
Taç Mahal Yolunda
Doksan altının aralık ayında Hindistan yolunda Diyordum ki kendi kendime, “Bahara kadar ne var?” Diyecektir daha sonra büyük Usta Toprak çözer, sırrını aslında tohumun Ama
Doksan altının aralık ayında Hindistan yolunda Diyordum ki kendi kendime, “Bahara kadar ne var?” Diyecektir daha sonra büyük Usta Toprak çözer, sırrını aslında tohumun Ama
Ey sevdasıyla yandığım, dudağımdan döktüğüm sözüm Söyleyemediğim türküm Tamamlayamadığım bestem Hiçbir yerde duyamadığım can-ı sedam Sende Yusuf’un güzelliği, bende Züleyha’nın aşkı olmasaydı da Ben yine
Karlı yollar adımladık her sabah Yürüdükçe geride bir kış kaldı Bıraktı zaman geride birçok ah Gafleti bizden bir uyanış aldı Râm olduk ırağa ve yakınlara
Her yerde açmış güller, şakıyor hem bülbüller, Bulutlar sanki gelin yüzünde ipek tüller. Kelebekler uçuşur, her tarafta şenlik var, Kar bile yağmak için gökyüzünde can
Üstadım, birikti diyeceklerim Bugün yine şöyle bir açılsak mı? Akreple yelkovan sileceklerim Sabah rüzgârıyla biz konuşsak mı? Tacı taçlandıran taşlı baharla Asrın koynundaki tutsak bir
Şırıl şırıl akan ırmağın kenarında Seyrederken ışıl ışıl yıldızları Aşka dönen karanlığın bağrında Mest ederdi ruhları efsunlu yaldızları Göz göze gelir sohbete dalardık Sevgi dökülürdü
Ellerime dokun kardeş, Bu avuçlar sahra oldu! İşte seyret; Tîh’e bir eş, Bak yüreğim nasıl soldu, Ellerime dokun kardeş… Bir de beni sar bağrına, Ipıl
Bir hilalin muştusu yayılırken cihana Göklerden rahmet iner, perde perde zamana. Dirilir huzur birden, can katar cümle cana Saadetle tüllenir kutlu bayram günleri. Bir kemalin
Aşkını anlatmak ne zor sevgili Bir “kardeş” demene tav oldum gitti Elifti evvelden, nun ettim dili Eğilip rükûda vav oldum gitti Söz kifayet etmez, hep