Kâinat Senfonisine Namazla Katılmak

Bediüzzaman, namazın muayyen beş vakte tahsis edilmesinin hikmetlerini anlatacağı Dokuzuncu Söz’ün Dördüncü Nükte’sine, kâinatı büyük bir saat tasavvur ederek başlar. Ona göre tıpkı normo âlemde bir zaman olduğu gibi, makro âlemde de büyük bir saat işlemektedir.

Makro âleme açıldıkça bu saatin dakikaları bin yıllar hükmünde, mikro âleme doğru inceldikçe bin yılları aşireler[1]hükmündedir.

Bu büyük saat tasavvurunda zaman helezoniktir ve kaybolmaz. Bütün zaman parçacıkları toplanarak hükümlerini daha geniş dairelere bırakırlar. Saniyeler toplanıp dakikalara, dakikalar toplanıp saatlere, günler, aylar, mevsimler ve insan ömürlerine inkılap eder. Bütün zaman daireleri genişleyerek hükümlerini yaratılışın altı günlük (dönem, fasıl) dairesine bırakırlar.

Altı gün tamamlandığında mekân gibi zamanın da kıyameti kopacak ve altı günlük daire de kendi hükmünü, Fatiha-yı Şerife’de “yevmi’d-din” (Din Günü) olarak adlandırılan Hesap Günü’ne devredecektir.

Kendi Saatimizi Kozmik Saate Göre Ayarlamak

Bediüzzaman, günümüzü onlarla böldüğümüz namaz vakitlerini kendi saatimizi kozmik saate göre ayarlamak, yani zamanın nabzını tutmak olarak ele alır. İnsanı varlıkla hem-âhenk haline getiren sır bu ayarda gizlidir.

Biz teheccüt vaktini de dâhil ederek kıldığımız altı vakit namazla kendi günümüzün dairesi ile hilkatin altı günlük dairesi arasına hatlar çeker, zamanın genişleyen (ya da daralan) daireleri ile namaz vakitleri arasındaki “kesişme noktaları”nı yakalarız. Allah’ın (celle celâluhu) tayin ettiği, fıtratın diliyle sezdiğimiz bu temas noktaları, Üstad’ın ifadesiyle, büyük inkılapların başlangıçlarıdır.[2]

Mevsimlere dair inkılaplar: 1. Evvel-i bahar (buna şimdilerde “erken bahar” diyoruz. Gecenin içinden günün sıyrıldığı gibi, kışın içinden sıyrılıp çıkan bahar), 2. Yaz, 3. Sonbahar, 4. Kış, 5. Kar ve 6. Zemheri soğukları (buzlanmalar).

İnsan ömrünün inkılapları: 1. Anne rahmine düşüş, 2. Gençliğin kemâli, 3. İhtiyarlık, 4. Ölüm, 5. Geride bıraktığımız izlerin silinmesi (unutuluş), 6. Kabir hayatı.

İnsanlık tarihinin inkılapları: 1. Kâinatın yaratılışı (yokluktan varlık âlemine çıkış), 2. Hazreti Âdem’in yaratılışı ile varlık ağacının insan meyvesi verecek olgunluğa erişmesi, 3. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) risaleti ile varlığın ve insanlığın en mütekâmil meyvesini vererek zevale meyletmesi, 4. Kıyamet ve 5. Kıyamet harabiyetinden sonra enkazın ortadan kaldırılması ve imtihan dünyasının kapatılması. 6. Berzah âlemi (Ehl-i Sünnet itikadında âhiret hayatını haşirle başlattığımızı hatırlatmakta fayda var. Bu yüzden kabir âlemine “berzah âlemi”, yani bir nevi bekleme salonu diyoruz).

Zamanı Namazla Fıtrata Mal Etmek

İşte böylece, bir günlük ömrümüzde, bir ömürlük günümüzü bütün fasılları ile yaşıyor, varlığın ritmini bir saatin tik takları gibi duyabiliyoruz. Ahmet Haşim’in batan güneşin ruhumuzun kulağına her defasında faniliğimizi ve mahlûkatın faniliğini fısıldadığını, “Bu bir lisan-ı hafîdir ki ruha dolmakta” mısraında ifadelendirdiği gibi ya da Yahya Kemal’in, “Günler kısaldı… Kanlıca’nın ihtiyarları/ Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları” mısraları ile kaleme getirdiği, sonbahar ve zevale giden mahlûkatın elemi ile yaşlılığın hüznü arasındaki geçişkenlik gibi.

Kısaca, kendi fıtrat saatimizi namazla, büyük âlemdeki zamanın yıllarına, haftalarına, günlerine denk düşürüyoruz. Bu sayede her gün taptaze bir dirilişle yeniden doğuyor, ihtiyar da olsak öğlen vaktinde gençliğimizi, genç de olsak ikindi vaktinde ihtiyarlığımızı bir kere daha idrak ediyor, güneşin batışı ile kendi cenazemizi her gün yeniden uğurluyor, yatsı ile geride bıraktığımız izlerin silinip gittiğine şahitlik ediyor, teheccütle berzah koridoruna giriyoruz.

Güne Namazla Başlamak

Bu ayar için namaz kılmak yetmiyor, hayatı namaz blokajı üzerine oturtmak gerekiyor.

Güne sabah namazı ile başlayıp öğlen vaktine kadar en az beş altı saatlik bereketli bir zaman dilimini çalışarak geçirmek ve öğlen vaktinde, yani yevmî işlerin güneşin kemâle ermesi ile kemâle erdiği o meyve toplama zamanında, elimizdeki işi bir olgunluğa eriştirmek. Öğle namazıyla günlük işlerin ve cismaniyetin ağır yükünü üzerimizden atıp soluklanmak. Günün olgunluğuna kalbî olgunlukla cevap verip tazelenerek faaliyete devam etmek.

İkindi vakti girdiğinde ruhumuzun üzerine çöken sonbahar hüznünü yakalayıp kendimizi ihmal etmeden duygularımızı namazla teselli etmek. Akşamla batıp gidenlere bedel yüzümüzü bekâya çevirerek “leylî” olmak. Yatsı vakti ile artık bizden bir iz barındırmayan dünyaya sırtımızı dönüp “celâl rasathanesinden cemâli seyretmek.” Günün finalini namazla yapıp gecenin kollarında bir miktar dinlenmek. Zamanın altıncı gününe bakan bir berzah koridoruna açılmak için yatsı ile iyiden iyiye içe çekilmek, teheccütte uyanık olup berzah âlemine açılmak. Rabbimizin âlemlerin haritası olarak yarattığı kalbimizi işletmek….

Uyku Düzeni

Böyle bir ritmi tutturmak için hayatımızda disipline edilmesi gereken en önemli şeylerden biri uyku, diğeri de yiyip içmelerimiz olsa gerek. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, bu konuya önemle değiniyor:

“Bazısına sekiz saat uyku az, bazısına üç saat çok gelebilir. Ama ne olursa olsun tıp ilminin verilerine göre günde beş saat uykunun insan vücuduna yettiği gerçeğinden hareket ederek günlük uykumuzu azamî olarak beş saate düşürmeli, ondan sonra bunu tedricen daha aşağılara çekmeye gayret göstermeliyiz. Yalnız bu arada şu hususa dikkatlerinizi çekeyim; yeme ve içmesini disipline edemeyen, önüne her geleni abur cubur yiyen bir insanın uykusunu azaltması mümkün değildir.”[3]

Yaratılış Senfonisinin Dışında Kalmak

Hayatımızı namaza göre tanzim ederek kişisel takvimimizi kozmik takvime göre ayarladığımızda Allah’ın arz ve semavatı yarattığı gündeki düzenini buluyoruz. Böylece varlığın bağrında saklı ritmi yakalıyor, yaradılış senfonisinin dışında kalmamış oluyoruz.

Aksi durumda giderek kâinatın ahenginden kopuyor, fıtratı tahrip ediyoruz. Farkında olmadan bu helezonik miraç zamanını namazla değil, koldaki saatle ölçülen lineer bir zamana dönüştürüyoruz. Namaz vakitlerinin kapılarından geniş zamanların koridorlarına açılamadığımız her durumda, zamanın bereketsizliğinden, yetişememekten, ertelemekten, odaklanamamaktan, yetersizlik duygusundan şikayet etmeye başlıyoruz. Mesela sabah namazından sonra yattığımız, kerâhet vaktini uyuyarak geçirdiğimiz, öğlen vaktine yakın saatlerde kalkıp hayata başladığımızda vakitlerin yerini değiştirmiş, öğle vaktini kendimize sabah edinmiş oluyoruz. Kaçınılmaz olarak gün gecenin içine geçiyor. Ya da teheccüt vaktinde kalkıp namaz kılmadığımız, evrâd u ezkârla geceyi aydınlatmadığımız bir günün gündüzü de aydınlık olmuyor. Ritmi bozulan zaman, kâinatın âhenginden kopuyor.

Ahmet Haşim, “Müslüman Saati” adını verdiği makalesinde bize, işte bu bozulmuş zaman telakkisini anlatır: “Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir.” der makalesinde ve şöyle devam eder: “Heyhat, eski ‘saat’le beraber akşam da fecir de bitti. Bir çoklarımız için fecir, artık gecedir ve bir çoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolanmış, kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz.”[4]

Yeni Günün Âlemine Namazla Girmek

Hâşim, bozulmuş zaman telakkisini anlatırken aslında çürümüş bir içtimaî hayatı, renk atmış bir dinî yaşantıyı tasvir ediyor. Namazla tanzim edilmiş bir zamandan kopunca, vicdan duruluğundan, kâinatın senfonisinden ve kendi kimliğinden de kopuyor insan.

Öyleyse “zaman içinde kaybolmuş kimseler” olmamak için Üstad’a kulak vermek ve her doğan günü yeni bir âlemin kapısı[5] olarak görüp o âlemi namazla aydınlatmak gerek.

Zaten miraç da zamanîlikten lâ-zamanîliğe doğru namazla gerçekleştirdiğimiz helezonik bir yolculuk değil mi bizim için?

 

Dipnotlar

[1] 1 saniye = 167 trilyon 961 milyar 600 milyon aşire.

[2] “… bu beş vaktin her biri, bir mühim inkılâb başında olduğu ve büyük inkılâbları ihtar ettiği gibi; kudret-i samedâniyenin tasarrufât-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle, hem senevî, hem asrî, hem dehrî kudretin mucizâtını ve rahmetin hedâyâsını hatırlatır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 45).

[3] M. Fethullah Gülen, Prizma-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 106.

[4] Ahmet Haşim, “Müslüman Saati”, Dergâh, 1921, c. 1, s. 3.

[5] Nursî, a.g.e. s. 289.

 

Bu yazıyı paylaş