Namazla Telkin Edilenler

Bugüne kadar namazla ilgili pek çok şey yazılıp çizildi. Onu değişik yönleriyle anlatan makaleler, kitaplar, konferanslar, vaazlar, sohbetler sayılamayacak kadar çoktur. Namaza bu kadar ehemmiyet gösterilmesinin temelinde Cenab-ı Hakk’ın ona verdiği değer yatar. Namazın Arapça karşılığı olan “salât” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 99 yerde geçer. Kur’ân’da yer alan ifadelerden, ilahî dinlerde namaz ibadetinin mevcut olduğu anlaşılır.

Namazın önemine dair ne kadar söz söylesek azdır. Ne var ki biz bu yazımızda namaza verilen ehemmiyetten ziyade onun insan ruhuna yaptığı olumlu telkinlerden bahsedeceğiz.

Telkin Nedir?

Sözlükte telkin, “açıkça veya üstü kapalı bir şekilde sözle etkileyerek bir düşünceyi benimsetme”, “birine bir şey anlatıp zihnine koyma, fikir aşılama, öğretip benimsetme” şeklinde tanımlanmıştır.

Kısaca telkin, kişinin ifade yoluyla etkilenmesini sağlamaya çalışmaktır. Kişi, bu etkileme gayretinin farkında olabileceği gibi bundan hiç haberi olmayabilir de. Telkinde bir kişinin hatalı davranışlarını düzeltme amaçlanabileceği gibi ona yeni bir fikir veya davranış tarzı kazandırma da hedeflenebilir.

Telkin, bir fikrin zihne sokulması ve bunun zihin tarafından kabullenilmesi şeklinde de tanımlanmaktadır. İkna olunup kabullenilen bu düşünceler zamanla davranışlara dönüşür. Özellikle inanç ve davranışla ilgili konularda kişiler ikna ve kabule daha yatkındır.

Telkinin birçok çeşidi olsa da özellikle ikisi üzerinde durulur:

Kendi Kendine Telkin: Kişinin şuurlu ya da şuursuz bir şekilde bizzat kendine yönelik yaptığı telkindir. Telkinde; bir fikri benimseme, bir davranışa özenme ve bir düşüncenin zihne yerleşmesi durumu vardır. Kendi kendine telkinde kişi, belli bir duygu, düşünce ya da fikri kendi zihnine yerleştirir. Bu sebeple her düşüncede bir gerçekleşme eğiliminin bulunduğu düşünülür.

Düşünce ve bilinçaltı, beraber hareket eden iki önemli dinamik olarak görülebilir. Önemli olan husus, yapılan telkinin bilinçaltı tarafından kabul edilmiş olmasıdır. Kabul edilmiş telkinler sayesinde zihnî, bedenî ve hissî değişimler sağlanabilir.

Başkası Tarafından Yapılan Telkin: Bu telkinde kişiye, bir başkası tarafından, bir düşünce veya inancı benimsemesi, bir tutumu değiştirmesi veya bir fiili yapması telkin edilir. O kişinin telkine açık olup olmamasına göre ilerleme kaydedilebilir. Buna, atasözlerimize kadar girmiş olan, “Bir adama kırk gün deli dersen deli, akıllı dersen akıllı olur.” sözünü örnek olarak verebiliriz.

Mârûz Kaldığımız Telkinler

İnsan, hayatının her anında sürekli bir kısım telkinlere mârûz kalmaktadır. Anne baba evde evladına, öğretmen okulda öğrenciye, imam camide cemaate, tezgâhtar malını satabilmek için müşteriye, komutan kışlada askere, hâsılı hemen herkes bir şeyleri gerçekleştirebilmek için birilerine telkinde bulunmaktadır. Bunlar çoğu zaman iyiye ve güzele yönlendiren pozitif telkinler olmasına karşın azımsanmayacak derecede de olumsuz telkinlere mârûz kalırız. Kimilerinin benliğinde yer etmiş vurdumduymazlık ve tembellik gibi özellikler, bu insanların ifadelerine de yansır. Dolayısıyla karşılaştığımız bu insanlardan, sık sık şu tür sözleri duyarız: “Dünyayı sen mi kurtaracaksın?”, “Gemisini kurtaran kaptan.”

İnsan, açıkça anlayabileceği telkinlerin yanında bazen şuuraltını hedef alan telkinlere de mârûz kalabilir. Beynimizin, dolayısıyla duyu organlarımızın algılama sınırları vardır. Duyu organlarımız yetersiz kalsa da beyin, henüz tam olarak keşfedemediğimiz bir şekilde, etrafımızda cereyan eden hâdiseleri algılamaya devam eder. Bunun yanında kalb, ruh, sır, hafi ve ahfa olarak isimlendirilen latifelerden de bahsedilir. Bu fakültelerin de insan uykudayken bile birtakım algılara açık oldukları ifade edilir. Nitekim Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Gözlerim uyur, ama kalbim uyumaz.” sözünü bu mânâda anlayabiliriz.

Namazın Çağrıştırdıkları

Namaz, Allah’ın azamet ve kudreti karşısında acz ve fakrını anlayan kulun, bu hakikati O’nun huzurunda ilan etmesidir. Sahip olduğu her şey insana Allah tarafından verilmiştir. Bir insanın herhangi bir şey üzerinde hak iddia etme durumu yoktur. Zira her şeyin hakiki sahibi Allah’tır. Cenab-ı Hak istemese, insan kılını dahi kıpırdatamaz, sahiplendiği dünyalıklar bir anda elinden gider de hiçbir şey yapamaz. İşte bunun farkında olan kul, Allah’a şükür ve kulluğunu namazla ifade eder.

Namazı, yapılan hareketler ve namazda okunanlar olmak üzere başlıca iki kısımda ele alabiliriz.

  1. Namazda Yapılan Hareketler

Kul, kıyamda el pençe divan dururken, izzet ve azamet sahibi bir Zat’ın karşısında olduğunu hisseder. Huşu içinde, korkuyla karışık bir hürmet hissi yaşar. Allah’ın huzurunda bulunmanın edebine muhalif her türlü hareketten uzak durur.

Rükû, insana belini büküp yüzünü yere çevirmek suretiyle benliğinden sıyrılmayı, Allah’ın mutlak hâkimiyetini kabul etmeyi çağrıştırır.

Secdede ise benlikten sıyrılma ve Cenab-ı Hakk’ı Rab olarak kabul etme duyguları zirvededir. Secdeye başını koyan bir insan, benliğini bütünüyle Allah’a teslim etmiş ve bundan sonra da başka kimseye kul olmayacak demektir.

Hâsılı, namazda yapılan her bir hareket insana, Allah karşısında kulluğunu bir kere daha hatırlatır. Kıldığı beş vakit namazla her gün 40 kere kıyam, 40 kere rükû ve 80 kere de secde yapan bir insanda bu duygu ve düşünceler iyice pekişir. 15 yaşında namaza başlayıp 60 yaşında vefat eden bir insan, ömrü boyunca yaklaşık olarak 650.000 kere kıyam ve rükû, 1.300.000 kere de secde yapmış demektir. Bu açıdan insanın bazen içinden gelmeyerek bile olsa kılacağı namazların, o insanın ruhuna yapacağı telkinler önemlidir. Zira bu telkinler o insanın ruhunda ve benliğinde kulluk şuurunun ve Allah’ın azamet ve hâkimiyetinin kabulünün oturaklaşmasını temin eder.

  1. Okunan Âyet, Dua ve Zikirler

Beş vakit namazını kılıp ardından tesbihatını yapan bir insan her gün, asgarî olarak 380 âyet-i kerime okur. Bu da Kur’ân-ı Kerim’den yaklaşık 12 sayfa demektir.

“Subhaneke, Kunut, Allahümme Salli-Barik, Rabbena ve Tahiyyat” dualarını, her birini muhtelif sayılarda olmak üzere toplam 80 kere okur. Ömrü boyunca yaklaşık 1.300.000 kere dua etmiş olur. Yapılan bu kadar duanın hem dünya hem de âhiret adına ne büyük bir kazanç olacağını izaha gerek yoktur.

“Subhanallah, elhamdülillah, Allahu ekber, subhane rabbiyel a’lâ, subhane rabbiyel azim, Rabbenâ lekel hamd, esselamu aleyküm ve rahmetullah, semiallahu limen hamideh” gibi zikir ifade eden kelimeleri, her gün toplamda 1300 kere zikreder. Bu da ortalama bir ömürde yaklaşık 21 milyon kere Allah’ı zikretmek mânâsına gelir.

Günde en az 15 kere “euzu billahi mineşşeytanirracim” diyerek şeytanın şerrinden Allah’a sığınır; 40kere “bismillahirrahmanirrahim” demek suretiyle Allah’ın Rahman ve Rahîm isimlerine ilticada bulunur; 40 kere “âmin” demek suretiyle yapmış olduğu duaların kabulünü Allah’tan diler.

Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Zikrin şe’ni, tekrar ile tenvirdir. Duanın şe’ni, terdad ile takrirdir.”[1]Tekrar tekrar okunan âyet, dua ve zikirlerin; kalbimizdeki hakikatleri oturaklaştırması, ruhumuzu aydınlatması ve ulvî mânâları tekit etmesinin önemi büyüktür.

Namaza bağlı yaptığımız dua ve zikirlerde genel olarak, Allah’tan yardımını, günahlarımızı bağışlamasını, razı olduğu ve Kendisine yaklaştıracak şeylere hidayet etmesini, Cehennem azabından kurtarıp Cennet’e almasını, dünya ve âhirette güzel bir hayat yaşamayı, günahlarımızın affını ve doğru yoldan ayrılmamayı dileriz.

Ayrıca Allah’a inanıp güvendiğimizi, O’na daima hamdettiğimizi, nimetlerin O’ndan geldiğinin farkında olduğumuzu, yalnız ve yalnız O’na kulluk edeceğimizi ve azabından korktuğumuzu ikrar ederiz.

Cenab-ı Hak, namaz vasıtasıyla bazı hakikatlerin ruhumuzda oturaklaşıp benliğimize mal olmasını dilemiştir. İnsan psikolojisi açısından bunun vesilesi, bu hakikatlerin insana muhtelif zamanlarda hatırlatılmasıdır. Zira Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda, belli hakikatlerin belirli aralıklarla sürekli işlendiğini ve bunların zihinlere ve kalblere kazındığını görmek mümkündür.

Tekrarların Önemi

Telkin edilecek düşüncelerin uygun zaman aralıklarıyla sık sık tekrar edilmesi önem taşır. Yapılan tekrarlar ilk başlarda fazladan gibi gözükse de şuuraltımızın çalışma prensiplerine uygundur. Şuuraltımız, duyduğu telkinleri zamanla kabullenmeye ve onları kendisine mal etmeye başlar. Kabullenilen bu düşünceler daha sonra insanın davranışlarına yansır.

Farklı zaman ve mekânlarda ancak özü itibarıyla aynı olan düşünceler, üslûp değiştirilerek sık sık ifade edilmelidir. Bu tekrarlar hem zihinleri uyanık ve canlı tutması hem de Kur’ânî bir metot olması bakımından önemlidir. Kur’ân-ı Kerim’de belli konular ve belli kıssalar bilhassa çokça zikredilmektedir. Bunlardaki ana fikir benzerdir, ancak ifade biçimi ve üslup her seferinde değişiklik arz eder. Mesela tasrif usulüyle Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın kudreti, isim ve sıfatları, âhiret günü, dünya hayatı, Cennet ve Cehennem, aklı kullanma, kâinatın yaratılışı, melekler, şeytan, kâfirler, münafıklar, müşrikler, namaz ve bazı peygamber kıssaları çokça tekrar edilen ve üzerinde durulan konulardır. Değişik yönleriyle ele alınan bu konularda ana fikir genellikle değişmemekle birlikte üslupta farklılıklar görülmektedir. Bazen de aynı ifadelerin hiçbir değişikliğe uğramadan tekrar edildiği görülür.

Telkinde en etkili yöntemlerden biri de telkinin bir grup içinde yapılmasıdır. Cemaate yönelik gerçekleştirilen telkin, kişinin tek başına olduğu zamankinden daha etkilidir. Kişi bir topluluğun içindeyken iradesi kuvvetlenir ve idrak gücü artar. Etrafındakilerin ortak duygu, düşünce ve hareketlerinden etkilenerek telkine daha açık hâle gelebilir. Dolayısıyla cemaatle namaz kılan bir insan, tek başına kılacağı namaza göre, duygu ve düşünce dünyası adına bu namazdan daha fazla istifade eder.

Netice

Namaz başta olmak üzere bütün ibadetler sırf Allah emrettiği için yapılır. Maddî veya manevî bir beklentiye bağlı olarak ibadet yapılmaz. Ne var ki yapılan ibadetlerin neticesi olarak gelen bazı faydaları da Allah’ın fazlına bağlayıp kabul etmek gerekir. İnsan, psikolojik olarak bir kısım düşüncelerin telkinine açık bir varlıktır. Namazda da uhrevî bazı duygu ve düşüncelerin, sürekli tekrar edilerek ruhlara telkin edildiği ve âdeta insanın şuuraltına işlendiği görülür. Âhiret âleminde insanların şuuraltı müktesebatıyla hareket edecekleri düşünüldüğünde namazın, insan için ne büyük bir kazanç vesilesi olduğu ortaya çıkar.ayet

Dipnot

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 257.

Bu yazıyı paylaş