Festivaller birer eğlence programı olmasının ötesinde onlarca yıl gözyaşlarıyla sulana sulana büyütülen fidanların dal budak salması, gelen baharın müjdesi Hıdırellez kutlamasıdır.
Yeryüzünü cennetlere çevirecek fikir işçilerinin bütün dünyaya tanıtıldığı bir vitrindir.
Fransa’daki festivallerden sonra Fransız misafirlerin yaptığı şu tespitler, bu mayanın tuttuğunun bir delilidir:
Piyanist Cyril Diard: “Çok güzel bir gösteriydi. Bir müzisyen olarak hayran kaldım. Davetinizle beni onurlandırdınız. Gördüğüm kadarıyla programda çok ciddi bir emek var. Bu muhteşem organizasyonun gönüllüler tarafından yapılması ve samimiyetleri beni çok etkiledi. Bu festival, birkaç saat içinde dünya kültürlerine seyahat imkânı veriyor. Bundan sonraki organizasyonlarda gönüllü olarak bulunmak istiyorum.”
Paris’teki bir dernekte gönüllü çalışan Fransız gençler: “Bu ağabey ve ablaların bilmedikleri bir konu yok sanki. Ne yaparlarsa mükemmel yapıyorlar. Adeta nefes almadan izledik. Bu kadar ağabey ve ablayı bir arada görmek bizi çok sevindirdi. Biz de bir gün onlar gibi olmak istiyoruz.”
Fransız bir aile: “Böyle program beklemiyorduk. Ailece çok memnun kaldık. Alkışlamaktan ellerimiz yoruldu.”
Müzisyen ve eğitimci Bayan Florise: “Bu çocukların bu kadar etkileyici olmasını sağlayan bu motivasyon keşke her birimizde olsa. Böylece hayat çok daha kolay ve sevimli olurdu.”
Programa ilk defa katılan, Fransız Komünist Partisi üyesi Marie-Françoise Hanım: “Adanmışlığın bariz olarak hissedildiği bir gösteriydi. Gelecek yıllarda, bu çorbada tuzumuz olabilecekse, seve seve hizmet etmeye hazırım.”
Programa üçüncü defa katılan, gazeteci ve öğretmen Marie-Laure Hanım: “Bu Festival diğerine göre çok daha günceldi ve barış mesajları daha netti. Çocukların performansı mükemmeldi. Sizinle gönüllü olarak çalışmayı çok isterim.”
Dünya genelindeki dostların da ifade ettiği gibi, insanlığın hakiki insaniyet ufkuna yürüyeceği köprülerin sahneye taşınmasıdır bu festivaller.
Bitmeyecek, bitirilmeyecek bir barış ve birlikte yaşama projesinin ekrana yansımış kesitidir.
Seyredenlerin gözyaşlarına boğulduğu bir sahne var ki gelecek adına bir ümit tomurcuğu gibidir. Renkleri, dilleri ve dinleri farklı olan, dünyanın dört bir tarafından festival için gelen çocukların; farklı iklimlerin çiçekleri gibi birbirlerine sarılarak sevgiden bir buket halinde döktükleri gözyaşları; kin, nefret ve öfke çöllerini cennetlere çevirecektir.
Artık bu kadar kini ve öfkeyi taşıyamayan yaşlı dünyamızın ümit çiçeklerinin bahçesidir festivaller.
Türkiye’de toprağa düşmüş, rüşeym olup filiz filiz dünyaya mal olmuş; şimdilerde bin bir çile ile inleyen cefakâr Anadolu insanının, “Aman bu rüyayı yarım bırakmayın” sözlerine verdiği cevaptır festivaller.
Festivaller insanlık düşmanlarının, “Bitirdik bunları” dedikleri anda, “Bitmedik!” diye haykıran ümidin, azmin ve kararlılığın sesi soluğudur.
Uhud’da alınan yaradan bir gün sonra bitmedik/bitmeyeceğiz mesajı için Hamrâu’l-Esed’de yakılan yedi yüz ateştir, Mevla’nın yaktığı, üflemekle söndürülmeyecek meşaledir.
Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselâm), Hicret’in yedinci yılında, Kaza Umre’si için 1600 arkadaşıyla Mekke’ye gelmişti. Müşrikler bir öncü gönderip Müslümanların hallerini öğrenmek istemişlerdi. Gözcü Mekke’ye dönüp Müslümanların hallerini Kureyş’in ulularına alay ederek anlatmıştı: “Müslümanlar zayıf, bitkin, hasta, yorgun ve perişan haldeler.” Kureyş uluları ise, “Çıkalım Darü’n-Nedve’nin damına ve Müslümanların perişan hallerine gülelim” demişlerdi. Cebrail bu durumu Efendimize haber verince Allah Rasûlü, Mescid-i Haram’a girerken şöyle buyurmuştu: “Ey mümin erkekler! İhramlarınızı sağ kollarınızın altından alın (ızdıba) ve kısa adımlarla canlı canlı yürüyün (remel) ki bugün heybetli görünüp bu şekilde yürüyene Allah ahirette merhamet edecek.” İşte böyle bir yürüyüşün, canlılığın, ümidin, aşkın, şevkin adıdır festivaller.
Bugün bu meşaleyi yıllar önce tutuşturanlar, çile ve ızdırabın pençesinde inim inim inliyorlar. Analar rahat rahat emzirirken yavrularını, anne sütünden mahrum bırakılan yavrular akıllarına gelince, gözyaşları damlıyor yavrularının yüzüne. Her şeye rağmen, bir olimpiyat meşalesinin taşınması gibi elden ele ulaşan bu emaneti uzatırken bütün dünyaya Anadolu’nun vefakâr, cefakâr ve çilekeş insanları; “Alın bu meşaleyi, sakın düşürmeyin, zira biz bu çileyi ömrümüzü vakfettiğimiz ışıktan yarınlar için çekiyoruz” diyorlar.
“Kıyamet kopuyor da olsa elinizdeki fidanı dikin” buyuran Allah Rasûlü’nün (aleyhissalâtü vesselâm) kutlu emrine binaen, geleceğin ümit tohumlarını, kızılca kıyamete rağmen dünyanın dört bir tarafındaki mümbit topraklara saçmaya devam edenlere, bu işi Anadolu’da başlatıp bu meşaleyi dünyaya taşıyan ve şimdilerde “akrebin kıskacında yoğrulan” binlerce vicdan işçisine selam olsun!
Bu insanlık projesinin kültür ve sanat sancağı düşmedi, düşmeyecek…