Sivrisineğin Gözünden Güneş’e

Risale-i Nur Külliyatı’nda zikredilen “Sivrisineğin gözünü halk eden, Güneş’i dahi O halk etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de O tanzim etmiştir.”[1] şeklindeki ifadeler, bu eserleri tanıdığım günden beri çok dikkatimi çekmekteydi. Ne zaman bir sivrisinek veya başka bir böcek görsem aklıma bu veciz ifadelerle yakalanmak istenen derin tefekkür ufkunun yamaçlarında kısa bir seyahat gelir.

İster sinek olsun ister solucan, ister balık isterse bir kartal veya bir balina olsun, hepsinin hayatını sürdürmesi için Güneş’e ihtiyacı vardır. Her hayvanın Güneş ışığını algılayıp çevresini görmesi; gıdasını ve eşini bulması veya düşmanlarını fark etmesi bakımından önemlidir. Her hayvanın gözü, bulunduğu çevreye, gıdasına, beslenme davranışlarına, anatomik yapısına ve diğer vücut özelliklerine uyumlu bir yapıda olmalıdır. Bütün hepsinin gözüne giren ışık fotonları ve optik kanunları aynı olmasına rağmen, her bir canlının ihtiyacı olan ışık, kendisine verilen gözün yapısına ve işleyişine bağlı olarak farklı süreçlerden geçer.

Şimdi işin içine bitkileri de katarak bu tefekkürümüzü sürdürelim. Bitkiler fotosentez yaparak öncelikli olarak şeker ve daha sonra protein ve yağ üretmeleri için ışığa muhtaçtır. Yeşil yapraklardaki sentez makineleri olan klorofil moleküllerinde Güneş’ten foton olarak gelen ışık parçacıklarının enerjisi, organik moleküller olarak karbon atomlarının kimyevî bağlarında depolanmış olur. Ekosistemin en temel biyolojik hâdisesi olan bu faaliyetin verimli olması için, bitkilerin yapraklarının azamî derecede ışıktan istifade edecek şekilde dizilmeleri gerekir.

Dallar üzerindeki yaprakların dizilimi öyle bir düzen içinde olmalıdır ki her yaprak Güneş’ten istifade ederken diğer yaprakların ışık almasına mâni olmasın. Yapraklar belli yerlere yığılıp belli yerler boş kalmasın, hem insanlara ve diğer hayvanlara gölgelik hem de bitkinin kendi gıdasıyla birlikte diğer canlılara rızık vesilesi olsun. İşte bu kadar hikmetli işin yerine getirilmesi için sonsuz bir ilim ve kudrete ihtiyaç olması zaruridir.

Yaprak ve Çiçek Dizilimindeki Matematik

Hiçbir işleyiş başıboş olmadığı gibi ağaçların dallanmaları, yaprakların ve çiçeklerin dağılımı ve dizilişi de tesadüflerin ve akılsız atomların eseri değildir. Bu konuda bir ilme ve iradeye bağlı yaratılmış bir sistem olduğunu fark edenlerden birisi Fibonacci’dir. Fibonacci sayıları, bitkilerin mimarisi de dâhil olmak üzere yaratılmış birçok sanatlı yapıda görülmesiyle ünlüdür. Fibonacci, sıfırın ilk defa kullanıldığı Arap sayı sistemini Avrupa’ya tanıtan İtalyan matematikçi Leonardo Pisano’nun (1170–1250) takma adıydı. Canlı sistemlerdeki üreme, dağılma, dizilme ve yerleşme gibi sanki gelişigüzel işliyormuş görünümü veren birçok hâdisenin arka planında bir sayı sisteminin işlediğini fark etti. Sıfırdan itibaren sırayla gelen iki rakamın toplamıyla ortaya çıkan üçüncü rakamı takip eden, diğer rakamların hep önceki iki rakamın toplamından oluşması şeklindeki sayı düzeni (0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55,…) tarihe “Fibonacci sayı dizisi” olarak geçmiştir.

Fibonacci serisi birçok bitki organının çiçek ve yaprak dizilimlerinde açıkça görülür. Ayçiçeklerinin (Helianthus annuus) tohumları, kaktüslerin (Mammillaria mystax) ve sulu meyvelerin yaprakları ( Sempervivum hybrids) gibi hem sola hem de sağa dönüşlü spiraller şeklinde düzenlenen dizilişlerindeki yaprak veya tohum sayıları, ardışık Fibonacci sayılarıdır.

Ayrıca yapraklar, bitkilerin sapları etrafında spiral olarak dönüşler yaparken 137,5°’lik bir açıyla ayrılma eğilimindedirler. Bu rakam da yaklaşık olarak altın oranın ondalık sistemde eş değeri (≈1.618) olup arka arkaya gelen Fibonacci sayıları arasındaki orantıya uygundur.

Yapraklar dallar üzerine neden bu açıyla yapışmaktadır? Bitki bunu nasıl bilmektedir? Bu sorunun cevabını bir iradeden bağımsız ve tesadüflere vererek açıklamak için sebepler adına birçok iddia teklif edilmiştir. Kimisi sapın fizikî özelliklerini, kimisi büyüyen yaprakların çevrelerinde ışığı kesecek yeni yaprakların ortaya çıkmasını önlemek için durdurucu bir alan yaydığını öne sürerken hiçbirinin doğrudan destekleyici delili yoktur. Bu durumda, bitkinin hem matematik hem de fizyoloji ve optik bilmesi gibi bir garabet gündeme gelmektedir. Akıl ve şuurdan mahrum bir bitkinin bu dizilişte hiçbir iradî katkısı olmadığına göre, bütün bu hikmetli tasarrufu izah etmek için, makalenin başında zikrettiğimiz gibi, sivrisineğin gözü ile Güneş’i yaratanın aynı Kudreti Sonsuz Zât olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.

Yapraklar, apikal meristem olarak bilinen bölünme hızı yüksek olduğu için hızla yenilenerek büyüyen sürgünlerin uçlarından kaynaklanır. Fare kulağı teresi (Arabidopsis thaliana) kullanılarak yapılan deneylerde, oksinkonsantrasyonunun en yüksek olduğu yerde yeni yaprakların ortaya çıktığı görülünce, gerçekten de meristemin yüzeyindeki belirli noktalara dışardan oksin eklenmesi, bu noktalardan yaprak çıkmasına sebep olmuştur.

Ne yaprağın bağlandığı sapın fizikî özelliği ne de büyüyen yaprağın etrafına dokunulmaz bir alan ve sınır ihdas etmesi gibi bir durum tespit edilemeyince, sebep olarak yapraklar arasındaki boşlukların oksinin serbest akışına izin vererek her yeni yaprağın konumunu belirlediğini iddia ettiler. Ancak maalesef sebeplerin arkasındaki (dizilim planını ilmiyle bilen, bu işe uygun hormonu yaratan) asıl Faili göremediler.[2]

Didier Reinhardt ve meslektaşları, bitki hormonu oksinin, yaprak ve çiçeklerin bir eksen etrafında, bir formüle göre dizilişlerindeki rolünü tanımlarken Fibonacci sayılarının ortaya çıktığı bir sistemin farkına vardı. Bir bitkinin gövdesi etrafındaki yaprakların belli bir mantık ve hikmet örgüsü içinde düzenli dizilişi (filotaksi), asırlardır filozofların, matematikçilerin ve tabiî ilimlerle meşgul olanların ilgisini çekmiş, fakat bu hayret ve hayranlık hissinin arkasında yatan ilmî gerçekliğin mahiyeti üzerinde çok durulmamıştır. Bitkilerin yaprakları ve çiçeklerinin, İlahî emre itaat ederek bahar aylarında dallar üzerinde tomurcuklar hâlinde patlamalarının, belli aralıklarla ve belli açılarla yerleştirilmelerinin arka planında, oksin isimli bitki hormonun tetiklediği bir süreç yaşanmaktadır. Bitkinin büyümesi, dalların ucundaki tepe tomurcuğundan (meristem) ve dallanma bölgelerindeki sürgünlerin (apikal meristem) faaliyetinin başlaması; oksin hormonunun, bitki dokuları boyunca özel taşıyıcı proteinler tarafından nakledilmesine bağlıdır. Bu büyüme hormonunun taşınmasında yer alan proteinler, yaprakların ve çiçeklerin, dalların üzerindeki dizilişini nasıl bilmektedir? Bitki hormonu ve fizyolojisi ile çalışanların tespitine göre, oksin hormonu, dalların üzerini örten kabuğu (epidermis) oluşturan hücreler vasıtasıyla en dıştaki meristem hücre tabakasına doğru taşınmaktadır. Dalların üzerindeki yaprak tomurcukları (primordialar), oksin hormonunu sanki matematik ve fizik biliyormuşçasına yeniden düzenleyip dağıtarak Güneş’ten azamî derecede istifade edecekleri bir konumda bulunmalarına sebep olur. Oksin hormonunun birikimi, yalnızca mevcut tomurcukların en ideal mesafelerde yerleşmelerini ve gelecekteki tomurcukların da bu plana göre yerleştirilmelerini mümkün kılıyor görülmektedir.[3]

            Sayısız hikmetlerle işletilen tabiat sahnesine sadece küçük bir pencereden bakıldığında bile görülen bu muazzam ilim ve kudretin tecellisini genişletip ışığın seyahatini yapraklardan sivrisineğin petek gözüne, solucanın derisindeki fotoreseptörlere (ışık alıcılarına), kartalın ve ahtapodun gözüne kadar genişlettiğinizde, “Sivrisineğin gözünü halk eden, Güneş’i dahi O halk etmiştir.” şeklindeki veciz beyanın açtığı tefekkür ufuklarını daha iyi temaşa edebiliriz.

Mikroplardan balinalara kadar bütün canlıların rızkının birbirine bağlı şekilde yaratıldığı ve bizim “ekosistem” ismiyle tarif ettiğimiz bir sanat eseri olan “tabiat” kitabı, okunmak üzere önümüzdedir. Bu kitabın sayfalarında araştırmalarla ortaya koyduğumuz alt sistemleri dengelerle yürüten ve bütün bu dengelerin sadece yeryüzüne bağlı kılınmayıp bütün Güneş sistemiyle de irtibatlı olarak yaratıldığını görememek çok şaşırtıcı değil mi? “Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de O tanzim etmiştir.” ifadesi, tabiatın sanatkâr değil, sanat eseri olduğunu gösteren veciz bir beyan değil midir?

apikal meristem: Kök, gövde veya bunların yan organlarının uçlarında bulunan ve bu organların boyca büyümesini sağlayan hücreleri hızlı bölünerek çoğalan, canlılığı yüksek doku.

oksin: Bitkilerde büyümeyi teşvik ve kontrol etmek için yaratılmış bir hormon grubu.

Dipnotlar

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 527; Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 230.

[2] C. Surridge, “Leaves by number”, Nature, 20 Nov. 2003;426 (6964): 237.

[3] D. Reinhardt ve ark. “Regulation of phyllotaxis by polar auxin transport”, Nature, 20 Nov. 2003;426 (6964): 255–260.

Bu yazıyı paylaş