Çam Dağı’ndan Selam Gönderilen Hâfız

Üstad Bediüzzaman’ın bir mektubu şu şekildedir: “Aziz, Sıddık kardeşlerim! Evvelâ: Hadsiz şükrederim ki: Risale-i Nur’un hakikî sahipleri olan müftüler, vaizler, imamlar, hocalardan manevî kahramanlar meydana çıktılar. Şimdiye kadar Nur’un fedakârları; gençler, mektepliler, muallimler idi. Bin bârekâllah Edhem, İbrahimler, Ali Osmanlar ehl-i medresenin yüzlerini ak ettiler, çekingenliklerini cesarete çevirdiler.”[1]

Bu mektupta adından bahsedilen ve Üstadımızın deyimiyle “Risale-i Nur’un hakikî sahipleri olan… imamlardan” biri Ali Osman Karahan, nam-ı diğer Topal Hâfız’dır.

Ali Osman Karahan, 1930 Yalvaç doğumludur. Doğduğunda epey kilolu olması sebebiyle kalçası çıkar. Bu durum tespit edilemediği için dört yaşına kadar yürüyemez ve ömür boyu aksak kalır. İlkokulu bitirince imamlık yapar ümidiyle hâfızlık eğitimine gönderilir. Hâfızlığını tamamladıktan sonra Yalvaç Kaşhacıbey Mahallesindeki bir camiye imam olur.

O günlerde pozitivizm fikrini benimseyen bazı mektepliler, ilim yoluyla dine taarruz etmektedir. Ali Osman abi, bu durumdan çok rahatsız olsa da “Allah’ı göster bana, inanayım.” diyen kişilere verecek cevabı yoktur. İçine düştüğü girdap onu da sarsar ve ciddi mânâda mahzun olur. Hem aklını hem de kalbini tatmin edecek bir nur arar. İyice bunaldığı bir gün, “Ya Rab! Eğer beni bu vazifede istihdam edeceksen bana bir yol göster.[2] diye dua eder.

Çam Dağı’ndan Gelen Selam

Cenab-ı Hak, ızdırar hâlinde yaptığı bu duayı kabul etmiş olmalı ki Çam Dağı’ndan selam ile beraber gelen Asâ-yı Mûsa onun bütün dertlerine deva olur. Bu hadise şu şekilde gerçekleşir:

Isparta’nın Gelendost ilçesinden Halil Hâfız, Bediüzzaman’ı Çam Dağı’nda ziyaret eder. Bediüzzaman ona, “Halil Hâfız, sizin Gelendost’un ötesinde Yalvaç kazası var. Orada Galip Efendi vardı; Keskinzadelerden, bir kaza ile vefat etti. Ona çok acıdım, fakat oradan gelip de bu iman derslerinden istifade eden çıkmadı. Sen şayet Yalvaç’a gidersen ilk karşılaştığın kişiye benim selamımla birlikte bu Asâ-yı Mûsa’yı da ver.”[3] der.

Halil Hâfız, bu tembihten sonra iyice heyecanlanır ve bu selama liyakati olan kişiyi çok merak eder. Bu arada, “Dinî propaganda yapıyor.” denilmesinden endişe duyar. Bu kitabı bir imama vermenin mahzuru olmadığını düşünür ve merkezdeki Devlethan Camiinde öğle namazını eda eder. Ali Osman abi, o sıralar bu camide geçici olarak vazife yapmaktadır. Camiden çıktıktan sonra selamlaşırlar. Halil Hâfız, ona göre yaşlı olduğu için, “Evlat! Evlat! Allah’ın sevgili kulu sen olmalısın” der. Tanımadığı bir insanın bu ifadesi biraz garip gelir ve ona neyi kastettiğini sorar.  O da, “Bu selam benim değil, emanettir. Bunu sana dünyanın en büyük âlimi olan Bediüzzaman gönderdi.” der. Ardından kitabı çıkarıp “Al bu kitabı!Verdiğin ilk selamı kim alırsa bu kitabı ona ver.’ dedi.[4] der.

Ali Osman abi, bunu bir beşaret olarak kabul ederek kitabı bir gecede okur. Artık aradığını bulmuş ve sorulan sorulara gerekli cevapları vermeye başlamıştır. Ancak bu durum din karşıtlarını harekete geçirir. Onu “dinî propaganda yapmakla” suçlayarak adliyeyi ayağa kaldırırlar. Böylece Üstad ile hiç görüşemeden hakkında ilk dava açılmış olur.

Üstadından Hediye Gelen Risale

Ali Osman abi, o gün itibariyle eline geçen her risaleyi büyük bir iştiyakla okumaktadır. Ne var ki Şeytan da boş durmaz. Onun kalbine olmadık vesveseler atar. Fıtraten hassas olup bu durumdan muzdariptir. O günlerde buğday öğütmek için gittiği değirmende Risale-i Nur’u okurken “Ya Rab! Nereye varır zihnimi meşgul eden bu sualler?” diye iç geçirir.

O saatlerde Mehmet Türkmen isimli arkadaşı Üstad’ın ziyaretindedir. Üstad, “Yalvaç’ta Hâfız Ali Osman’ı bilir misin?” diye sorar. “Bilirim Üstadım.” deyince Üstad ona bir risale vererek şöyle der: “En süratli giden bir vasıtayla git. Bu risaleyi evine bile uğramadan ona ver.”[5]

Arkadaşı doğrudan onun kapısını çalar ve risaleyi verir. O da heyecanla okumaya başlar. Eserin başında, “Şeytandan istiâze sırrına dairdir.” yazmaktadır. Ali Osman abi, kendini tutamaz ve “Aman ya Rabbi! Aman ya Rabbi! Üstad sanki kalbimi okumuş.” diyerek ağlar.

Bediüzzaman’ı İlk Ziyareti

Yıl 1952. Ali Osman abinin Üstad’ı görme arzusu bir volkana dönüşmüştür. O günlerde Diyarbakır’dan Abdülkadir namında bir zat, onun arkasında sabah namazını kılar. Namaz bitince, “Hocam daha vakit erken, müsaade ederseniz cemaate bir ders yapayım.” deyince o da “Olur, buyurun.” der. O zat, “Firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekadan gelen ağlamaların tercümanıdır.” diye söze başlar.

Sonra kahvede çay içerler. O sıra Ali Osman abi, “Siz Risale-i Nur talebesisiniz herhâlde.” deyince o zat, “Evet, burada bir zat var, onu ziyarete geldim, siz çoktan görmüşsünüzdür.” der. O da “Henüz göremedim, altı aydır bekliyorum, ama sıkıntı olur diye beni götürmüyorlar.” diye cevap verir. O misafir, “O dönem geçti, eğer vaktin varsa beraber gidelim, ben her sene bir kere geliyorum.” der.

Bunun üzerine yola koyulurlar. Isparta’da Üstad’ın kapısını çaldıklarında, Bayram abi kapıyı açar. Diğer misafire hoş geldin dedikten sonra, Ali Osman abiye “Sen nereden geldin?” diye sorar. “Yalvaç’tan” cevabını işitince biraz hayretle, “Yalvaç’tan gelecek birini bekliyor Üstadımız, ama geciktiniz. Üstad Emirdağ’a gitmek üzere hazırlanıyor.” der. Diğer misafir, “Burada bekleyelim, çıkışta elini öperiz, o kadarı da bize yeter.” diye görüşünü ifade eder.

Biraz sonra Üstad kapıya çıkınca Ali Osman abi onunla göz göze gelir. O bakışın tesirini daha sonra şöyle dile getirir: “Onun tarifi mümkün değil. O anı sanırım hiç çözemeyeceğim. Zannediyorum bu hâl, Üstad’ın iç âleminin dışa yanmasından kaynaklanıyordu.”

Üstad Bediüzzaman ona nereden geldiğini sorar. “Yalvaç” deyince Üstad, “Bizim şimdi işimiz var, sonra tekrar gelirsin.”[6] der. Bu ilk görüşmeden sonra birçok kez ziyarete gider. Bu ziyaretlerin birinde Üstad, “Bir dershane açsanız, Yalvaç’a gelmek istiyorum.” der. Bunun üzerine Ali Osman abi, bütün masrafları karşılayıp bir dershane açar.

Üstad Bediüzzaman’ın Yalvaç’a yaptığı ziyaretlerden birinde Ali Osman abi, ona ne tür hizmetler yapması gerektiğini sorar. Üstad, “Bulunduğun mekânları temiz tut, gelene gidene ikram et, Risale-i Nur’u çok oku, anladığın kadar gelene gidene ders yap.[7] diye cevap verir. Aylar sonra Mustafa Sungur abi bir zarf içinde kendisine, “Yaptığın hizmetler karşılığında Üstadımızın sana verdiği tayın bedelidir.” diyerek para verir. Meblağ günlük 30 kuruştur. Eserlerin satışından tahsis edilen tayın bedeli, ömrü boyunca devam eder. Kendisini ziyaret eden misafirlere o parayla aldığı zeytinlerden ikram ederken şöyle bir latife de yapar: “Bu zeytinler Üstadımızdan. Beşer tane size ikram ediyorum. Kalanını başka gelenlere yedireceğim.”

Hizmet’e Olan Muhabbeti

Ali Osman abi, Üstad’ın ardından Hocaefendi’yi tanır. Ona olan muhabbeti, Üstad’a duyduğu muhabbet gibidir. Kendisini “Hizmet’teki ilk hocası” olarak tarif eden bir kardeşimiz, onun ağzından Hocaefendi ile tanışmasını şöyle anlatıyor:

“Üstadımız vefat ettikten sonra Hüsrev abiyi Üstad gibi görürdüm, ama bir gün geldi o da vefat etti. O zaman kendimi boşlukta hissettiğim için bir rehber arıyordum. Dualarımda, ‘Üstadımızdan sonra bayrağı taşıyacak zat ile beni buluştur ya Rabbi!’ diyordum. Bir gün rüyamda, geniş bir alanda büyük bir cemaat, namaz kıldıracak bir zatı bekliyordu. Derken o zat geldi ve cemaate namazı kıldırdı. Ben onu yan taraftan gördüm. Rüyadan birkaç gün sonra öğretmen olan kardeşim Yusuf, Hocaefendi’nin beni çok etkileyen bir vaazını dinletti. O günlerde Risale-i Nur hizmetleri için Barla’da yapılan otelin açılışına Hocaefendi’nin de geleceğini öğrendim. Otelin salonunda beklerken rüyamda olduğu gibi, onu yandan gördüm. Kendi kendime, ‘Tamam, rehberimi buldum.’ dedim. Sohbetten sonra konuşma fırsatımız oldu. Kendisine, ‘Bundan sonra Risale-i Nur hizmetini nasıl yapmalıyız?’ diye bir soru sordum. Hocaefendi, ‘Risale-i Nur bir ruhtur. İnsanları risalelere davet etmek yerine risaleleri insanlara götürmeliyiz. Bunun için de yurtlar, dershaneler, okullar açmalıyız.’ dedi.”

Daha sonra Hocaefendi’nin talebelerinden biri, Yalvaç’a vaiz olarak tayin olur ve kısa sürede ilk öğrenci evini tutar. Ali Osman abi, bu evdeki lise talebelerini görünce, “Hocaefendi’nin bahsettiği hizmet böyle yapılıyor demek ki.” der ve dört katlı bir bina kiralar. Adı “İrşadiye” olan bu yurtta yaklaşık 30 talebe kalmaya başlar. O, artık bu yurdun her şeyidir. Kendi imkânlarıyla hazırlayıp Hizmet’e vakfettiği bu yurdun açılışına Hocaefendi de teşrif eder. Açılıştan sonra Hocaefendi, ona yurtla ilgili birkaç soru sorar:

Hâfız abi, bu yurdun aşçısı kim?

Benim, Hocam.

Temizliğini kim yapıyor?”

Onu da bu fakir yapıyor, Hocam.

Peki, öğrenci işlerini ve idarî işleri kim yürütüyor?”

Onları da ben yapmaya gayret ediyorum.”

Ali Osman abi, son yıllarda yaşadığımız süreçte, dua ve gözyaşlarıyla Hocaefendi’ye ve Hizmet’e zahîr oldu. Üstad kendisine şöyle demişti: “İleride sıkıntılı ve büyük bir nifak dönemi gelecek, tutuklanmalar olacak. Belki cezaevlerinde yer kalmayacak. Ancak Rabbim, orada kardeşlerimi muhafaza edecek. Dışarıdakiler bile çok sıkıntılara mârûz kalacak. Sen de o dönemi göreceksin ve belki de tutuklanacaksın.”[8]

Savcılık, bu hatıra sebebiyle Ekim 2016’da onu tutuklatır. Isparta’daki cezaevinde 15 ay kaldıktan sonra sağlık sorunları sebebiyle hakkında tahliye kararı verilir.

Medrese-i Yusufiyeden çıktıktan sonra şunları ifade eder: “86 yıldır yaşıyorum. Hapishanede yaşadığım bir buçuk yılı hiçbir şeye değişmem. İnsanlığımı orada öğrendim. İçeride her meslekten insanlar vardı. Hepsi de okumuş, yetişmiş insanlardı. Aslında bizi içeri atmakla bizim daha da iyi yetişmemizi sağladılar. İçeride olmak bize Allah’ın bir lütfudur. Allah (celle celâluhu), bizi sevmeyenlerin eliyle bizim daha iyi hizmet yapmamızı nasip eyledi.”[9]

Tahliye sonrası bütün sohbetlerinde muavenet üzerinde durur. Vefat ettiği 1 Nisan 2022 tarihinde, Üstad’ı ve Hocaefendi’yi rüyasında görür. Kızına rüyalarını anlattıktan sonra, onun da yardımıyla abdest alıp yatsı namazını eda ederken secdede ruhunu teslim eder. Rabbimiz makamını âli, mekânını Firdevs eylesin.

Dipnotlar

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 471.

[2] Mustafa Oral, “İmanın kadardır imtihanın Ali Osman Karahan”, Yeni Asya, 15 Mart 2017.

[3] Oral, a.g.e.

[4] Oral, a.g.e.

[5]Tanıyanların Dilinden: Ali Osman Karahan (Hâfız)”, 12 Kasım 2019, sorularlarisale.com/taniyanlarin-dilinden/ali-osman-karahan-hafiz

[6] A.g.e.

[7] A.ge.

[8]Said Nursi’nin öğrencilerinden ‘Topal Hâfız’ Osman Karahan hayatını kaybetti”, Kronos Haber, 1 Nisan 2022.

[9] Emin Fırat, “Topal Hâfız Ali Osman Karahan hapishane günlerini anlattı!”, Yeni Asya, 8 Temmuz 2018.

 

 

Bu yazıyı paylaş