İhlâs; doğru, samimî, katışıksız, dupduru; riyâdan uzak olma ve kalbi bulandıracak şeylere karşı kapalı kalma, kapalı yaşama.. veya gönül safveti, fikir istikameti içinde Allah’la münasebetlerinde dünyevî garazlardan uzak kalma ve tam bir sadâkatle kullukta bulunma şeklinde yorumlanmıştır ki, daha sonra, meşâyih-i kirâmın, onun tarifi ile alâkalı söyledikleri sözlerin hemen büyük bir bölümü; sunmaya çalıştığımız bu tarif etrafında cereyan etmektedir.
İhlâs; ferdin, ibadet ü tâatinde, Cenâb-ı Hakk’ın emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapanması, abd ve Ma’bud münasebetlerinde sır tutucu olması, yaptığı şeyleri Hakk’ın teftişine arz mülâhazasıyla yapması, tabir-i diğerle; vazife ve sorumluluklarını, O emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirken de O’nun hoşnutluğunu hedeflemesi ve O’nun uhrevî teveccühlerine yönelmesinden ibarettir ki, saflardan saf sâdıkların en önemli vasıflarından biri sayılır.
Bu itibarla, sadâkat bir asıl ve kaynak, ihlâs da ondan nebeân eden bir “mâ-i zülâl” sayılmıştır. Kırk gün bu mâ-i zülâli içen birinin kalbinden lisânına hikmet kanallarının açıldığı ve açılacağı, sözleri “lâl ü güher” Söz Sultanı’nın beyânı.[1]
Sadâkat, peygamberlik âleminin en birinci vasfı, ihlâs ise en nûrânî buududur. Başkalarının hayat boyu elde etmek için uğraşıp durdukları ihlâsa onlar doğuştan mazhardırlar. Kur’ân-ı Kerîm nebî ihlâsını anlatma sadedinde: إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا “Şüphesiz o ihlâsa erdirilmişti.”[2] fermân-ı sübhânîsiyle bu önemli mazhariyeti ihtar eder.
Sadâkat ve ihlâs, enbiyâ-i izâm için hayatî birer sıfat oldukları kadar, da’vâ-yı nübüvvetin temsilcileri için de su kadar, hava kadar önemli birer vasıftırlar. Bu iki hususiyeti elde etmek ve bu nûrânî iki kanatla kanatlanmak, onların en ehemmiyetli güç kaynaklarındandır. Birinciler, ihlâssız bir adım atamayacaklarına inanırlar; ikinciler de atamayacaklarına inanmalıdırlar.
Gerçekten de, sadâkat ve ihlâs bir ucu insan gönlünde, diğer ucu Hakk’ın inayet katında öyle bir derinliktir ki, o derinliklere yelken açmış ve o kanatla kanatlanmış bir babayiğidin takılıp yollarda kaldığı görülmemiştir. Zira onlar, Allah tarafından teminat altındadır.. ve Allah, çok iş ve çok semereden daha ziyade, her işte rızâsının gözetilmesine önem verir. Evet O’nun nazarında “Bir dirhem ihlâslı iş, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.”[3]
İhlâs, bir kalb amelidir. Ve Allah da, kalbî temâyüllerine göre insana değer verir.. evet;
إِنَّ اللهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى أَجْسَامِكُمْ وَلاَ إِلَى صُوَرِكُمْ وَلَكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ (fehvâsınca) “O, sizin sûret, şekil ve dış görünüşlerinize değil; kalblerinize ve kalbî temâyüllerinize bakar.”[4]
İhlâs, Allah tarafından temiz kalblere bahşedilmiş, azları çok eden, sığ şeyleri derinleştiren ve sınırlı ibadet ü tâatı sınırsızlaştıran öyle sihirli bir kredidir ki, insan onunla dünya ve ukbâ pazarlarında en pahalı nesnelere talip olabilir ve onun sayesinde âlemin sürüm sürüm olduğu yerlerde, hep elden ele dolaşır.
İhlâsın bu sırlı gücünden dolayıdır ki, Allah Rasûlü: أَخْلِصْ دِينَكَ يَكْفِكَ الْقَلِيلُ مِنَ الْعَمَلِ “Dinî hayatında ihlâslı ol, az amel yeter.”[5] buyurur.. ve: أَخْلِصُوا أَعْمَالَكُمْ ِللهِ فَإِنَّ اللهَ لاَ يَقْبَلُ مِنَ الْعَمَلِ إِلاَّ مَا خَلَصَ “Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin; zira Allah, sadece amelin hâlis olanını kabul eder.”[6] diyerek amellerin ihlâs yörüngeli olmasına tembihte bulunur.
Amel bir cesetse ihlâs onda can, amel bir kanatsa ihlâs da diğer kanattır. Ne ceset cansız olabilir, ne de tek kanatla bir yere varılabilir:
بَايَـدَتْ إِخْـلاَص دَرْ جُملَه عَمل
تَـا پَذِيـرَد طَاعَتَتْ رَبِّ أَجَـل
چُونْكِه إِخْلاص مُرغِ طَاعَترا جَنَاح
بِي جَنَاح كُيْ مِي پَرِي أَوجِ فَلاَح
“Sana bütün davranışlarında ihlâs gerektir; ta ki, Rabb-i Ecell senin amelini kabul ede; zira ihlâs tâat kuşunun kanadıdır. Siz, kanatsız felâh semtine nasıl uçabilirsiniz ki..!” deyip inleyen Mevlânâ ne hoş söyler! Bir hoş söz de Bâyezid-i Bistâmî’den: “Bütün iç dinamizmimi kullanarak Cenâb-ı Hakk’a tam otuz sene ibadet ettim. Sonra gaybdan: ‘Ey Bâyezid, Cenâb-ı Hakk’ın hazineleri ibadetle doludur. Eğer gâyen O’na ulaşmaksa, Hak kapısında kendini küçük gör ve amelinde ihlâslı ol’ sesini duydum ve tembihini aldım…”[7]
Bazılarına göre, ibadet ü tâatta, halkın görüp hissetmesinden kaçınmak ihlâs.. bazılarına göre ise, halk mülâhazasını bütün bütün unutmak.. bazılarına göre de, ihlâsı dahi hatırlamamak.. evet bunlara göre ihlâs; ameli her türlü mülâhazadan uzak bulundurmak ve sürekli murâkabe ile maddî-mânevî bütün hazları unutmaktır.
İşin daha doğrusu ihlâs, kul ile Ma’bud arasında bir sırdır ve bu sırrı Allah, sadece sevdiklerinin kalbine koymuştur[8]. Kalbi ihlâsa uyanmış bir insanın nazarında, medh ü zem, tâzim ü tahkir ve yaptığı işlerle bilinip bilinmemesi, hattâ sevap ve mükâfat mülâhazası kat’iyen söz konusu değildir; değildir ve böylelerinin gizli-açık her halleri aynı çizgidedir…
اَللَّهُمَّ اجْعَلْنَا مِنْ عِبَادِكَ الْمُخْلِصِينَ الْمُخْلَصِينَ وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى قُدْوَةِ الْمُخْلَصِينَ وَآلِهِ الْمُخْلِصِينَ
[1] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 7/80; ed-Deylemî, el-Müsned 3/564; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 5/189, 10/70.
[2] Meryem sûresi, 19/51.
[3] Bedîüzzaman, Lem’alar, 17. Lem’a 13. Nota 3. Mesele, 20. Lem’a 4. Sebep.
[4] Müslim, birr 33.
[5] el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 5/342; ed-Deylemî, el-Müsned 1/435.
[6] ed-Dârakutnî, es-Sünen 1/51; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 5/336; ed-Deylemî, el-Müsned 5/271; el-Makdisî, el-Ehâdîsü’l-muhtâra 8/90. (Lafız, el-Ehâdîsü’l-muhtâra’dan alınmıştır)
[7] Feridüddin Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ s.215.
[8] Bir kudsî hadisten alınan bu ifade için bkz. ed-Deylemî, el-Müsned 3/187.