İlk Aşı ve Osmanlılar

Araç kullanırken dinlediğim ABD’nin meşhur bir radyo kanalı olan NPR’daki bir haber, bana yıllar önce bir meslektaşımın anlattıklarını hatırlattı. Amerika’dan yeni dönen bu arkadaşım, Edirne’deki bir üniversitede immünoloji bölümü kurmayı planlıyor ve bir romatolog olarak benim de katkıda bulunmamı istiyordu. Konuşmamız sırasında söylediği bir cümle dikkatimi çekmişti. “Burası aslında modern immünolojinin temellerinin atıldığı şehir.” demiş ve bana Lady Montagu’nun (1689–1762) hikâyesini anlatmıştı. NPR haberinde de İngiliz büyükelçisinin eşi Lady Mary Wortley Montagu’nun Edirne ve İstanbul’da yaşadığı dönemde, çiçek hastalığına karşı aşı uygulandığını gözlemlediği, bu yöntemin İngiltere’de de yaygınlaştırılması için gayret gösterdiği anlatılıyordu.[1]

“Maymun çiçeği” hastalığı vakaları ile yeniden gündeme gelen çiçek hastalığı, insanlık tarihinde görülen en ölümcül hastalıklardan birisi olmuştur. Çin ve Hindistan tarihlerinde büyük salgınlardan bahsedildiği gibi, M. Ö. 1160’ta ölen Firavun V. Ramses’in mumyasında çiçek hastalığına ait lezyonlar tespit edilmiştir.[2] Hastalığın en çok etkilediği topluluklardan biri Amerikan yerlileridir. Çocuklarda daha sık olmakla birlikte çiçek hastalığındaki ölüm oranı %20–30 olmuştur. Batılıların getirdiği yeni virüse karşı hiç bağışıklığı olmayan yerlilerde ölüm oranları %50’lere ulaşmıştır. Hastalığın bazı kalıcı tesirleri, sağ kalanlarda da uzun süre devam etmiştir. Orta  yaşın üzerinde olup geçmişte çiçek aşısı olanlarda, aşının kolda oluşturduğu leke gibi, hastalıktan iyileşenlerde de bütün vücutlarında koyu renkte izler kalmıştır. (Halk arasında buna “çiçek bozuğu” denir).

Lady Montagu, sonradan kitaplaştırılan ve birçok dile tercüme edilen kitabında, İngiltere’deki bir arkadaşına, Edirne’den yazdığı mektupta (Adrianople, 1 Nisan 1717) çiçek aşısının halk arasında nasıl uygulandığını ve kendi çocuğuna da aşı yaptırmak istediğini anlatır.[3] Özellikle tecrübeli kadınlar tarafından uygulanan aşılama yöntemine göre, çiçek hastalığı olan kişinin cildindeki yaralardan bir parça iltihap alınır ve bir iğne yardımıyla hafifçe kazınarak sağlıklı çocuğun cildine hafifçe sürülür. Genelde iltihap örneği, hastalığı daha hafif geçiren çocuklardan, hastalığın ilerleyen döneminde, 12. ve 13. günlerinde alınır. Aşılanan çocukta hafif enfeksiyon belirtileri gözlenir ve iki üç gün içerisinde şikayetler geriler. Hastalığın ölümcül şekli görülmez veya deriyi çirkinleştiren çiçek izi gelişmez. Bazı kaynaklarda bu yöntemin eskiden Çin’de, İran’da ve diğer bazı Asya ülkelerinde uygulandığı, Osmanlılara tüccarlar tarafından getirildiği öne sürülmektedir.[4] Diğer bazı kaynaklarda ise Osmanlı vatandaşı olan Rum doktorlar tarafından özellikle Edirne civarında bu aşılama yönteminin geliştirildiği dile getirilmektedir.[5] Yazılı kaynaklara göre 17. asırda Edirne’de yaşayan Dr. Ali Çelebi, bu uygulamayla birçok kişiyi aşılamıştır.[6] Sakız adasında doğan Rum asıllı bir Osmanlı doktoru olan ve Oxford’da da eğitim alan Emmanuel Timonis (1669–1720), 1701 yılında İstanbul’da görülen çiçek salgını sırasında aşı uygulaması ile ilgili verileri Londra Kraliyet Tıp Cemiyetine bildirir. Bu bildiri Cemiyetin bülteninde yayımlanır.[7] Daha sonra ilk immünolog olduğu da iddia edilen ve İstanbul’da hekimlik yapan Jacob Pylarinos, İzmir, İstanbul ve Teselya’da kadınların çiçek aşısı uygulamaları ve tesirleri konusunda İngiliz Tıp Cemiyetini bilgilendirir.[8] Maalesef bu gözlemlerin ve mektupların Londra doktorları üzerinde Lady Montagu’nun gayretleri kadar tesiri olmaz.

Soylu ve zengin bir aileden gelen Lady Montagu, Edward Montagu ile evlendikten kısa bir süre sonra erkek kardeşini çiçek hastalığından kaybeder. İki yıl sonra kendisi de çiçek hastalığına yakalanan Montagu, ağır bir hastalıktan sonra hayatta kalır, ancak hastalık yüzünde kalıcı izler bırakır ve kirpiklerini kaybeder. Eşinin Osmanlı Büyükelçisi olması ile 1716–1718  yılları arasında İstanbul ve Edirne’de kalır.[9] Halkla yakın münasebet kuran Montagu, yeni karşılaştığı kültürden etkilenir ve yaşadıklarını yazar. Kendini Montagu’nun eserlerini incelemeye adayan Kanadalı akademisyen Isobel Grundy’e göre, o dönemde aşılama ile uğraşan tecrübeli yaşlı kadınlar, hastalardan aldıkları iltihabı, ceviz kabuklarına koyuyor ve sağlıklı çocukların ciltlerine aşı yapıyorlardı.[10]

St. Louis Washington Üniversitesinde çalışan ve aşı hakkında çalışmaları olan Dr. Michael Kinch “Bu yöntemin nasıl ve niçin çalıştığını kesin bilmiyoruz, ama tesirli olduğunu biliyoruz.”[11] demektedir. Çiçek virüsünün solunum yoluyla yayıldığı ve akciğerleri etkilediği bilinmektedir. Dr. Kinch’e göre, aşı yapanlar, muhtemelen hastalığı daha hafif olanlardan, virüsün daha az tehlikeli varyantlarını alıp kullanıyorlardı. Ayrıca virüsü daha öldürücü komplikasyonlara sebep olan akciğer yerine, cilde vermeleri virüsün daha az tehlikeli tipinin yayılmasına, dolayısıyla öldürücülüğünün azalmasına sebep oluyordu. Bu tarz aşılama, günümüzde uygulanan, virüsün zayıflatılarak genellikle canlı olmayan formunun kullanıldığı geleneksel aşılamaya uymadığı için az da olsa risk taşıyordu. Yine de bu usulle bulaşan hastalık, solunum yoluyla yakalanılan çiçek hastalığına göre bariz olarak daha az tehlikeliydi. Dr. Kinch’e göre, Avrupalı hekimler bu yöntemi duymuştu, ama uygulamak istemiyordu, çünkü Avrupa’da o dönemde yabancı düşmanlığı ileri bir seviyedeydi.[12] Dr. Grundy’nin yorumuna göre Batı’da, Osmanlı’da kullanılan ve faydalı olduğu gösterilen aşılamaya karşı isteksizlik, ilmî bir veriye değil, peşin hükümlere dayanıyordu. “Müslümanlar nasıl olur da çiçek hastalığına çözüm bulabilir?” diye düşünüyorlardı. Diğer bir peşin hükümleri ise, kadınlar tarafından kullanılan bir tedaviye güvenmemeleriydi.

Çiçek hastalığının hayatında derin izler bıraktığı Lady Montagu, İstanbul’dan ayrılmadan önce elçilik hekimi Charles Maitland’ın aşılamayı öğrenmesini ister. Bu konuda tecrübe edinen Dr. Maitland, oğlu Edward’a 1718 yılında İstanbul’daki yazlık evlerinde çiçek aşısı uygular.[13] Londra’ya dönüşlerinde Lady Montagu’yu bir sürpriz beklemektedir. 1721 yılında İngiltere’de ciddi bir çiçek salgını vardır ve sosyal hayat felç olmuş, halk evlerine kapanmıştır.  Montagu, kızı Mary’ye de aşı yaptırır. Bir aristokrat olduğu için durum çevresinde fark edilir, gazetelerde yazılır. Doktorlar ve sosyal çevre; aileyi ve kızlarını dikkatle takip eder. Montagu aşılamanın İngiltere’de yaygınlaşmasını istemektedir, ancak mektuplarından anladığımız kadarıyla para kazanmakla çok meşgul olduklarını düşündüğü o dönemin İngiliz doktorları, bu yönteme pek sıcak bakmaz. Lady Montagu erkeklerin hâkim olduğu İngiliz Tıp Cemiyetine başvurmak yerine değişik bir yol izler. Şahsî irtibatının iyi olduğu, geleceğin kraliçesi Caroline’i çocuklarını aşılamaya ikna eder, krala ve doktorlara konuyu açar. Doktorlar bazı testler yapılmasını önerir. Buna göre, bugün için pek etik sayılmayacak şekilde, 11 yetim çocuğa ve ölüm cezası alan altı mahkûma affedilmeleri şartı ile çiçek aşısı uygulanır. Bir yan etki görülmez, bu kişilerde çiçek hastalığı gelişmez. Caroline ilk planda taht varisi olan oğullarını riske atmaz, ama kızlarına aşı yaptırır. Neticede, Lady Montagu bütün toplumda bilinen bir kişi hâline gelir ve çiçek aşısı uygulaması Batı’da yaygınlaşır.[14]

Grundy o dönemde Lady Montagu’nun karşılaştığı dirence dikkat çekiyor. Günümüzde Batı toplumunda görülen aşı karşıtlığı ve bunun üzerinden oluşan sosyal kutuplaşmanın yeni olmadığını dile getiriyor.

Hikâye burada bitmiyor. İngiltere’de küçük bir kasaba olan Gloucester’de, bu yöntemle sekiz yaşında iken 1757’de aşılanan bir çocuk, Edward Jenner (1749–1823), daha sonra ilk modern aşıyı geliştirir.[15] Aslında Jenner büyük oranda kendine yapılan aşıdan ilham almıştır. İnsanlar arasında sıvı, serum ve iltihap naklinin sakıncalarının ortaya çıkması ile Jenner daha modern bir metot geliştirir; insan yerine çiçek hastalığı olan ineklerden alınan cerahat örneklerini kullanır. İngilizce vaccination (aşı) kelimesi, Latincedeki vacca (inek) kelimesinden gelmektedir.

Modern tıp tarihi, ilk aşının Dr. Jenner tarafından geliştirildiğini ifade ediyor, ancak hikâyeye baktığımızda, sürecin çok aktörü olan kolektif bir gayretin ürünü olduğunu görüyoruz. Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi, “… mazi, istikbâlin âyinesidir, istikbâlde vücuda gelecek icatlar, mazide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir.”[16]Lady Montagu’nun Osmanlı’dan, Edirne ve İstanbul uygulamalarından öğrendikleri, girişimciliği ve ilm-i siyaseti bilmesi sayesinde aşı bütün Avrupa’da yaygınlaşmıştır. Ciddi ve planlı bir aşı politikası sonucu, Dünya Sağlık Teşkilatının, 1980 yılında çiçek hastalığının laboratuvar dışında dünyadan tamamen yok edildiğini duyurması ile insanlık bu âfetten kurtulmuştur. Osmanlılar, farklı kültürlerden istifade ederek yeni sentezlere ve çözümlere ulaşmış ve geliştirdikleri metotları insanlığın hizmetine sunmuştur.

Dipnotlar

[1] Geoff Brumfiel, “A 300-Year-Old Tale Of One Woman’s Quest To Stop A Deadly Virus”, www.npr.org/sections/health-shots/2021/03/08/972978143/a-300-year-old-tale-of-one-womans-quest-to-stop-a-deadly-virus

[2] G. Dinç G, Y. I. Ulman. “The introduction of variolation ‘A La Turca’ to the West by Lady Mary Montagu and Turkey’s contribution to this”, Vaccine, 2007, 25:4261–5.

[3] M. W. Montagu, The Turkish Embassy Letters, A. Desai (Ed.), London: Virago, 1994.

[4] Dinç, a.g.e.

[5] T. Kyrkoudis ve ark. “Vaccination of the ethnic Greeks (Rum) against smallpox in the Ottoman Empire Emmanuel Timonis and Jacoub Pylarinos as precursors of Edward Jenner”, Erciyes Med J, 2021, 43:100–6.

[6] Uzluk, a.g.e.

[7] Dinç, a.g.e.

[8] A. S. Ünver, Türkiye’de Çiçek Aşısı ve Tarihi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü, 1948.

[9] Jeremy Seal, “Lady Mary Wortley Montagu and Vaccination”, www.somewherewonderful.com/lady-mary-wortley-montagu-vaccination/?doing_wp_cron=1644091797.1943840980529785156250.

[10] Isobel Grundy, Lady Mary Wortley Montagu Comet of the Enlightenment, Oxford: OUP, 2001.

[11] Brumfiel, a.g.e.

[12] Brumfiel, a.g.e.

[13] Montagu, a.g.e.

[14] Dinç, a.g.e.

[15] S. Riedel, “Edward Jenner and the history of smallpox and vaccination”, BUMC Proc, 2005, 18:21.

[16] Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 208.

Bu yazıyı paylaş