Âdemoğlu başta hiçbir şey iken sebepler dairesinde bir sperm ve yumurta hücresinin birleşmesi ile ademden (yokluk) deme (kan) döner. Artık insanın, anne karnında, bir tohum gibi nebatî hayatı başlar. Bu hayat yavaş yavaş hayvanî hayat mertebesine yükselir. Ceninin anne karnındaki hayatı, nebatî ve hayvanî hayatın bir karışımıdır. Anne karnı cenin için Cennet gibi bir yerdir. Hiçbir iradesi olmadan bütün gıdalar, anne vesilesi ile yavruya gelir. Bu rahatlığı bozulmuş olacak ki dünyaya gelir gelmez ağlamaya başlar! Anne karnındaki yavrunun öyle mükemmel bir beslenmesi vardır ki âdeta annenin bütün sistemi bebeği için yeniden düzenlenmiştir. Bu kısacık dönemde öyle muhteşem bir mucize gerçekleşir ki insanı hayretler içinde bırakır.
Bir gram bile etmeyecek sperm ve yumurta hücrelerinden müteşekkil zigot, yaklaşık 3500 gramlık bir ağırlığa ulaşır. Yani binlerce kat büyütülür. Bu büyümeye kıyasla insanın doğumdan sonraki büyümesi aslında çok da fazla değildir. Bir insan doğduktan sonra boy olarak en fazla dört kat, kilo olarak da 20–30 kat büyüyebilir.
Akılları hayretler içinde bırakan bebeğin anne karnındaki dönemleri Kur’ân’da farklı âyetlerde anlatılır. Mü’minûn sûresindeki âyetler şu şekildedir:
“Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız. Sonra onu nutfe (zigot) halinde sağlam bir yere yerleştiririz. Sonra nutfeyi alakaya (rahim cidarına yapışan bir hücreye), bunu da mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allah’ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün!” (Mü’minûn, 23/12–14).
Anne karnındaki cenin, yokluk döneminden varlık dönemine adım atarken süzme çamur,[1] nutfe, alâka, mudga[2], izam[3], lahm[4] dönemlerini geçip yeni bir yaratılışa mazhar[5] olur ve kâmil bir âdem olmaya aday hâlde dünyaya gelir.
“Süzme çamur”, toprakta bulunan organik ve inorganik elementlerden yaratılma demektir. İnsan vücudunun temel yapı taşı olan elementlerin tamamı toprakta var olup hemen hepsi insanın hayatını idame ettirebilmesi için gereklidir; az veya çok olmaları durumunda hastalıklar ortaya çıkar.
Anneden gelen 23 kromozomlu yumurta hücresi ile babadan gelen aynı kromozom sayısına sahip sperm hücresinin birleşmesi ile “diploit” hücre olarak adlandırılan çift kromozom sayısına ulaşan (46 kromozomlu) zigot yaratılır. Zigot bölünerek hayata mazhar olduğunu gösterir. Bu “hücre karışımı”, anne rahmine tutunduğunda başka bir hayat mertebesi başlar.
Yukarıdaki âyetlerde anlatılan dönemler, cenin için başlamış olur. Anne karnında bu dönemler tamamlanınca âdemin dünyaya teşrif dönemi başlar. Anlaşılan o ki âdem olabilmek için sıkıntıların çekilmesi gerekir. Anne aylarca sıkıntıya mârûz kalarak bebeğini karnında taşır. Aslında anne, dünya için bir vâris taşıyordur ve bu sıkıntılara katlanmaya değecektir. Sonunda âdemoğlu, yaklaşık kırk trilyon hücresi ile dünyayı şereflendirir. Ulvî âlemlerden verilen emir, âdemin dünyaya gelmesi ile neticelenir.
Daha sonra insanın geçici dünya hayatı ile başlayıp ebede uzanacak hayat macerası başlar ki Üstad Bediüzzaman, bu seyahati veciz şekilde şu ifadelerle anlatır: “İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan bir yolcudur. Sabâvetten (çocukluktan) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı (lüzumlu şeyleri), Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir.”[6]
İnsan buluğ çağına erer ve aklını kullanmaya başlar. İşte bu dönemde insanî mertebe başlamıştır. Ancak aklını doğru kılavuzların yardımıyla, hakikate ulaşmak için kullanmakla âdem olunabilir, yoksa Allah korusun, bitki veya hayvan mertebelerine geri dönüş tehlikesi de vardır.
Akıl “bir şeyi bağlamak” demektir. Aklını kalbine, Allah’ın emir ve yasaklarına bağlayan bir kişi âdem olur, bağlamayan ise adem hâli olan boşlukta kalır. Aklın kullanılmaması ile günahlara açıklık başlar. Âdem, edebi ile ademden kurtulmuştur. Âdem olma, aklını hakikatin mefhumlarıyla doldurarak hata etse bile Hazreti Âdem (aleyhisselâm) gibi dönmesini bilip “Ey bizim Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan, en büyük kayba uğrayanlardan oluruz!” (A’raf, 7/23) diyebilmektir.
Her insan önce ademdedir, sonra dem (kan) olur, sonra da âdem olarak dünyaya teşrif eder. Bazen ademe yakın, bazen demde, bazen nebatiyette, bazen de hayvaniyette kalır. Dünyada halifelik vazifesini îfâ edecek olan insan için en önemli mertebe, kâmil bir âdem olabilmektir.
Her âdemin hayat dönemlerinde ademleri olabilir. Buluğ çağına kadar mesuliyet, anne karnında da serbestiyet yoktur. Yetişkinlikte de Alzheimer gibi içinde ademleri barındıran bazı hastalıklar olabilir. Beniâdem olmak, ademlerden kurtulmayı gerektirir ki en mükemmel beniâdem Efendimiz’dir (sallallâhu aleyhi ve sellem).
Vücut ve hayat, yokluktan üstündür. Bütün mükemmellikler varlıktadır. Çirkinlikler ise eksikliklerin sonucu olur. Vücut hayır, yokluk ise şerdir. Varlık, sonsuza mazhariyettir. İnsan yoktan var edilmiştir. Yani her şey ademle başlar ve âdeme doğru gider. Ademden varlığa getirilmiş olan insanın nebatî, hayvanî, insanî ve imanî mertebeleri vardır.
Nebatî mertebe, tohum gibi atılıp anne karnında büyüyüp dünyaya gelmesi şeklinde anlaşılabilir.
Hayvanî mertebede, daha ziyade hayvanî hisler hâkimdir. Yani bilhassa doğumdan sonra yemesi, içmesi ve diğer ihtiyaçları da bu hayvaniyet mertebesiyle alâkadardır.
İnsanî mertebe, akıl sahibi olması ve bu aklı kullanmasıyla başlar. Artık mevcudu değerlendirip bazı hükümler verebilir. Geçmişte yaşadıklarını yorumlayıp gelecekte yaşayabileceklerini tahmin edebilir.
Âdemî mertebe imanî mertebeyle taçlandığında ise insan, aklını hakikatlere uygun kullanıp bütün âlemleri yaratan Allah’a (celle celâluhu) iman edip mesuliyetlerini fark eder.
İşte insan, hayat çizgisinde bu mertebelere uğrayabilir. Kendisinden beklenen, iman mertebesinde kalmaya devam etmektir. Âdemî mertebenin kemale erdiği iman mertebesi ile insan; nebatî, hayvanî ve insanî mertebelerin ötesine ulaşır. Yaratılışının gayesi de budur. Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki tavsiyesi de şu şekildedir: “Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalp ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun.”[7]
Aklını doğru kılavuzlar eşliğinde kullananlar, liyakatleri varsa imanî mertebeye ulaşabilirler. Kalb ve ruhun hayat derecesine başlamanın ilk basamağı da âdem olabilmekten geçer. Öyle büyükler vardır ki âdemiyet mertebesini tam mânâsı ile ihraz etmişlerdir. Öyle seçilmişler de vardır ki Allah tarafından âdemiyetin en yüksek mertebesi olan peygamberlikle şereflendirilmişlerdir. Peygamberler, peygamber olmadan evvel de âdemiyetin en üst basamaklarında dolaşanlardır.
Dipnotlar
[1] Süzme çamur: Organik ve inorganik elementlerden müteşekkil “protein çorbası.”
[2] Mudga: Bir çiğnem et.
[3] İzam: Kemikler.
[4] Lahm: Et (kas).
[5] Yeni bir yaratılışa mazhariyet: Ruh üflenmesi.
[6] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 207.
[7] A.g.e. s. 164.