmediği gibi,[5] yüzen insanların da gözlerinden, kulak, burun ve ağızlarından girse bile, normal şartlarda insanda da hastalık yapmazlar.
Kuşların (genellikle) hasta olmamalarının sebebinin, virüslerle milyonlarca yıldır savaşmış olmaları ve kuşların immün sistemleriyle tanışıp âdeta bir ateşkes düzenlemiş oldukları söylenebilir. Ancak İlahî hikmetler açısından bakıldığında, grip virüsünün muhtemelen kuşlar için henüz keşfedemediğimiz faydalı bir rolü de olabileceği düşünülmelidir.
Bazı Virüsler, İnsan Genomundan Ayrılmış İsyankâr Parçalar Olabilir mi?
Bu soru aklımıza nereden geldi? Hücrelerimizin normal faaliyetleri olarak ürettikleri malzemelerin çoğu, aslında virüslerin yapısında bulunan moleküllerdir. Hücrelerimizde proteinler üretilir, DNA ve RNA kopyalanır. DNA’yı genomun farklı kısımlarına taşıyıcı moleküler mekanizmalar vardır. Bu sebepten bazı araştırmacılar, bir kısım virüslerin hücrelerin normal işleyişleri sırasında ortaya çıkabileceğini söylemektedirler.[6] Zira bir virüsün inşaası için gereken parçaların hepsi mevcut durumdayken bazen bu parçalar virüs gibi görünen molekül birimlerine monte edilebilir. Tabiî bunların viral bir hastalık âmili olması için hücre içi kontrolden ve immün sistemin saldırılarından kaçmış olmaları gerekir. Bu henüz tam olarak ispatlanmamış olsa da en azından insan genomuna benzeyen virüsler konusunda açık kapı bırakmak gerekir.
Bütün virüslerin genom benzeri olmadığını da belirtmemiz gerekir. Hastalık üreten birçok virüs vardır, fakat aslında bunlar da bir denge içinde bulunurken dengeden çıkmaları sebebiyle hastalık yapmaya başlarlar. Bir bakterinin, pirenin, hamam böceğinin, farenin veya bir insanın hücrelerini enfekte etmek için yaratılmış bir virüs varsa, bu taşıyıcı canlıların sistemlerinde de kontroller ve dengeler vardır. Bu kontrollerden birisi bozulursa, virüs orijinal hâlinden çok daha hızlı üreyebilir ve bu da bir hastalık ile sonuçlanabilir. Böylece, “faydalı” bir virüs, tehlikeli bir virüse dönüşebilir. Sadece birkaç küçük mutasyon bile bu kontrol sistemlerindeki dengeleri bozabilir. Mesela virüsün hücrelerimizce tanınmasına sebep olan yüzey moleküllerindeki bir değişiklik, immün sistemimizi aldatarak hastalığa yol açabilir.
Tür Atlayan Virüsler
Virüslerin bazısı sadece belli bir türe ait olup başka bir canlı türüne geçmez, çünkü orada tutunamaz. Asıl tehlikeli olan virüsler, “zoonotik” olarak isimlendirilen ve hayvan türlerinin birinden diğerine geçen virüslerdir. Bu virüsler; influenza,[7] korona virüsü ailesi ve HIV (AIDS’e sebep olan) virüsüdür. Bunların hepsi insanlarda hastalığa sebep olur. Bazıları çok uzun bir süre ölümlere sebep olurken bazıları da zamanla zayıflar. Çoğaldıkça mutasyon sayıları artar ve bazen bu mutasyonlar onları artık bulaşamayacakları bir noktaya kadar zayıflatır. Fakat bu her zaman böyle değildir ve HIV gibi bazı virüsler, birçok faktöre bağlı olarak mutasyona uğramalarına rağmen yayılmaya devam edebilir.
Korona Virüsünün Geleceği
Virüsler de Allah’ın yarattığı ekosistemin bir parçasıdır. Bu virüs salgını öncekilerin seyrini takip ederse, 1917’de dünyaya gelen ve milyonlarca insanı öldüren H1N1 grip virüsü gibi bir zaman sonra tarihe karışacak, sahneden çekilecektir. Fakat bu grip virüsü kaybolmadan önce yaklaşık 40 yıl hüküm sürmüştü. H1N1 grip virüsü, 1976 yılında depolanmış bir laboratuvar örneğinden tekrar piyasaya sürülmüş ve 2009–2010 yıllarında, bu defa “H1N1 domuz gribi” ismiyle tekrar salgın yapmış ve bu sefer hâkimiyeti 33 yıl sürmüştür. Bu aslında ölümcül bir virüs değildi. Daha sonra ortaya çıkan versiyonları da ölümcül bir tabiatta değildi. Nitekim H1N1’in artık devam edememesi, genetik entropiye mârûz kaldığının bir delilidir. Aslında H1N1grip virüsü, aktif hâldeyken yılda on dört civarında mutasyona uğruyordu ve genomunun %10’undan fazlası nesli tükenmeden mutasyon geçirmişti.[8]
Ancak korona virüsü, grip değildir. Yarasalardan geldiği söylenmesine rağmen, nereden veya nasıl kaynaklandığından emin değiliz. Her iki durumda da çok dikkatli bir şekilde, aşı ile korunmayı hızlandıracak şekilde, sağlık sistemlerimiz virüsü ciddi ve acil bir tehdit olarak kabul etmelidir. Onlarca yıl genetik entropinin gelişmesini beklemek çok ciddi kayıplara sebep olabilir.
Birçok kişi aşıyla veya hastalığı geçirerek bağışıklık kazanmışken geçtiğimiz aylarda bu bağışıklığa cevap vermeyen yeni bir çeşit olarak “Mu” varyantı, Dünya Sağlık Teşkilatının takip listesine eklendi. Mu varyantının Türkiye dâhil bugüne kadar 40 ülkede görüldüğü rapor edilmiştir.
Dünya Sağlık Teşkilatının salgınlar hakkındaki haftalık bültenine göre, Mu varyantının bağışıklık sisteminden kaçabilecek şekilde özellikler gösteren bir mutasyonlar kümesine sahip olduğu ve Güney Afrika’da keşfedilen Beta varyantına benzer şekilde bağışıklık sistemini aldatarak tahribat yapabileceği öne sürülmektedir.
Varyant şimdilik küresel olarak COVID-19 enfeksiyonlarının binde birinden daha azını teşkil ediyor, ancak Kolombiya ve Ekvator’daki vakaların yüzde 39 ve yüzde 13’ünü teşkil etmeye başladığı ve bu ülkelerde zemin kazanmakta olduğu görülmektedir. Bilim insanları ve halk sağlığı uzmanları, Mu varyantının dünyanın çoğunda baskın olan Delta varyantından daha bulaşıcı olup olmadığını veya daha ciddi hastalıklara sebep olup olmayacağını araştırıyor.
Daha ciddi endişeye yol açan Alpha ve Delta varyantları sebebiyle ağustos ayında yayınlanan bir risk değerlendirmesinde, Mu varyantının aşılamadan kaynaklanan bağışıklığa karşı en az Beta varyantı kadar dirençli olduğunu gösteren laboratuvar çalışmaları olduğu belirtiliyor. Ancak hangi varyant olursa olsun hepsi de korona virüsü ailesinden olup hiçbir zaman evrimleşerek başka bir türe dönüşmemiştir ve yaratılıştaki virüs formatlarına uygun olarak devam etmektedirler.
Dipnotlar
[1] Stanford University Coronavirus Antiviral & Resistance Database, covdb.stanford.edu/page/mutation-viewer/#sec_delta
[2] K. Katella, “5 things to know about the Delta variant”, 15 Temmuz 2021; yalemedicine.org/news/5-things-to-know-delta-variant-covid.
[3] “Human Virome”: sciencedirect.com/topics/immunology-and-microbiology/human-virome.
[4] J.W. Francis ve ark. “Bacteriophages as beneficial regulators of the mammalian Microbiome”, Proc. Int. Conf. Creationism 8:152–157, 2018; creationicc.org.
[5] M.R. Barber ve ark. “Association of RIG-I with innate immunity of ducks to influenza”, PNAS, 107(13):5913–5918, 2010.
[6] P. Terborg, “The ‘VIGE-first hypothesis’—how easy it is to swap cause and effect”, J. Creation, 27(3):105–112, 2013.
[7] W. Ma ve ark. “The pig as a mixing vessel for influenza viruses: human and veterinary implications”, J. Mol. Genet. Med., 3(1):158–166, 2008.
[8] R.W Carter ve J.C. Sanford, “A new look at an old virus: mutation accumulation in the human H1N1 influenza virus since 1918”, Theoretical Biology and Medical Modelling, 9:42, 2012.