Diyalog, iki ya da daha fazla kişinin karşılıklı konuşmasına denir. Kelimenin etimolojik kökeni Antik Yunan dili (Grekçe) olup “dia” ve “logos” sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur. Dia “içinden” veya “arasından”, logos ise “söz” veya “mânâ” demektir. Kelimenin aslı, Türkçeye “düşünceyi takip etmek” olarak çevrilebilir.
Anlayışların her platformda azalmaya başladığı günümüzde, en önemli konulardan birinin diyalog olduğunu söylemek mümkündür. Diyalog yaparken dikkat edilmesi gereken bazı basamaklar vardır ki bu her türlü diyaloğun temel taşlarını oluşturur. Hakiki diyaloğa götüren bu basamaklar güven, sevgi ve teâruftur.
Her ne kadar burada diyalog basamaklarını, diğer inançlardan insanlarla olan ilişkilerimiz bağlamında müzakere edecek olsak da aslında her türlü sosyal ilişkide uyulması gereken aşamalar olarak da değerlendirebiliriz. Eşler arasındaki ilişkilerden tutun, ebeveyn çocuk ilişkilerine veya diğer kültürlerden olan insanlarla ilişkilere kadar bu basamakları göz önünde bulundurmak mümkündür.
İlk madde “güven”dir. Bu kavram, içinde emin olmayı da barındırır. Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberlik gelmeden önceki en önemli sıfatı “Emin”di. Güvenilir olma, peygamberlerin ayrılmaz sıfatlarındandır. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) aile ilişkilerinden tutun komşuluk ilişkileri ve devletlerarası ilişkilerine kadar hep bu vasfı en ön plandadır.
Her türlü sosyal ilişkide güven olmadan hiçbir şeyin başlayamayacağı unutulmamalıdır. Arkadaşlıklardan ortaklıklara kadar güven olmadan irtibat başlamaz. Güven tesisi zaman alır. Sünnetullah kriterlerine riayet ederek, gerçekleri göz ardı etmeden ideali hedefleyerek güven kazanmaya çalışmak gerekir.
“Güven nesli” inşa ederken uzun soluklu hareket etme ve itimada dayalı hayatlar kurmamız elzemdir. Bizim de özellikle Batı dünyasındaki ilişkilerimizde buna azamî dikkat ederek güven tesis etmeyi her zaman öncelememiz şarttır. Uzun soluklu itimada dayalı hayatların tesisi, uzun vadeli aktif sabır ve azim gerektirir. Acele etmeden, itkan düsturu ile çevrili güven tesisi, bizleri koruyan en önemli surlar olacaktır. Tanıma ve tanışmada acele edilebiliriz, ama anlatmada acele etmeden önce güven tesisi için çalışılması lazımdır.
Güven aşamasından sonra “sevgi” gelir. Hakiki sevgi, iki insan veya toplumun birbirini karşılık beklemeden sevmesidir. Evrensel insanî değerler ortak noktasında buluşup karşılıksız sevme ve sevilme diyalogda esastır. Meryem sûresinde, iman edip salih amel işleyenler için önemli bir müjde vardır. Bu müjde, “meveddet” yani sevgi inşa edilmesidir: “İman edip, makbul ve güzel işler yapanlar için, Rahman insanların gönüllerinde sevgi yaratır.” (Meryem 19/96).
İlahî beyandan anlaşılan o ki sevme ve sevilmenin önemli bir şartı iman edip salih işler içinde olmaktır. Salih işlerin kapsamı çok geniştir. Bir Müslümanın İslam’ın gereklerini kılı kırk yararcasına yaşamasından tutun bir arkadaşına yapacağı en küçük bir yardıma kadar uzanır.
Sevgi aşaması geçildikten sonra artık muhatapların biraz daha yakından birbirini tanıması ve bazı meselelerde ortak düşünmesi dönemi başlayacaktır ki buna “teâruf” ve “mükâşefe”, yani birbirini tanıma ve keşfetme dönemi diyebiliriz.Kur’ân’da da kelime olarak geçen “teâruf”,[1] birbirini tanıma, tefekkür ve tedebbür etmek suretiyle bir konu veya kimsenin hakikatini idrak etmek anlamını taşır. İnsanların beraberce yaşaması birbirlerini tanıması ile olur. Birbirini doğru tanımayan insanlar, aynı mekânda yaşasalar bile ayrı dünyaların insanları olarak hayatlarına devam ederler. Teâruf iki kanallı bir yoldur; muhataplarımız bizleri tanımaya çalışırken bizler de onları tanıma fırsatı buluruz. Karşılıklı birbirini tanımada göz hizası, yani muhataplarla aynı hizada olmak ve aynı kulvarda bazı şeyleri paylaşabilmek önemlidir.
İnsanın kimliği, kişiliği ile tescillidir. Esas olan kişiliklerin tanınmasıdır ki davranışlar kişiliklerin özetidir. Bu dönemde muhatabınız sizi değerlerinizle kabul eder ve sever. İşte teâruf budur: Müspet mânâda araştırma ve araştırılma… İlk iki aşamada noksanlık yoksa birbirini keşfetme ve tanıma dönemi hızla geçilir ve son durak olan hakiki diyalog başlar.
Hakiki diyalog, dördüncü dönem olup artık muhataplarınız sizin gibi düşünmeye ve yazmaya başlar; gördüklerinin arkasında olanın müsamahakâr Müslümanlık olduğunun farkına varırlar. Onlar da sizi sevdikten sonra değerlerinizin tanınmasına da vesile olacaklardır. Öyle bir dönem gelir ki muhataplarınız sizin değerlerinizi sizden daha iyi anlamaya ve anlatmaya başlarlar. Günümüz Batı dünyasında bunun onlarca örneğini görebiliyoruz.
Hakiki diyaloğa geçmeden önce anlatmaya çalıştığımız güven, sevgi ve teâruf sırası şahıstan şahsa ve coğrafyadan coğrafyaya değişkenlik gösterebilir, ama bilinmesi gereken şudur ki hangi sıra ile olursa olsun bu üç basamak geçilmeden hakiki diyalog yapılamaz. Bu üç safha düz bir hat gibi değil, salih bir daire şeklinde birbirini takip eder. Teâruf arttıkça güven ve sevgi de artacaktır.
Hizmet, herkesi kendi kulvarında ve konumunda kabul edip evrensel insanî değerler ortak paydasında buluşma kurnasıdır. Bu konuda muhataplarımızı endişeye sevk etmemek de önemli bir mesele olup bu safhanın güven döneminde hâlledilmesi gerekir. Esas mesele, “dünyada birlikte yaşama kültürünün inşası, gönüllerin kaynaşması ve gönüllerin sultanlığı” şeklinde ortak değerlerin makuliyetle sunulmasıdır. Evrensel insanî değerler; bütün semavî dinler, ahlakî değerler ve modern bilimlerden süzülen prensiplerin toplamı olarak tarif edilir.
Diyalog yapan herkes bahsettiğimiz duraklara uğrar. Diyaloğun verimli ve kalıcı olması için bu dönemlerde atlamalar olmaması gerekir. Bu kavramların çatısı, temsil ve nezakettir. Temsil ve nezaket; güven, sevgi, teâruf ve hakiki diyalog kavramlarının çimentosu gibidir. Bütün peygamberlerin yolu temsil edalıdır. Temsil bizim için de çok önemli bir kavram olup her zaman tebliğden öndedir, çünkü temsil en büyük tebliğdir. Ashâb-ı Kehf, mağarada asırlarca uyuduktan sonra kalkarlar ve içlerinden birini çarşıya gönderdiklerinde, ona nazik ve tedbirli olmasını tavsiye ederler.[2] Temsil ve nezaket; kapalı kapıları açan manevî anahtarlardır. Bu anahtarlar olmadan gönüllerin kilitlerini açmak mümkün değildir.
Mazide kalmış hadiseleri, içinde bulunulan dönemde değerlendirerek hiç üstünde durmadan muhatapları kendi kulvarında kabul etmekle diyalog perçinlenir. İlişkilerimizde mülayim olmak, her zaman diyaloğu kolaylaştırır. Herkesle diyaloğun ölçüsü, kendi değerlerimizi muhafaza ederek muhataplarla irtibat kurmaktır. Kendi değerlerimizden habersiz ve asimilasyona açık isek yani değerlerimizi korumadan hareket ediyorsak[3] diyaloğa gideyim derken çok hatarlı yollarda kendimizi bulabiliriz.
Her ne kadar ön yargılı ve kötü niyetli insanlar, farklı kültürler arasında kurulan diyalog köprülerine ve sulh adacıklarına engel olmaya çalıştılarsa da bunda başarılı olamadılar. Kalıcı ve samimi diyalog, bir miras gibi nesilden nesle geçen barış köprülerinin kurulmasına da bir vesiledir. Diyaloğun verimli geçebilmesi için üç vasfa sahip olması gerekir ki bunlar samimiyet, tevazu ve bilgilenme arzusudur.[4]
Tarihten miras kalan ırkçılık, bencillik ve yabancı düşmanlığı gibi manevî hastalıklardan kurtulmanın yolu da diyalogdan geçer.
Dipnotlar
[1] Hucurât, 49/13.
[2] Kehf, 18/19.
[3] Mehmet Ateş, “Önce Muhafaza Sonra Bilme”, Çağlayan, Ocak 2023.
[4] Yusuf Alan, “Niçin Diyalog?”, Sızıntı, Mart 1999.