Hizmet Kervanında Tabakçılar

Abdülvahit Tabakçı, 1927’de Eskişehir Çifteler ilçesine bağlı Belpınar köyünde doğdu ve 16 Ocak 2019’da vefat etti. Ataları, tabak imalatı işiyle uğraştığı için Tabakçı soyadını almışlar.

Kuzey Kafkasya’da yaşayan Türk halklarından Karaçay kökenli bir aileden geliyor. Ataları diğer Kafkas halklarıyla birlikte Rus Çarlığının zulmüne karşı Şeyh Şamil zamanında ve daha sonra hep mücadele içinde olmuşlar. Şartların iyice zorlaştığı bir zamanda, her nasılsa, devletler arası varılan bir anlaşma ile 1905 yılında verilen göç izni üzerine, Karaçaylılardan 950 hanelik bir kafile, üç Rus gemisi kiralayıp İstanbul’a gelmişler. O zamanki padişah Sultan Abdülhamid Han, özel bir ilgi göstermiş ve bu muhacirleri Ankara, Afyon, Konya ve Eskişehir havalisine köyler kurarak yerleştirmiş. Abdülvahit Tabakçı’nın ailesinin de içinde bulunduğu kafile, birkaç yer dolaştıktan sonra Belpınar köyüne yerleştirilmiş.

Abdülvahit Ağabeyin babası İdris Efendi, Kafkasya’da Dağıstan medreselerinde okumuş bir hoca olduğundan, Türkiye’ye geldikten sonra köylerde imamlık ve hocalık yapmış. Bir gün camiden evine dönerken kendisini başındaki sarıkla gören bir tahsildarın ihbarı üzerine Eskişehir’de birkaç ay hapis yatmış. Abdülvahit Ağabeyin çocukluğunda meydana gelen bu acı olay onu çok üzmüş.

Babası İdris Efendi onu hafız yapmak istemiş. Onun için kendisini Eskişehir’de Reşadiye Camiindeki kursa göndermiş. Fakat orada akciğer rahatsızlığı geçirdiğinden köye dönmüş.

İdris Efendi vefatının yakın olduğunu hissedince Abdülvahit Bey’i 18 yaşında evlendirmiş ve 21 gün sonra vefat etmiş. Köyün hocası aynı zamanda fahrî imamı olduğu için vefatından sonra bu vazifeleri ve köyün çocuklarını okutma işlerini ağabeyi (Zinnur Tabakçı’nın da babası olan) Şuayb Tabakçı ile beraber yürütmeye başlamışlar.

Daha sonra, 1946–1948 yılları arasında, Abdülvahit Tabakçı kendi atı ile askere gitti. O zamanlar böyle bir uygulama vardı. Askerliğini süvari sınıfında Ankara’da yaptı. Terhisten sonra Üstad Bediüzzaman Hazretlerini ilk defa1949’da Afyon Hapishanesinde uzaktan gördü. Bilahare 1957’de Eskişehir’e yerleşerek çiftçilik, koyunculuk ve otelcilikle meşgul oldu. Odunpazarı semtinde üç katlı bir ev aldı. Bu evin üst katını Üstad için hazırladı. Üstad Eskişehir’e gelince zaman zaman orada kalırdı. Bazı gelişlerinde Yıldız Oteli’nde kaldığı da olurdu. Üst katı bir dershane hâline getirdi. Ayrıca bu sıralarda, Sıcak Sular semtinde, altında büyük bir kahvehanesi bulunan bir oteli de işletmeye başladı.

Abdülvahit Tabakçı Ağabey, Üstad Hazretlerinin sevdiği talebelerinden idi. Üstadı bazen alır arabasıyla gezdirirdi.

Abdülvahit Ağabey, Üstad’la ilk görüşmesini şöyle anlatıyor:

“Benim Üstad’a arz edeceğim iki husus vardı: Biri babamla ilgili olarak gördüğüm, zahiren pek hoş olmayan bir rüya idi. Onun tabirini öğrenmek istiyordum. Diğeri de sabah namazlarına kolay kalkabilmem için dua ve himmetini rica edecektim. O zamanlar bu konuda bir sıkıntım vardı. Ne ilginçtir ki kendisine bu konuyu daha anlatmadan her ikisini de cevaplandırdı.

Rüya konusunda dedi ki: ‘Senin gördüğün rüyanın bir benzerini, I. Cihan Harbi’nde, Rus işgal kuvvetlerine öncülük yapan çetelerle savaşırken talebem Molla Habib’le, bacağım kırık vaziyette saklandığımız bir istihkâmda ben de görmüştüm. Senin rüyan güzel! Ne bahtiyar baban varmış! Namazlarını bırakma! Bilhassa sabah namazını!

Âlemin neşeli sabahında
Göz açandan gider bütün korku
Her seher, feyz-i Hak olur taksim,
Ol zaman rızka mânidir uyku.
[1]

Annen ve hayat arkadaşın sabah oluyor deyince kalkasın.’

Gerçekten daha sonra bu konuda sıkıntı yaşamadım. Sevinçle yanından ayrıldım.”

1966’da İstanbul’a göç etti. Malıyla ve canıyla devamlı Hizmet’in yanında oldu. 1997 yılında, ilerlemiş yaşına rağmen Çerkezki’ye kadar geldi. Orada açılan okulun sözleşmesinin uzatılması için gayret sarf etti.

  1. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi tanıdıktan sonra hep onun tarafında oldu. Hatta hiçbir şeyi karşılıksız kabul etmeyen Üstad Hazretlerinin verdiği bir altını Hocaefendi’ye hediye etmişti. O hatıra altını, Hocaefendi de bir arkadaşımızın düğününde, hediye olarak vermişti.

Abdülvahit Ağabeyle hem İstanbul’da hem de ABD’de beraberliklerimiz ve görüşmelerimiz oldu. ABD’de satın aldığımız kamp yeri ve okul binası için maddî ve manevî destekleri oldu. Allah rahmet eylesin.

Zinnur Tabakçı       

Öğrenci arkadaşlar olarak, merhum Zinnur Tabakçı (4 Eylül 1950–20 Temmuz 2020) ile 1969 yılında düzenlenen Kaynaklar kampında tanıştık. Karate bilen bir liseli olarak aramıza katılmıştı. Onu, amcası Abdülvahit Tabakçı bizim yanımıza getirmişti. Abdülvahit Ağabey, torunlarından Arbatlı soyadlı birisini de yine Kestanepazarı’na getirip Hocaefendi’ye teslim etmişti.

O yaz tatilinden yıllar sonra, 1992 Temmuz’unda New Jersey’de karşılaştık. Bizden çok önce gelmiş. Camilerde imamlık yapmış, isteyenlere Kur’ân öğretmiş ve pek çok insanımıza rehberlik hizmeti sunmuş. Uzman bir hekim olan Dr. Hüseyin Çopur Bey de onun vefatından sonra fedakârlıklarından bahsederek gözyaşı dökmüştür. 1992 yılının başında, M. Fethullah Gülen Hocaefendi Amerika’ya gelince pek çok ziyareti beraber yapmışlardır. Hatta merhum, “Yolda şu kadar ‘mayıl’ kaldı, şu şehir şu kadar ‘mayıl’ uzakta, diye konuşuyordum. Sonra Hocaefendi, ‘Mayıl mayıl diyorsunuz, meğer ‘mayıl’ dediğiniz, bildiğimiz ‘mil’ demekmiş.’ dedi.” diye rivayet ederek bazı hatıralarını anlatmıştı.

Zinnur Tabakçı’nın bir kırtasiye dükkânı vardı. Daha çok Hizmet’in yayımladığı kitap ve dergileri satışa arz ediyordu. Bir videolu televizyon alıp dükkânında devamlı Hocaefendi’nin vaaz ve hutbelerini, soru ve cevaplarını neşrediyordu. Beş altı tanesinin İngilizce altyazısını da hazırlamıştı. New Jersey’deki Türk kahvehanelerindeki insanlarımızla da görüştüğü için sosyal ağı genişti. İspanyol tanıdıkları da vardı. Hatta onlardan bir genç, İslamiyet’i tanımış ve tercihini yapmıştı. Beyaz Amerikalılardan da böyleleri vardı. Ehl-i tarik bazı gruplar tarafından da sevilir ve sayılırdı.

Zinnur Bey’in iki ablası da New Jersey’de idi. Büyük ablası Meliha Kalabek, (4 Nisan 1939–6 Eylül 2023) Mısır’da tahsil yapmış, Orhan Hoca ile evli idi ve dört oğlu vardı. Zinnur Bey yeğenleri ile yakından alâkadar oluyordu. Büyük olan Selman, zaten dayısı gibi bir Hizmet insanıydı. “Cahşı” dediğimiz küçüğü de o yoldaydı.

Zinnur Bey’in küçük ablası Hanife ise Abrek isimli Karaçaylı bir kasapla evliydi. O bölgenin helal et teminini o organize ediyordu.

Zinnur Bey, üniversitelerde okuyan ve akademik çalışmalar yapan gençlerimizin başvurdukları, dükkânına uğradıkları, çaylarını ve kahvelerini içtikleri ağabeyleri idi. Bunları hiç küçük görmeyelim… ABD gibi bir yerde öğrenci olmak, hiç tanıdık olmadan, bir hâminin gölgesine sığınmadan, problemlerini arz edeceğin bir dost bulmadan yaşamak kolay değildir. Onun dükkânı bir ticarethane olmaktan daha çok bir dergâhtı sanki. Gönüllerin nefes aldığı bir koy gibiydi. Hem de bir buluşma yeriydi. Abrek eniştenin kasap dükkânına da çok yakındı. ABD gibi ülkelerde o tarihlerde helal et bulmak pek kolay değildi.

Cemaat, bir kamp yeri kiralama, yaz mevsimini, bilhassa öğrencilerin tatilini dolu dolu geçirme, esnafla ve çocukları ile ilgilenme kararı alınca, Dr. Hüseyin Çopur ve Zinnur Tabakçı en önde görünenlerdendi. Hatta Pensilvanya’daki meşhur kampı da onlar bulmuşlardı. Bir mart günü (1993) hep beraber görmeye gittiğimizde, dizlerimizi aşkın bir kar içinde bulduk kendimizi. Meğer o bölgeye çok kar yağarmış, kayak yerleri varmış. 104 dönümlük bir arazi üzerinde o zaman dokuz bina vardı. Bunları dolaşırken üşümüştük. Oradan hemen yakınlarda oturan bir Karaçaylı’nın evine gitmiş, âdeta sığınmıştık. Zinnur Bey’i görünce bütün kapılar açılıyordu. Ev sahibi çorap işleri de yapıyormuş ki bizim önümüze bir sürü çorap getirip koydu. İkişer üçer kat çorap giydik.

O kamp yerinin isminin “Kestane” olduğunu, hatta sınır çizen tepeliklerin “Kestane Tepeleri” ismini taşıdığını çok sonra öğrenecek ve ilk menşeimiz İzmir Kestanepazarı Camii ve Kestanepazarı Kur’ân Kursu ve Yurdu ile aynı isimde olmasına da ayrı bir sevinç duyacaktık.

Yaşlı bir hanımefendiden, “Burası, bizim büyük anneannemizin arazisiydi. Önceleri kilisenin hizmetine vermişti. Orada pembe tahta kulübeler vardı. Biz tenezzühe gelirdik. Kilisenin mensubu gençler ve çocuklar da dua etmeye gelirlerdi. Sonra büyük anneannemizin vasiyetinden, belli bir tarihe kadar hiç kimseye satılmamasını, ancak o tarihten sonra gelen ilk müşterilere verilmesini istediğini anladık. Onun için siz ilk müşteri olarak geldiniz ve size verdik.” izahını yine bir sır olarak öğrendik.

Bir sene önce çok rahatsız olan Meliha Ablamızı ziyarete gitmiştim. Onlar 1992–1995 yılları arasında bizim hem ev sahibimiz hem de altlı üstlü komşularımızdı. Hanımımla da abla kardeş gibiydiler. New Jersey’de hanımlar arasında Risale-i Nur sohbetini başlatan ve devam ettiren de o idi. Meliha Abla, Abdülvahit Ağabeyin yeğeni idi. Onun ve Zinnur Ağabeyin babası olan Şuayb Ağabey de Risale-i Nur talebesi idi. Ondan kalma pek çok el yazması Risale-i Nur vardır. Meliha Abla, vefatından önceki en son ziyaretimizde, bize genç kız iken, Abdülvahit Ağabeyi ziyaret eden Üstad’ın elbisesini yamadığını ve diktiğini anlatmıştı.

Tabakçılar ailesini ve yakınlarını hayırla yâd eder, vefat edenlerine Cenab-ı Erhamürrahiminden rahmet ve mağfiretler diler ve Cennetü’l-Firdevs ile mükâfatlandırılmalarını niyaz ederiz.

Dipnot

[1] Somuncu Baba’ya atfedilen bir kıt’a.

Bu yazıyı paylaş