Hepimizin hayatında kayda değer, unutulmasını istemeyeceğimiz zaman dilimleri vardır. Kimi zaman bunları kaleme alır, saklamak isteriz ya da o anı tekrar yaşamayı arzu edince dönüp bir kere daha yazdıklarımızı okuruz. Ahmet Süheyl Ünver’in etrafındaki gençleri “Artık kâğıtlı kalemli insanlar olalım! Söz uçar, yazı kalır.” diyerek not almaya teşvik ettiğini hatırlarız.
Ahmet Süheyl Ünver’in hangi meziyet ve istidatları sayılarak söze başlanabilir ki! O bir hekim, tıp tarihçisi, ressam, tezhipçi, yazar ve şairdir. 1898’de İstanbul’da dünyaya gelmiş, babası dönemin Posta ve Telgraf Nezâreti İstanbul Muhâberât-ı Umûmiyye müdürü Tırnovalı Mustafa Enver Bey, annesi 19. yüzyılın ünlü hattatlarından Mehmet Şevki Efendi’nin kızı Safiye Rukiye Hanım’dır.[1] Ünver tıp ihtisasını devam ettirirken, 1916’da Medresetü’l-Hattâtîn’e (güzel hat ile İslam kitap sanatlarının öğretimi ve eğitimi için 1915’te kurulan Osmanlı müessesi)[2] gider.[3] Burada tezhip ve ebru öğrenir, icazetini alır. Zaten ilk temel eğitimi, sanat teneffüs edilen bir evde, yani anne ve babası tarafından verilir. Daha sonra da dönemin ünlü sanatkârlarından ders alır. Tıp tahsili devam ederken Süheyl Ünver iki özel okulda güzel yazı sanatı ve el işi öğretmenliği de yapar.[4]
Hekimliği meslek olarak seçer, lakin sanata da derinden bağlıdır. Bedenî hastalıkların devası için tıbbî ilminden yararlanırken ruhunu da Mevla’nın ona bahşetmiş olduğu mevhibelerle besler. Bir gün hastası rahatsızlandığı için Süheyl Ünver’i evine, Üsküdar Sultantepe’ye çağırır. Gittiği yer bir konaktır. Konağın üst katına çıkar. Hastanın odası geniş ve manzaralıdır. Birden gözü pencereye ilişir, ama önce hastasının durumunu kontrol eder. Çok mühim bir şeyi olmadığını anlar. Kalemini ve kâğıdını çıkarıp birkaç dakika müsaade ister. Zira pencereden Üsküdar’ın büyüleyici manzarasını görür ve kâğıda bu gördüklerini bir solukta resmettikten sonra hekimlik vazifesine geri döner.
Gerek ilmî gerek sanata dair çalışmalarında son derece planlı ve intizamlı hareket eder. “Bilim her şeyi bilmek değildir, nerede bulabileceğini bilmektir.” diyerek muasır ve gelecek nesle yön gösterir. İlmî çalışmaları ve neşirleriyle yeni nesil için tıp tarihini popüler hâle getirmeye çalışırken, sanat alanında da özellikle eski Türk sanat dallarının yaygınlaşabilmesi için gayret sarf eder ve bunun için etrafındaki gençleri teşvik eder.[5]
1927’de hekimlik ihtisasını tamamlamak için Paris’e gider. Burada da hekimlik çalışmalarının yanı sıra Fransa Millî Kütüphanesinde, Şark Yazmaları Bölümünde bulunan eserlerdeki tezhip ve minyatürlerden Türk süslemesinin nâdide örneklerini istinsah eder. Ayrıca Türk-İslam tıbbına ait yazma kitaplar üzerine de çalışır.[6] İki yıl sonra Türkiye’ye döner. 1933’te de Süheyl Ünver İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsünü kurar ve burada dersler vermeye başlar. 1939’da profesörlüğe, 1954’te de ordinaryüslüğe yükseltilir. 1973’te emekliye ayrılana kadar kürsülerde ders anlatır, çeşitli ülke ve şehirlere giderek seminerler verir. Resmî olarak emekliye ayrılmasına rağmen ölümüne kadar tezhip derslerini devam ettirir.[7] 1986’da İstanbul’da vefat eder.
Süheyl Ünver, Fransızcaya hâkimdir, Arapça ve Farsçayı da okuyup anlayacak kadar bildiği rivayet edilir. Çalışmalarının bir kısmı neşredilmiştir. Yayımlanmayan bazı eserleri ise araştırmacılara ışık tutacak nitelikteki derlemeler, notlar ve arşiv çalışmalarıdır. Ünver’in gerek bilim tarihine gerekse geleneksel Türk sanatına çok ciddi katkıları olur. Hazırladığı defterlerden sadece Süleymaniye Kütüphanesine vakfettiklerinin sayısı 1150’dir. Konu başlıkları ve kişi adlarına göre düzenlediği defter ve dosyalardan oluşan zengin bir arşiv hazırlar. Arşivinin bilim tarihiyle ilgili kısımlarını İstanbul’da Kandilli Rasathânesine, tarihle alakalı 400 kadar dosyadan müteşekkil arşiviyle sulu boya resimlerini Ankara’da Türk Tarih Kurumuna, şahsî kütüphanesi yanında tıp tarihiyle ilgili dosya ve defterlerini İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsüne bağışlar. Bunların dışında kızı Gülbün Mesara; defterler, dosyalar, tezhip ve minyatür sanatının örnekleri ve sulu boya resimlerden oluşan zengin bir arşivin mirasçısıdır.[8]
İstanbul Risaleleri
Süheyl Ünver, 1962 yılının ilk günlerinde, Bayezid Meydanı’nda bulunduğu bir vakit, taç kapıdaki M. Şefik Bey’in enfes yazılarına bakmaya hazırlanır ki yanından Ahmet Hamdi Tanpınar’ın süratli geçişi, kendi içinden yaptığı konuşmalarını birden keser. Ahmet Hamdi Bey, muhtemelen dersine yetişmek için acele etmektedir. Sekiz on adım atar, birden geri dönüp “Süheyl, İstanbul sana emanet!” der ve gene o telaşlı hâliyle yoluna devam eder.[9] Bu Tanpınar’ı son görüşü olur Süheyl Bey’in. Nitekim Tanpınar, bu hadiseden birkaç hafta sonra, 24 Ocak 1962’de rahmet-i Rahman’a kavuşur. Süheyl Ünver bu emanete hiçbir zaman ihanet etmez, çok sayıda deftere İstanbul’u yazar ve çizer.[10]
Gözlerini dünyaya İstanbul’da açıp İstanbul’da kapatan Ünver, birçok ülke ve şehri gezer, lakin Ünver’in düşünce ve aksiyon dünyasında İstanbul’a özel bir önem atfettiği görülür. Hazırladığı defterlerden onlarcası, makale ve gazete yazılarının yüzlercesi İstanbul’a dairdir. Sadece kitap ve risalelerden oluşan İstanbul yazıları, beş cilt hâlinde İstanbul Risaleleri adıyla yayımlanır.[11] Gelin biz buna “İstanbul sevdası” diyelim, Süheyl Ünver ise bunu “Mihr’i Vefa”[12]olarak adlandırır!
Defter-i Meşahir
Ünver, şifahî kültürden ziyade yazının gücüne inanır. Bu sebeple notlar, defterler, makaleler ve kitaplarıyla geride devâsa bir arşiv bırakır.[13] Seyahatlere çıktığında, her gittiği yer için bir defter tutar. Kimi zaman bu deftere gördüğü şeyleri ve oralarda yaptığı çalışmaları yazar. Kimi zaman da tezhip, süsleme, kroki gibi çizimler veya sulu boya resimler yapar, hatta seyahat biletlerini dahi ona yapıştırır.[14] Bu seyahatlerinde gördüğü yerleri Evliya Çelebi edasıyla defterlerine kaydeder, ayrıca resimlerle tezyin eder. Gittiği yerlerde ziyaret ettiği kütüphanelerdeki yazma kitapların künyelerini alır, derkenarları not eder. Bu hâliyle o, Kâtip Çelebi’yi izler. Görünen odur ki Süheyl Ünver, iki Çelebi’yi, Evliya Çelebi ile Kâtip Çelebi’yi çalışmalarında başarıyla birleştiren, müstesna bir araştırmacıdır.[15]
Ünver’e bu defterleri niçin hazırladığı sorulduğunda, “Şayet Selçuklulardan günümüze 10 tane defter ulaşmış olsaydı biz bugün Batı’ya karşı daha kuvvetli olurduk. Onlar yapmamış, ben bunları yapmayı, ülkeme vakfetmeye gayret ettim ve bu topraklarda geleceğimize mütevazı bir katkıda bulunmak istedim. Benim düşüncem budur.”[16] diye cevap verir.
Hatıraları kaleme almaya çok kıymet veren Ünver, kendisi de 20’li yaşlarından itibaren defter tutmaya başlar ve neredeyse 50 yaşına kadar bu çalışmaya devam eder. Bugüne kadar Edirne, Konya, Sivas, Bursa gibi şehirler ve Irak, İran ve Mısır gibi ülkelere yaptığı gezilerde oluşturduğu defterler yayımlanır. Süheyl Ünver’in Defter-i Meşahirleri adıyla neşredilen yeni bir kitapta, sadece Ünver’in hatıraları değil, onun bir şekilde tanıştığı, devrin önde gelen kişilerinin kaleme aldıkları iktibaslar, çizdikleri resimler ve minyatürler, hatta attıkları imzalar da bulunur. Defterde dönemin birçok âlimi yer alır. Bu isimlerin arasında Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi Bediüzzaman Said Nursî de vardır. Üstad, Ünver’in defterine, 10. yüzyılda yaşayan, hitabeti ve vaazlarıyla ünlü İbn Sem’ûn’un Arapça bir şiirini yazar. Şiirin tercümesi şu şekildedir: “Zikirden hâli olan kelâm boş bir sözdür. Fikirden hâli olan sükût bir hatadır. İbretten hâli olan nazar ve düşünce de boş bir eğlencedir.”[17]
Yaşadığı dönemden bu yana gönülleri ve zamanı fetheden Ünver, defterlerini nakış nakış işler. Vefatından sonra bile günümüze ışık tutar.
Süheyl Ünver, genç neslin yetişmesine çok önem verir. Onlara “Herkesin bir mesleği, bir de meşgalesi olmalı; o meşgale bütün kültürümüzdür.” diye seslenir.[18] Hayatının her anını bu mefkûreyi rehber edinerek yaşayan, eserler veren ve öğrenciler yetiştiren Ünver, vasiyetinde şu cümleleri kaleme alır:
“Beni sakın öldü sanmayın. Bütün hayatımın yaşanmış seneleri Süleymaniye Kütüphanesinde, Türk kültür arşivimle binlerce not ve hatıra defterlerimin içinde. Mündericat ve resimlerim emrinize âmâde. Ben hayatımda Rabbimin lütfu, büyüklerim, eş ve dostlarımın teveccüh ve dualarıyla cidden bahtiyar bir ömür sürdüm. Darısı dostlar başına. Boş vakit geçirmeyip benim gibi her şeyi değerlendirin. İnanın ki diğer insanları bıktıracak kadar çok yaşarsınız. Boş geçen her vakit sizleri ölüme götürür. Acıyın kendinize.”[19]
Dipnotlar
[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, “Ahmet Süheyl Ünver” maddesi.
[2] TDV İslâm Ansiklopedisi, “Medresetü’l Hattâtîn”maddesi.
[3] Serhat Köse, “Doğu’nun Hatırlı Dostu: A. Süheyl Ünver”, www.academia.edu/31261110/Süheyl_Ünver_Portre_Denemesi_docx
[4] Esin Kâhya, “Ülkemiz için Önemli Bir Kayıp ‘Ord.Prof. Dr. Süheyl Ünver’”, Erdem, Cilt 2 Sayı 5, 1986, s. 659–672.
[5] Kâhya, a.g.e.
[6] TDV İslâm Ansiklopedisi, “Ahmet Süheyl Ünver” maddesi.
[7] Kâhya, a.g.e.
[8] TDV İslâm Ansiklopedisi, “Ahmet Süheyl Ünver” maddesi.
[9] Ahmed Güner Sayar, A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, İstanbul: Ötüken Yayıncılık, 2011, s. 417.
[10] Köse, a.g.e.
[11] TDV İslâm Ansiklopedisi, “Ahmet Süheyl Ünver” maddesi.
[12] Ünver’in 1967’de yayımlanan “Mihr’i Vefa” başlıklı yazısı bulunmaktadır.
[13] Köse, a.g.e.
[14] Said Bayram, “Muhterem Hocam, Üstadım, Doktor Ahmet Süheyl Ünver” (konferans), Gülezler Konağı, 18 Aralık 2015.
[15] Ahmet Güner Sayar, “Vefatının 25. Yılına Doğru Süheyl Ünver’e Dair Düşünceler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 8, Sayı 16, 2010, s. 701–710.
[16] A.g.e
[17] Ömer Faruk Şerifoğlu, Şaban Özdemir, İsmail Kara, Süheyl Ünver’in Defter-i Meşahirleri, İstanbul: Albaraka Yayınları, 2023.
[18] Köse, a.g.e.
[19] Beşir Ayvazoğlu, “Ord. Prof. Dr. Ahmed Süheyl Ünver’in Ardından”, Tercüman, 19 Şubat 1986.