Şifa, Arapça bir kelime olup “bir hastalığı tedavi etme ve iyileştirme” demektir. Bu kelime mecazî olarak, “cehalet hastalığını giderme, sahil-i selamete ulaşma ve rahatlama” anlamlarını da içerir.[1]
İlahî Beyan, kendisini bize anlatırken şifa olduğunu buyurur. Peki, bunu nasıl anlayabiliriz?
Kur’ân-ı Kerim’de “şifa” kavramı ile altı yerde karşılaşırız.[2] Kelimenin geçtiği âyetlerin öncesine ve sonrasına baktığımızda, iki yerde iyileştirme ve tedavi etme mânâsı, dört yerde ise problemleri çözme mânâsının öne çıktığını görürüz.
Dünyada sıkıntıların izale olup barışın sağlanması, insanlığın hakiki huzura kavuşması ve Allah’ı (celle celâluhu) anlatan üç küllî muarrif olan kâinat kitabı, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Kur’ân arasındaki münasebetlerin en ince derinliğine kadar anlaşılabilmesi, ancak ve ancak son Mukaddes Kitabın doğru anlaşılması ile olabilecektir.
Allah, “Biz bu Kur’ân’ı bir şifa ve rahmet kaynağı olarak ceste ceste indiriyoruz.” (İsrâ, 17/82) buyurarak, bu şifa kaynağı ile bütün sıkıntılara çare bulup her kapıyı açabileceğimizi bize anlatıyor. Yeter ki meseleleri mekânın ve zamanın şartlarına uygun anlayabilelim.
Furkan-ı Hakîm kendini bize anlatırken bazı âyetlerin muhkem, yani apaçık bazı âyetlerin de müteşabih, yani mânâlarının gizli olduğunu bildirir. Müteşabih âyetlerin esas mânâlarını Allah’ın bildiğini ve kalbi rüsuh peyda eden peygamberlere vahiy ile ve peygamber varislerine de ilham ile bildirdiğini anlatır. İşte bizler o müteşabih kavramları kalbi rüsuh peyda eden kametlerin eserlerinden öğrenebiliriz, yoksa kendi anlayışımızla, müteşabih kavramların ruhuna tam mânâsıyla vâkıf olamayız. Bu ruha vâkıf olabilme gayreti, İlahî Beyan’ın dertlerimize deva olması ile sonuçlanacaktır.
Günümüzün bunalmış nesilleri için bu hakikatler birer ilaç hükmündedir. Ahlakî ve ticarî kaidelerden milletlerarası ilişkilere kadar her meselede tam bir devadır. Yeter ki okuyup doğru mânâlarını anlamasını bilelim.
Zikir, fikir ve şükür kaynağı bu hazine, bütün manevî hastalıkların ilacı olup insanlığı cahillikten koruyan en önemli bir settir ve bütün tereddütleri giderir.
Kur’ân’ın “Sakın zinaya yaklaşmayın!” (İsrâ, 17/32) buyurması, hususî bir mânâ ifade eder. Borçlanmanın esaslarını anlatır (Bakara, 2/282); ayrı bir mânâ ifade eder. İşte bu misalleri siyak ve sibakı ile doğru okuyup hayatımıza uyguladığımızda, Allah’ın izni ile Kur’ân’ın yaralarımıza tiryak olduğu görülecektir.
Bu âyetleri Mushaf’taki sırası ile incelemeye çalışırsak;
“Allah, mümin bir topluluğun kalblerine şifa versin!” (Tevbe, 9/14). Bu âyetteki mânâ gönüllerin ferahlayıp huzur bulmasıdır.
“Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidâyet ve rahmet geldi.” (Yûnus, 10/57). Burada da gönüldeki dertlere tedavi olduğu ifade edilmektedir. Günümüzde gönül dertlerimiz için kullanılan psikoterapi de bu cümleden değerlendirilebilir.
“… Onların (arıların) karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki onda insanlar için şifa vardır…” (Nahl 16/69). Balın şifa olması, asıl mânânın kullanıldığı bir âyet olarak değerlendirilebilir.
“Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifa ve rahmettir…” (İsrâ, 17/82). İndirilenlerin şifa ve rahmet olduğu vurgulanmaktadır.
“Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” (Şuarâ, 26/80). Şifanın asıl mânâsında kullanıldığı bu âyette Hazreti İbrahim (aleyhisselâm) konuşturulmuştur.
“… De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır…” (Fussilet, 41/44). Bu âyette de bütün dertlerimize deva olduğu, bu kılavuzu doğru kullanırsak bizlere şifa olacağı anlatılır.
Hadis kitaplarında Abdullah ibn Abbas’a atfedilen bir söz vardır. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Allah’ım, ona Kitab’ı öğret ve dinde mütehassıs kıl!”[3] duasına mazhar olan bu büyük kamet, Kur’ân’daki “… yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki açık, net bir kitapta bulunmasın.” (En’am, 6/59) mealindeki âyeti, “Devemin yularını kaybetsem Kur’ân’da bulurum.”[4] şeklinde anladığını ifade eder. Küçük yaştan itibaren Efendimizin mübarek boyası ile boyanmış olan Abdullah ibn Abbas’a, Allah (celle celâluhu); kâinatın tefsiri olan o Kitab’ın bir mim harfinin uzantısında devesinin yularını gösterebilir, ama esas olan bu mânânın mecazî olması, bu büyük kametin bize çözüm olarak her şeyi Mukaddes Hazine’de bulabileceğimizi söylemek istemesidir.
İlahî Beyan’da doğrudan ve dolaylı olarak her şey vardır; onu okuyanlar anlayış kabiliyetlerine göre alınması gerekenleri alabilirler. Her müfessir, mânâ derecelerine göre farklı şeyler anlamış, bazıları açık mânâları, bazıları ise işaret, remiz ve imaları anlayıp buna göre izahlar yapmıştır.
Kur’ân’da şifanın bir mânâsı; cehalet, inkâr, şirk, nifak, tereddüt ve fasıklık hastalıklarına derman olmadır. Hangi ilim perspektifinden bakarsak bakalım, asırların tercümanı, hidayet rehberinin şifa olması ile ilgili bir ipucu bulabiliriz. Bir sosyoloğun bakış açısı ile toplumun kurtuluşu için reçete iken bir psikoloğun bakış açısı ile ferdî hayatın ve zihnin düzenlenmesinde en önemli kılavuzdur. Kur’ân, bütün ferdî ve içtimaî hastalıklara şifadır. Şüphelere karşı tevhit şifası, davranışlara âhenk getiren rehber, bozuk inanışlardan ve kötü huylardan koruyan manevî bir settir.
Tasrif üslubu, evirip çevirip yeniden, ama kendi orijinalliğiyle anlatma metodunun adıdır. Kur’ân’ın tasrif üslûbu ise; ulvî hakikat ve emirlerin farklı vesileler kullanılarak değişik açılardan ele alınıp açıklanmasıdır. Kelimenin geçtiği âyetlere baktığımızda, şifadan bir yerde kalblere deva, diğer yerde rahmet, bir başka yerde de kılavuz olarak bahsedilir. Bir kelime ve kavramın farklı nüansları, muhatapların anlayışlarına göre, değişik açılardan anlatılır.
Apaçık bir kitap olarak Kur’ân günümüzün bunalmış nesillerine en önemli şifa kaynağıdır; yeter ki o ilaçları bu nadide eczanede bulalım ve her türlü derdimiz için kullanalım. Büyüklerde şahit olduğumuz bir alışkanlıktan bahsederek yazımızı bitirelim: Ne zaman kendilerini sıkkın hissetseler, çözmeleri gereken bir problemle karşılaşsalar, İlahî Beyan’a müracaat eder, bir yer açar (tefeül), o işaretlerle âdeta nefes alır, bunu bir tür deva telakki eder ve ferasetli bakışları ile Kur’ân’ın kendilerine hitabına göre hareket tarzlarını belirlerler.
Dipnotlar
[1] Fîrûzâbâdî, Kamus Tercümesi, “ŞFY” maddesi; Râgıb el-İsfahânî, Müfredat, “Ş-F-V” maddesi.
[2] Tevbe 9/14, Yûnus 10/57, Nahl 16/69, İsrâ 17/82, Şuarâ 26/80, Fussilet 41/44.
[3] Buhârî, İlim, 17; Vudû, 10.
[4] Suyutî, İtkan, 4/31.